SoruCevap
Yeni Üye
- Katılım
- 17 Ocak 2024
- Mesajlar
- 350.999
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 17
- Puan
- 308
- Yaş
- 36
|| Zamanın Taş Suretleri....SAAT KULELERİ ||
Kol saatlerinin bir lüks olmaktan çıkıp herkesin koluna yerleştiği günden itibaren iktidarını bu küçücük aksesuarlara bırakan saat kuleleri, zamanla eski popülerliğini yitirse de, mimari özellikleriyle, kent estetiğinin başta gelen unsurları arasında yer alıyor.
Yeryüzüne ayak bastığı günden beri zamanı kontrol eden insanoğlu, son yüzyıllarda giderek onun esiri oldu. İşler, randevular, ulaşım tarifeleri gibi pek çok şey sürekli akıp giderken 'neyi, ne zaman, nasıl?' yapmamız gerektiğine karar verebilmek için zamanı belirleme çabası içindeyiz. Bu nedenle, saatimiz olmadan ya da saati bilmeden günlük hayatı sürdüremiyoruz. Artık vazgeçilmez bir gereksinime dönüşen saat kavramı, zamanın peşinden koşarak kendine ve doğaya yabancılaşan mekanik bir varlık haline getirdi modern insanı. Kurulu düzenin koşturmacası içerisinde zamanın bize değil, bizim zamana hükmetmemiz gerektiğini unutuyoruz çoğu kez.
KENTLERDEKİ MEDENİYET SİMGESİ
Saatlerin yaşamımızda önemli bir yer edinmeye başlaması, tarihin sayfalarına nasıl yazıldı? Hangi yılda olduğunu bilmek isteyen antik çağ insanının, günün hangi saatini yaşadığı bilgisine pek ihtiyacı yoktu. İlk saatler yaklaşık beş bin yıl önce Ortadoğu'da yapıldı. Mısır'da zamanı öğrenebilmek için dört köşeli, kule biçiminde dikili taşlar kullanıldığını biliyoruz. İnsanlık tarihinde güneş, kum, su ve sarkaçlı saatler olarak evrim geçiren zaman biliciler, sonunda mekanik düzenekli saat olarak cepte, kolda ve duvarlarda; şehirlerin meydanlarında yerlerini aldılar. Saat kulelerinin ilk örnekleri, 13. yüzyıldan itibaren Avrupa kıtasındaki kilise ve saraylarda görüldü. Ardından, Yeniçağ'ın başlamasıyla birlikte, modern hayatı belirleyen teknolojinin önemli bir göstergesi olarak saat kuleleri yaygınlaştı. Strasbourg Katedrali'nin saat kulesi, dünyanın ilk saat kulesi olarak tarih sayfalarındaki yerini aldı.
Ülkemizde saat kulelerinin görülmeye başlandığı tarih, Osmanlı dönemine kadar uzanır. 16. yüzyılın sonlarında gündelik hayata giren saat kuleleri, 18 ve 19. yüzyıllarda kent ve kasabalarda giderek artan sayıda boy göstermeye başlar. Ülkenin her yanına inşa edilmiş bu zarif yapılar, özellikle saatçiliğe meraklı olan Sultan II.Abdülhamid devrinde yaygınlaşmış. Sultan, 1901 yılında tahta çıkışının yirmi beşinci yılını kutlamak amacıyla, kendine bağlı sancak ve vilayetlerde saat kulelerinin yapımını emreder. Böylelikle Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi, o dönem Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde kalan Balkanlar ve Ortadoğu yerleşimlerinde de pek çok saat kulesi inşa edilir. Doç. Dr. Hakkı Acun'un “Anadolu Saat Kuleleri” adlı çalışmasından öğrendiğimize göre; zamana direnerek günümüze ulaşan 52, çeşitli nedenlerle yok olan 20, cumhuriyet sonrası sınırlarımız dışında kalan 72 adet olmak üzere toplam 144 anıtsal kule var. Sonradan Cumhuriyet döneminde yapılmış olan 8 saat kulesi daha eklendi bu sayıya.
