Ü Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler ve Anlamları

SoruCevap

Yeni Üye
Katılım
17 Ocak 2024
Mesajlar
350.999
Çözümler
1
Tepkime puanı
17
Puan
308
Yaş
36
Ü Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler ve Anlamları

ÜBAB Şiddetli ve taşkın sel suyu.
ÜBATİR Akrabasını arayıp sormayan kişi.
ÜBBEHET Ululuk, büyüklük, azamet.
ÜBEYD (Abd. dan) Kölecik, kulcağız.
ÜBHET (Bak: Übbehet)
ÜBNE (C.: İben) Ağaç boğumu.
ÜBUD Ürkmek.
ÜBÜLLE Basra yakınında bir harap şehir. * Bir miktar hurma.
ÜBÜVVET (Eb. den) Babalık, atalık.
ÜBÜVVETEN Babalık sıfatıyla. Atalık cihetiyle.
ÜCAC Tuzlu, acı su.
ÜCAHİN (C: Acâhine) Hizmetkâr. * Aşçı. Dost. * Deyyus.
ÜCEM (Ecme. C.) Sık ağaçlık yerler.
ÜCRA f. Pek uçta ve kenarda olan. Uzak. (Bu kelime, Arapça zannedilerek “hücra” yazılması yanlıştır.)
ÜCRET Hizmet karşılığı verilen şey.
ÜCUM Kale.
ÜCUN Suyun renginin ve tadının bozulması.
ÜCUR (Ecir. C.) Ecirler, sevablar.
ÜCURAT (Ücret. C.) Ücretler.
ÜCÜMM Medine ehlinin taştan yaptıkları hisar. * Sığınacak yer. * Damlı dört köşeli ev.
ÜDEBA (Edib. C.) Edibler, edebiyatçılar. * Edeb sâhibleri. Zarif kimseler.
ÜF Kulak kiri. * Tırnak arasında olan kir. * Hüzün ve kedere işaret eden kelime.
ÜFÇE f. Bostan korkuluğu.
ÜFF Of!
ÜFFE Necis, pis.
ÜFHUD Yetişmiş çocuk.
ÜFHUS (C.: Efâhis) Kayalarda olan kuş yuvası.
ÜFKUHE Şaşılacak şey.
ÜFN Hamâkat, ahmaklık.
ÜFNUN Hâl. Nev, çeşit. Saçma sapan söz. Dedikodu.
ÜFTADE f. Düşmüş. Fakir, biçare. * Âşık, tutkun.
ÜFTADEGÂN (Üftade. C.) f. Düşkünler. Tutkunlar. Âşıklar.
ÜFTADEGÎ f. Düşkünlük, biçarelik.
ÜFTAN f. Düşen. Düşerek.
ÜFUK (Efk) Yalan söylemek. * Kaçmak. * Bir işten sapmak.
ÜFUL Batmak, kaybolmak. * Mc: Ölmek.
ÜF’ULE Vazife, görev.
ÜF’UVAN Erkek yılan.
ÜFÜRRE Karışmak.
ÜHBE Yolculuk veya asker için hazırlanmış elbise ve malzeme. * Süt.
ÜHCİYYE (Ühcüvve) Hicvetmeğe sebep olan şey.
ÜHCÜVVE Hicvetmeğe sebep olan şey. * Yerme, hicvetme.
ÜHKUME Alaylı söz veya hal.
ÜKEL (Ükle. C.) Lokmalar.
ÜKİLE Gıybet.
ÜKL (Ükül) Meyve, yiyecek, azık. * Zekâ.
ÜKLE (C.: Ükel) Lokma.
ÜKNE Çukur içinde olan kuş yuvası.
ÜKRE Yuvarlak nesne. Top. * Çukur.
ÜKRUME Kerem, bahşiş, lütuf.
ÜKSUM Çimenlik yer. Çayırı bol ve güzel olan bahçe.
ÜKSUS Sarmaşık.
ÜKULE Sürüden ayırıp beslenilen koyun.
ÜKÜL (Bak: Ükl)
ÜKZUBE Yalan. Uydurma, söz.
ÜLBE Kıtlık. * Açlık.
ÜLBUB Kiraz çekirdeği.
ÜLEMA (Bak: Ulemâ)
ÜLFET Alışma, alışkanlık. Birisiyle münasebette bulunmak. Ünsiyet. Ahbablık, dostluk. Huy etme. Görüşme, konuşma.(İnsanları fikren dalâlete atan sebeblerden biri; ülfeti, ilim telâkki etmeleridir. Yâni me’lufları olan şeyleri kendilerince mâlum bilirler. Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyata teemmül edip ehemmiyet vermezler. Halbuki ülfetlerinden dolayı mâlum zannettikleri o âdi şeyler birer hârika ve birer mu’cize-i kudret oldukları halde, ülfet sâikasiyle onları teemmüle, dikkate almıyorlar; ta onların fevkinde olan tecelliyat-ı seyyâleye im’an-ı nazar edebilsinler. Bunların meseli deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanata ve sâir garip halâtına bakmıyarak yalnız rüzgâr ile husule gelen dalgalara ve şemsin şuâatından peyda olan parıltısına dikkat etmekle Mâlik-ül Bihâr olan Allah’ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsanların arza âit mâlumat ve müsellemat-ı bedihiyatları ülfete mebnidir. Ülfet ise, cehl-i mürekkeb üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur’an, âyetleriyle insanların nazarını me’lufatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havârik-ul-âdât mu’cizeleri o âdiyat içerisinde gösterir. M.N.) (Bak: Tefekkür)
ÜLFETGER f. Ülfet eden. Ülfet edici.
ÜLHİYYE Çocuk oyuncağı, oyuncak.
ÜLHÜVVE Oyuncak, çocuk oyuncağı.
ÜLİNNÜHA (Üli-n nühâ) Akıllı kimseler.
ÜLKER (Bak: Süreyya)
ÜLKÜ Bazı öz türkçecilik taraftarlarınca kullanılmış bir kelimedir. Divan-ı Lügat-ıt Türk’te “Peyman” mânasına geldiğine merhum A. Hamdi Elmalılı işaret ediyor: “Ahd ü misak” da denir. Emanî, ideal mânâsına kullananlar varsa da yanlıştır.
ÜLTİMATOM (Oltimatom) Fr. Kat’i ve dönülmez söz. Son söz. * Bir devletin başka bir devlete verdiği ihtar.
ÜL’UBE Piyes, oyun.
ÜLUF Binler. (Bak: Uluf)
ÜLUHİYET (Bak: Uluhiyet)
ÜL’ÜBAN Oyuncu, aktör.
ÜLÜM f. Bölük, takım, cemaat.
ÜLYA (Bak: Ulyâ)
ÜMA’ Kedi miyavlaması.
ÜMDUD Usûl, âdet, görenek.
ÜMDUHA Medhedilmeğe sebep olan hal veya iş.
ÜMEM (Ümmet. C.) Ümmetler. Milletler.
ÜMEM-İ SÂLİFE Geçmişteki ümmetler. İslâmiyetten evvel diğer Peygamberlere tâbi olmuş ümmetler.
ÜMENA Emin kimseler. Eminler. Emniyet sahibleri.
ÜMERA (Emir. C.) Emirler, beyler. Seyyidler. şerifler. * Yüksek rütbeli zabitler.
ÜMHUD Çömlek. * Tuzluk.
ÜMİD f. Ummak. Emel. Arzu. İntizar. Umut. Rica.
ÜMİDBAHŞ f. Ümitlendiren, ümit veren.
ÜMİDBESTE f. Ümitlenmiş, ümit bağlamış.
ÜMİDGÂH f. Bir şey ümit edilen yer veya makam.
ÜMİDVÂR f. Ümitli. Ümit besleyen.(Evet, ümidvâr olunuz; şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır. M.) (Rahmet-i İlâhiyyeden ümid kesilmez. Çünkü Cenab-ı Hak bin seneden beri Kur’anın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatını muvakkat arızalarla inşâallah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir… M.)
ÜMLUC Yaprak. * Selvi yaprağına benzer uzun, karışık bir ot.
ÜMLUD (C: Müled) Kamış dalı.
ÜMM Ana, anne, vâlide. Nine. * Asıl, esas. * Başlıca olan şey.
ÜMM-İ SELEME (Mi: 542-626) Ümmehât-ı Mü’minînden olup, Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın son vefat eden zevcesi idi. 378 Hadis-i şerif rivayet etti. (R.A.)

