AdBlock kullandığınızı tespit ettik.

Bu sitenin devam edebilmesi için lütfen devre dışı bırakın.

UNESCO İle Felsefe Arasındaki İlişki

SoruCevap

Yeni Üye
Katılım
17 Ocak 2024
Mesajlar
350.999
Çözümler
1
Tepkime puanı
17
Puan
308
Yaş
36
UNESCO İle Felsefe Arasındaki İlişki Nedir?
UNESCO İle Felsefe Arasındaki İlişki


UNESCO’nun kuruluşu olan 16 Kasımlı günlere önemli iki olgu daha rastlıyor. Birisi Uluslararası Hoşgörü ya da Tolerans Günü ve diğeri Dünya Felsefe Günü.



Sanki Kasım ayı UNESCO’yu felsefeye bağlıyor. Hele bu yıl Dünya Felsefe Günü’nün ülkemizde kutlanacağı düşünülürse, bu bağlantı daha da pekişiyor. Bunun nedeni Miletli yani Didimli Tales, kimilerine göre Batı Felsefesinin ilk filozofu. Bu yıl Dünya Felsefe Günü İonyalı Tales’in yaşadığı bu topraklarda, İoanna aracılığı ile bizi buluşturuyor. Profesör İoanna Kuçuradi, buradaki kutlamamızın bir anlamda mimarı.



UNESCO Türkiye Milli Komisyonu olarak böylesi bir toplantıyı sahiplenme görevi bize yönelince akla hemen Felsefe-UNESCO bağlantısı geldi. Bu örgütün kuruluşunun ve öngördüğü etkinliklerin felsefi açılımlar olduğunu düşünmemek imkansız. Senegalli felsefe profesörü Süleyman Bachir Diagne, Gelecek için nasıl bir UNESCO tartışmalarında neredeyse aynı şeyleri dillendiriyor ve UNESCO’nun bu ihtiyar dünya için hala yeni bir fikir olduğunu ileri sürüyor.



Gerçekten UNESCO’nun bir fikir laboratuvarı olarak insanoğluna, onun onuruna yakışır düşünceler, fikirler ürettiği, bu misyonu ile bir çok konuda bir felsefe mutfağı görevini üslendiği açıkça söylenebilir. Söz gelimi eğitimi bir İnsan Hakkı olarak görerek bunu bir hedef haline getiren Herkes İçin Eğitim programı; Barış Kültürü olarak bilinen ve artık neredeyse bir slogana dönüşen yaklaşım; bu yaklaşımın bir parçası olarak görülmesi gereken Hoşgörü-Tolerans fikri ilk akla gelenler.



Biyolojik çeşitlilik ile kültürel çeşitlilik arasında bağ oluşturma fikri de bu örgütte yeşerenlerden. Hatta uluslar arası sözleşmelere dönüştürülüp birer yasal aygıt olarak herbirinin korunmaya alınması öngörülenlerden.



Ya İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin daha bilimsel dayanaklarla yeniden biçimlendirilmesi olan Biyoetik ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine ne demeli? Bunların hepsi, şüphesiz felsefi açılımları içeriyor.



Artık bu yıl Türkiye’de kutlama fırsatı bulduğumuz Dünya Felsefe Gününde, UNESCO’nun kendisinin ve öngördüğü, örgütlediği, desteklediği programların, projelerin neredeyse tümünün, Felsefe dayanaklı açılımlar olduğunu daha cesurca dile getirebiliriz.



İnsanoğlunun bir arada yaşamasını sağlayan devlet mekanizmalarının sadece bir erk, güç olarak algılanmasının doğru olmadığını, bunun için erk sahiplerinin UNESCO’yu yazarı ile, çizeri ile, bilim ve düşün adamları ile birlikte hareket etmelerini öngören bir “Diyalog” ortamı olarak görmeleri gerektiği kanaatindeyiz.



İşte bu UNESCO yapılanması, insanoğlunun yaratısı olarak nitelenebilecek Kültürlerin tümünün denkliğini dile getiren ve bunlara tüm insanlık adına sahip çıkılmasını telkin eden ve hatta zorlayan sözleşmeler olan Kültür ve Doğal Varlıkların Korunmasına İlişkin Sözleşme ve Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesi ile yetinmemiş ve Kültürlerarası-Medeniyetler arası Diyalog programını öngörmüştür. Görünürlülüğü sağlamak üzere prestij listeleri oluşturmaya yönelmiş ve böylece toplumlarda, bireylerde bilinç ve sağduyu oluşturulmasını hedeflemiştir. Bu yaklaşımın felsefi olduğunu söylemek yanlış olarak betimlenmemelidir.



Etik, UNESCO’da başlı başına bir felsefi yaklaşım olarak önümüze çıkıyor. Bilim ve Teknoloji Etiği Dünya Komisyonu; Uluslararası Biyoetik Komitesi bu yaklaşımın neredeyse bağımsız sürücü güçleri olarak yeni felsefi söylemleri, uygulamaya doğru yönlendirmeyi hedefliyor. İnsan Hakları uygulamalarından sonra bu yaklaşımlar, belki de Felsefe’nin uygulamaya aktarıldığı, uygulama alanı bulduğu, somutlaşan sonuçlara yöneldiği ilk yaklaşımlar olarak düşünülebilir.



Yukarıda değinilenlerden sonra UNESCO’nun sözgelimi su ve suyla ilgili ekosistemlerle; yerbilimleri ile; okyanuslarla ilgilenmesini, hem de felsefi çıkış noktalarından hareketle özel yapılanmalar oluşturmasını takdir etmek gerekir düşüncesindeyiz.



Bu arada İfade Özgürlüğü olarak bilinen kavramın en önemli savunucusunun UNESCO olduğuna vurgu yapmak gerekir. Ayrıca Bilgiye Erişimi bir insan hakkı olarak görmek; Bilgi Toplumunda Etik Konulara değinmek, felsefe tabanlı yaklaşımlar olarak nitelenmelidir.



Böylesi öncü, böylesi insani, böylesi, tabir caizse şövalyece bir misyonu üslenen UNESCO’nun, aradan geçen bunca yıl sonra başarılı olarak düşünülebilmesinin karşısındaki en büyük engel, küreselleşme, uluslararası siyaset ve bunların sürücü gücü olan sorumsuz, hırslı ekonomik mekanizmalardır kanaatindeyiz. Ama tüm insani değerlerin savunulmasına dayanak oluşturacak felsefi argümanları ürettiği için UNESCO, başarılıdır demek geliyor içimizden. Bunun sürdürülebilmesinin bu benzersiz yapıda entelektüel katkıların öne çıkarılması ile mümkün olabileceğine vurgu yapmak yerinde olur.



Prof. Dr. Arsın AYDINURAZ
 
Geri
Üst