Kültürel ve tarihi değerler arasında sayılan bu zaman göstericiler, değişik mimari biçimleriyle görsel bir abide olarak tasarlanmışlar. Barok, neo-klasik, ampir ve oryantal gibi tarzlarda inşa edilen bu görkemli yapılar, silindirik, çokgen, dörtgen, yukarıya doğru daralan, iç içe geçmiş prizmalar şeklindeki gövde tasarımlarıyla da birbirlerinden farklı görüntüler çizer. Kimi oldukça sade tasarlanmışken, kimi de tüm süslerini takınıp mağrur bir edayla çıkar karşımıza. Bazılarının üzerinde II. Abdülhamid'in tuğrasına, bazılarının kapı ve duvarlarında ise değişik konular hakkındaki kitabelere rastlanır. Kulelerin yapımını sadece II. Abdülhamid'in fermanına bağlamak eksik olur. Saat kuleleri aynı zamanda Osmanlı'nın içine girdiği batılılaşma sürecini de temsil etmekteydi. Tanzimat Fermanı'ndan sonra her alanda görülen, özellikle kamu yapılarında yaygınlaşan modernleşme girişiminin bir sembolüydü kuleler. Osmanlı Müslüman toplumunun ezana endeksli zaman ölçümünden daha standart ve detaylı bir zaman ölçümüne geçmesine olanak tanıyarak, modernleşme sürecine ivme kattılar.
ZAMANA DİRENEN ZAMAN GÖSTERİCELER
Çoğu, meydanlara ve yüksek yerlere, kısaca yerleşimlerin merkezlerine konumlandıkları için her yerden görülebilir. Kimimiz onun altında randevu verir, kimimiz adres tarifinde yararlanır, kimimiz ise önünde hatıra fotoğrafı çektiririz. Saat kulelerinin bazıları, zamanı göstermenin yanı sıra yangın gözetleme kulesi ve meteorolojik olayların ölçüm istasyonu olarak da kullanılmış. Altlarındaki sebiller susayanlara hayat vermiş, sisli havalarda ise onun yol gösterici ışığından faydalanmış insanlar yıllar boyunca.
Saat kulelerine bulundukları yer itibariyle bakarsak; meydanlarda, tepelerde veya bir yapının üzerindeki kuleler olmak üzere üç değişik gruba ayırabiliriz. Her biri kültürel anıt niteliğinde olan saat kulelerine en fazla, belki de dönemin başkenti olma sıfatından dolayı İstanbul'da rastlıyoruz. Bulundukları yerleşimlerin izlerini taşıyan bu abideler, birbirlerine oldukça yakın konumlanmış. Sirkeci Garı, Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi, Tophane, Dolmabahçe, Yıldız Sarayı ve Şişli Etfal'de bulunan saat kuleleri, eski kentin anılarıyla birlikte yaşar hâlâ. Bunlara, sonradan yapılan Büyükada ve Boğaziçi Üniversitesi'ndeki saat kulelerini de eklemek gerekir. İzmir, Kocaeli, Dolmabahçe, Yıldız ve Tophane'deki saat kuleleri, dış görünümlerindeki olağanüstü mimari motiflerle, benzerleri arasından sıyrılan estetiğiyle öne çıkar. Gökyüzüne uzanan bu yapıların en yüksekleri 33 metrelik Bursa ve 32 metrelik Adana saat kuleleridir. Gerede ve Mudurnu saat kuleleri ise ahşap gövdeleriyle diğerlerinden ayrılır. Adana, Antalya, Erzurum ve Gümüşhacıköy gibi kuleler bir yapının üzerinde yükselenlere; Bilecik, Göynük, Kastamonu, Mudurnu ve Sivrihisar ise tepelere konumlanan kulelere en iyi örnekleri teşkil eder. Bu görkemli yapıların son örnekleri ise, Cumhuriyet döneminde yapılan Alaca, Boyabat, Çerikli, Gaziantep, Gerze, Karabük, Şefaatli ve Yerköy saat kuleleridir. Tüm bu saydıklarımıza Osmanlı döneminde yapılıp şimdi sınırlarımız dışında kalan Şam, Podgorica, Herceg Novi ve Saraybosna saat kulelerini de eklemek gerekir elbette.
Kulelerin hemen hepsi yapı olarak eski olmasına karşın, saatleri zaman içerisinde yenilenmiş. Ezani saat sistemi, 1926 yılında Miladî yıl ve Alafranga saat uygulamasının kabul edilmesinden hemen sonra değiştirilmiş; 1928 Harf Devrimi'nin ardından saat kadranlarındaki Arapça rakamlar kaldırılmış. Meydanlarda, tepelerde ve bir yapının üzerinde yer alan kulelerin büyük bir kısmı, işlevini hâlâ sürdürüyor günümüzde. Ama bir kısmı da, ilgisizlik ve bakımsızlık nedeniyle terk edilmişliğin hüznünü yaşıyor ne yazık ki.
Saatlerin yalnız zamana değil kendilerine ait bir dilleri de var. Zamanın ölçü birimi saatler, güneş saatiyle başlayan serüvenine devam ediyor yüzyıllardır. Süreç içerisinde mekanikten dijitale çeşitli evrelerden geçen saatler, giderek teknolojik tasarım ürünlerine dönüşüyor. Devasa cüsseleriyle saat kuleleriyse, artık belirledikleri zamana yenik düşüyorlar sessizce. Şimdi, yitik zamanın içinde kaybolan bu anıtları restore edip tarihi eser statüsü kazandırarak koruma zamanı.