ÜMM-ÜD DEM Kırmızı kan damarlarında görülen kabarma. Bu nabız damarlarından birisine açılan kan kesesi.
ÜMM-ÜD DİMAĞ Beyin zarı.
ÜMM-ÜD DÜNYA Dünyanın anası. Mısır.
ÜMM-ÜL BİLÂD Mekke-i Mükerreme.
ÜMM-ÜL HABÂİS Şarap, rakı gibi haram olan içki.
ÜMM-ÜL KİTAB Kitabın anası, esası. Levh-i Mahfuz ve ilm-i İlâhî. (Yâni: Kur’ân, İlm-i İlâhîde, Levh-i Mahfuz’da ezelî ve ebedî olarak mahfuz bulunduğundan Kur’anın aslı ve anası mânasında kullanılan bir tabirdir.) * Kur’an-ı Kerim’in müteşabih olmayan muhkem âyetlerine de kitabın anası, esası mânasında Ümm-ül Kitab denilir. * Fâtiha Suresi. * Diğer bir mânada bütün müsbet ve faydalı kitabların anası ve mercii olarak Kur’an-ı Kerim’e de denir.)
ÜMM-ÜL KURÂ Mekke-i Mükerreme.
ÜMM-ÜL KUR’AN Fâtiha Suresi.
ÜMM-ÜL VELED Huk: Çocuğunun kendi efendisinden olduğunu söyleyen çocuk doğurmuş cariye.
ÜMM-ÜN NÂFİ’ Tavuk.
ÜMM-ÜN NÜCUM Gök. Sema.
ÜMM-ÜT TAÂM Buğday.
ÜMM-ÜT TÂRIK Deve kuşu.
ÜMM-ÜT TARÎK Ulu yol. Yüce yol.
ÜMMAN Emin kimse. Emniyetli kişi.
ÜMMEHAT (Ümm. C.) Analar. * Esaslar, asıllar. * İslâmî ana eserler. Me’haz olabilecek kıymetli ilmî eserler.
ÜMMEHÂT-ÜL MÜ’MİNÎN Mü’minlerin anaları. Peygamberimiz Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübarek zevceleri.
ÜMMET Cemaat, kavim, taife. * Bir hâkim milletin ashabından olan hey’et-i içtimaiye. * Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat. * Bir dille konuşan millet. * Arkasına düşülecek bir cemaat veya tarikat.
ÜMMET-İ KAİME Hakşinas, doğru, doğrudan ve Allah için kalkan, müstakim ve âdil ümmet.
ÜMMİ Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir.) * Anaya mensub olan.(Mefhar-i Âlem (A.S.M.) hiç bir mektebde, medresede ve hiçbir beşerden tahsil görmeden, ümmiliğiyle beraber, evvel, âhir ilimlerle mücehhez olması, Âlem-i İslâma, âlemlere ve dünyaya rahmet olması ve Onun bir misli ve benzeri bulunmaması, en büyük mu’cizelerden ve Hak Peygamber olduğuna dair en mühim delillerdendir.)

ÜMMİ SİNAN (Vefatı Hi: 958, Mi: 1551) Halvetî Tarikatı, Sinaniye kolunun piridir. Bursa’lı olduğu nakledilir. Karaman’lı olduğu hakkında da rivayet vardır. Risale-i Şerife-i İstanbulî Ümmi Sinan adında bir eseri vardır. (R. Aleyh.) (Osmanlı Müellifleri sh: 214)
ÜMMİYANE f. Bir şey bilmiyormuşçasına. Ümmilere yakışır halde. Okur yazar olmadan.
ÜMMİYYE Analık, annelik.
ÜMMİYET Ümmi oluş. Ümmi kimsenin hali. Okur-yazarlığı olmamak.
ÜMNİYYE Umut, ümid. * Arzu, istek, talep. * Niyet, kuruntu.
ÜMSÜLE Örnek olarak verilen beyit. Misal olarak gösterilen mısra.
ÜMUMET (Ümm. den) Annelik, analık.
ÜM’UZ Keçi veya karaca.
ÜMÜLDAN Taze fidan. Körpe dal. * Genç, güzel. * İnce ve narin vücud.
ÜNAFİ Büyük burunlu kimse.
ÜNAH Süstlük, zayıflık.
ÜNAN İnleme.
ÜNAS Halk. İnsanlar.
ÜNBUB (Ünbube) Kamıştaki boğum arası kısım. * Parmak uçları. * Tüp. İnce boru.
ÜNBUSE Çocukların oyunu.
ÜNBUŞ (Ünbûşe) Bitki kökü. Kökü yerden takımıyla birlikte çıkarılan fidan.
ÜNCUC (C.: Anâcic) Hızlı yürüyen at.
ÜNCUR Şişe kılıfı.
ÜNF (Bak: Unf)
ÜNKUA Yağ biriken yer.
ÜNMA İçi saman veya ot doldurulmuş şey.
ÜNS Alışkanlık, alışma. * Arkadaş. Hemdem.
ÜNS TUTMAK Alışmak, birlikte düşüp kalkmak.
ÜNSA Dişi. Kadın, kız.
ÜNSA-ÜNS Sıkıfıkı konuşma.
ÜNSÎ (Ünsiye) Alışmış, ünsiyet etmiş, sokulgan. * Arkadaş.
ÜNSİYET Alışkanlık, dostluk. Birlikte düşüp kalkmak. Ahbablık.
ÜNŞUDE (Bak: Neşide)
ÜNŞUTA Düğüm, ilmik.
ÜNUF Henüz daha yedirilmemiş olan çayır. * (Enf. C.) Burunlar.
ÜNUSET Dişilik. Müennes oluş.
ÜNÜN Ayağı ve burnu kırmızı, vücudu kara olan bir kuş.
ÜNVAN İsim. Lâkab. Adres. * Önsöz, mukaddeme.
 
Geri
Üst