Kol saatlerinin bir lüks olmaktan çıkıp herkesin koluna yerleştiği günden itibaren iktidarını bu küçücük aksesuarlara bırakan saat kuleleri, zamanla eski popülerliğini yitirse de, mimari özellikleriyle, kent estetiğinin başta gelen unsurları arasında yer alıyor.
Yeryüzüne ayak bastığı günden beri zamanı kontrol eden insanoğlu, son yüzyıllarda giderek onun esiri oldu. İşler, randevular, ulaşım tarifeleri gibi pek çok şey sürekli akıp giderken 'neyi, ne zaman, nasıl?' yapmamız gerektiğine karar verebilmek için zamanı belirleme çabası içindeyiz. Bu nedenle, saatimiz olmadan ya da saati bilmeden günlük hayatı sürdüremiyoruz. Artık vazgeçilmez bir gereksinime dönüşen saat kavramı, zamanın peşinden koşarak kendine ve doğaya yabancılaşan mekanik bir varlık haline getirdi modern insanı. Kurulu düzenin koşturmacası içerisinde zamanın bize değil, bizim zamana hükmetmemiz gerektiğini unutuyoruz çoğu kez.
KENTLERDEKİ MEDENİYET SİMGESİ
Saatlerin yaşamımızda önemli bir yer edinmeye başlaması, tarihin sayfalarına nasıl yazıldı? Hangi yılda olduğunu bilmek isteyen antik çağ insanının, günün hangi saatini yaşadığı bilgisine pek ihtiyacı yoktu. İlk saatler yaklaşık beş bin yıl önce Ortadoğu'da yapıldı. Mısır'da zamanı öğrenebilmek için dört köşeli, kule biçiminde dikili taşlar kullanıldığını biliyoruz. İnsanlık tarihinde güneş, kum, su ve sarkaçlı saatler olarak evrim geçiren zaman biliciler, sonunda mekanik düzenekli saat olarak cepte, kolda ve duvarlarda; şehirlerin meydanlarında yerlerini aldılar. Saat kulelerinin ilk örnekleri, 13. yüzyıldan itibaren Avrupa kıtasındaki kilise ve saraylarda görüldü. Ardından, Yeniçağ'ın başlamasıyla birlikte, modern hayatı belirleyen teknolojinin önemli bir göstergesi olarak saat kuleleri yaygınlaştı. Strasbourg Katedrali'nin saat kulesi, dünyanın ilk saat kulesi olarak tarih sayfalarındaki yerini aldı.
Ülkemizde saat kulelerinin görülmeye başlandığı tarih, Osmanlı dönemine kadar uzanır. 16. yüzyılın sonlarında gündelik hayata giren saat kuleleri, 18 ve 19. yüzyıllarda kent ve kasabalarda giderek artan sayıda boy göstermeye başlar. Ülkenin her yanına inşa edilmiş bu zarif yapılar, özellikle saatçiliğe meraklı olan Sultan II.Abdülhamid devrinde yaygınlaşmış. Sultan, 1901 yılında tahta çıkışının yirmi beşinci yılını kutlamak amacıyla, kendine bağlı sancak ve vilayetlerde saat kulelerinin yapımını emreder. Böylelikle Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi, o dönem Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde kalan Balkanlar ve Ortadoğu yerleşimlerinde de pek çok saat kulesi inşa edilir. Doç. Dr. Hakkı Acun'un “Anadolu Saat Kuleleri” adlı çalışmasından öğrendiğimize göre; zamana direnerek günümüze ulaşan 52, çeşitli nedenlerle yok olan 20, cumhuriyet sonrası sınırlarımız dışında kalan 72 adet olmak üzere toplam 144 anıtsal kule var. Sonradan Cumhuriyet döneminde yapılmış olan 8 saat kulesi daha eklendi bu sayıya.
Kültürel ve tarihi değerler arasında sayılan bu zaman göstericiler, değişik mimari biçimleriyle görsel bir abide olarak tasarlanmışlar. Barok, neo-klasik, ampir ve oryantal gibi tarzlarda inşa edilen bu görkemli yapılar, silindirik, çokgen, dörtgen, yukarıya doğru daralan, iç içe geçmiş prizmalar şeklindeki gövde tasarımlarıyla da birbirlerinden farklı görüntüler çizer. Kimi oldukça sade tasarlanmışken, kimi de tüm süslerini takınıp mağrur bir edayla çıkar karşımıza. Bazılarının üzerinde II. Abdülhamid'in tuğrasına, bazılarının kapı ve duvarlarında ise değişik konular hakkındaki kitabelere rastlanır. Kulelerin yapımını sadece II. Abdülhamid'in fermanına bağlamak eksik olur. Saat kuleleri aynı zamanda Osmanlı'nın içine girdiği batılılaşma sürecini de temsil etmekteydi. Tanzimat Fermanı'ndan sonra her alanda görülen, özellikle kamu yapılarında yaygınlaşan modernleşme girişiminin bir sembolüydü kuleler. Osmanlı Müslüman toplumunun ezana endeksli zaman ölçümünden daha standart ve detaylı bir zaman ölçümüne geçmesine olanak tanıyarak, modernleşme sürecine ivme kattılar.
ZAMANA DİRENEN ZAMAN GÖSTERİCELER
Çoğu, meydanlara ve yüksek yerlere, kısaca yerleşimlerin merkezlerine konumlandıkları için her yerden görülebilir. Kimimiz onun altında randevu verir, kimimiz adres tarifinde yararlanır, kimimiz ise önünde hatıra fotoğrafı çektiririz. Saat kulelerinin bazıları, zamanı göstermenin yanı sıra yangın gözetleme kulesi ve meteorolojik olayların ölçüm istasyonu olarak da kullanılmış. Altlarındaki sebiller susayanlara hayat vermiş, sisli havalarda ise onun yol gösterici ışığından faydalanmış insanlar yıllar boyunca.
Saat kulelerine bulundukları yer itibariyle bakarsak; meydanlarda, tepelerde veya bir yapının üzerindeki kuleler olmak üzere üç değişik gruba ayırabiliriz. Her biri kültürel anıt niteliğinde olan saat kulelerine en fazla, belki de dönemin başkenti olma sıfatından dolayı İstanbul'da rastlıyoruz. Bulundukları yerleşimlerin izlerini taşıyan bu abideler, birbirlerine oldukça yakın konumlanmış. Sirkeci Garı, Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi, Tophane, Dolmabahçe, Yıldız Sarayı ve Şişli Etfal'de bulunan saat kuleleri, eski kentin anılarıyla birlikte yaşar hâlâ. Bunlara, sonradan yapılan Büyükada ve Boğaziçi Üniversitesi'ndeki saat kulelerini de eklemek gerekir. İzmir, Kocaeli, Dolmabahçe, Yıldız ve Tophane'deki saat kuleleri, dış görünümlerindeki olağanüstü mimari motiflerle, benzerleri arasından sıyrılan estetiğiyle öne çıkar. Gökyüzüne uzanan bu yapıların en yüksekleri 33 metrelik Bursa ve 32 metrelik Adana saat kuleleridir. Gerede ve Mudurnu saat kuleleri ise ahşap gövdeleriyle diğerlerinden ayrılır. Adana, Antalya, Erzurum ve Gümüşhacıköy gibi kuleler bir yapının üzerinde yükselenlere; Bilecik, Göynük, Kastamonu, Mudurnu ve Sivrihisar ise tepelere konumlanan kulelere en iyi örnekleri teşkil eder. Bu görkemli yapıların son örnekleri ise, Cumhuriyet döneminde yapılan Alaca, Boyabat, Çerikli, Gaziantep, Gerze, Karabük, Şefaatli ve Yerköy saat kuleleridir. Tüm bu saydıklarımıza Osmanlı döneminde yapılıp şimdi sınırlarımız dışında kalan Şam, Podgorica, Herceg Novi ve Saraybosna saat kulelerini de eklemek gerekir elbette.
Kulelerin hemen hepsi yapı olarak eski olmasına karşın, saatleri zaman içerisinde yenilenmiş. Ezani saat sistemi, 1926 yılında Miladî yıl ve Alafranga saat uygulamasının kabul edilmesinden hemen sonra değiştirilmiş; 1928 Harf Devrimi'nin ardından saat kadranlarındaki Arapça rakamlar kaldırılmış. Meydanlarda, tepelerde ve bir yapının üzerinde yer alan kulelerin büyük bir kısmı, işlevini hâlâ sürdürüyor günümüzde. Ama bir kısmı da, ilgisizlik ve bakımsızlık nedeniyle terk edilmişliğin hüznünü yaşıyor ne yazık ki.
Saatlerin yalnız zamana değil kendilerine ait bir dilleri de var. Zamanın ölçü birimi saatler, güneş saatiyle başlayan serüvenine devam ediyor yüzyıllardır. Süreç içerisinde mekanikten dijitale çeşitli evrelerden geçen saatler, giderek teknolojik tasarım ürünlerine dönüşüyor. Devasa cüsseleriyle saat kuleleriyse, artık belirledikleri zamana yenik düşüyorlar sessizce. Şimdi, yitik zamanın içinde kaybolan bu anıtları restore edip tarihi eser statüsü kazandırarak koruma zamanı.