SoruCevap
Yeni Üye
- Katılım
- 17 Ocak 2024
- Mesajlar
- 350.999
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 17
- Puan
- 308
- Yaş
- 36
- Konu Yazar
- #1
Sivil Toplum Örgütleri amacı - sivil Toplum kuruluşları
Sivil toplum örgütleri demokratik sistemler içinde vazgeçilmez temel unsurlardan biridir. Bilindiği gibi önümüzdeki yıllar tüm dünyada dernekler, vakıflar ve sivil toplum örgütleri büyük önem arz edecektir. Hatta siyasi partiler de hükümet olmadıkları sürece sivil toplum örgütü olarak görülebilir.
Sivil toplum örgütleri kendi içinde aynı düşünceyi paylaşan insanların bir araya gelmesiyle kurumsallaşmaktadır. Bu örgütler her ne kadar tek tip özellik gösteriyor olsalar bile bunlar kendi çatıları altında bir güç oluşturmaktadır. Farklı amaç ve anlayış altında çalışan sivil toplum örgütleri bir şehirde, bölgede ya da ülke bütününde bir demet oluşturmaktadır. Bu da çeşitlilik ve zenginlik olarak değerlendirilmelidir. Toplumda sosyal dokuyu koruyan bölgesel özelliklere ve güzelliklere sahip çıkan ve yaşatan kuruluşlardır. Bu örgütler toplum düşüncesinin özgürleşmesine ve siyasi kalitenin yükselmesine büyük katkı sağlamaktadır. Sivil toplum örgütleri kendi ürettiğini bir başkasına dayatmaz. Eğer bir dayatma olursa bir başka örgüt de kendi üretimini dayatır. Bu bakımdan dayatma sivil toplum kuruluşlarının düşmanıdır. Sivil toplum örgütleri özgür düşünce ve özgür teşebbüsle beslenir. Bu yapılardan dolayı sivil bir gücü temsil etmekte ve üçüncü sektör olarak isimlendirilmektedir.
Birinci sektör; yasa yönetmelik ve mevzuatla yönetim ve faaliyet içinde bulunan devlet sektörüdür. İkinci sektör ise kazancını maksimum kılacak anlayış içinde çalışan sermaye sahipleri, şirketler ve çalışanlardır. Üçüncü sektör ise her iki ortamda bulunan ve bulunmayan insanlardan oluşan, gönüllülerin bulunduğu sektördür. Bu sektör sivil kuruluşlardır. Bunlar üçüncü sektör olarak isimlendirilmektedir. Bu kuruluşların üretiminde, yasa, yönetmelik ve mevzuatlar devlet sektöründe olduğu gibi sınırlayıcı değildir. Gönüllü olarak hizmet edenler, şirket ve sermaye kesiminde olduğu gibi kar amacı taşımadığı ve özgür düşünen, özgür hareket eden insanlardan meydana gelmediği aşikardır. Üçüncü sektör olarak sivil toplum örgütleri diğer sektörlere göre daha kaliteli, daha özgün çalışmalar yaparak yerel ve merkezi yönetimlere katkı sağlamaktadırlar.
2- Türkiye’ deki Sivil Toplum Örgütleri
Sivil Toplum Örgütleri – Devlet İlişkileri
Türkiye’deki sivil toplum örgütleri Kızılay, Türk Hava Kurumu, Mühendis ve Mimarlar Odası, Ticaret ve Sanayi Odaları gibi yarı resmi örgütler , Dernekler, Vakıflar ve Sendikalar gibi sivil örgütler olarak sınıflandırılabilir. Bu ikinci grup örgütler yasalar çerçevesinde devlet kurumlarından izin alarak faaliyet göstermektedirler. Böyle olmasına karşılık en üst düzeyde devlet yetkilileri ” sivil toplum örgütleri falan, filan…”, “kıytırık bir dernek” gibi tanımlara ve yoğun ve uzun bürokratik süreçlere sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerini engellemektedir. Yasal olarak kurulmuş sivil toplum örgütleri aşağılanmakta ve önemsenmemektedir.
Yöneticiler tarafından birinci grup örgütler için “yarı resmi kurum” yerine “yarı sivil kuruluş” bakış açısı öne çıkarılmalıdır. Yöneticiler sivil toplum örgütlerinin yaptıklarını, bardağın boş kısmı değil de dolu kısmı olarak görmelidirler. Yöneticilerin kendilerini talimat veren ve diğerlerini emir alan ve uygulayan olarak görme tarzını terk etmesi ve sivil toplum örgülerine fuzi mantığıyla yaklaşması gerekmektedir.
Türkiye’de faaliyette bulunan sivil toplum örgütleri birtakım yapısal ve kurumlaşma sorunları taşımaktadır. Bunlar aşılmalıdır. Sivil toplum örgütleri bu sorunları aştıkları sürece başarılı olacaktır. Bu bakımdan Hukuk devletini korumayı ve yaşatmayı amaç edinmiş sivil toplum örgütlerinin insancıl ve barışcıl yakalaşımlarla önü açılmalıdır. Ayrıca sivil toplum örgütlerinde amaçlarına uygun faaliyetlerin planlanmasında iç yöneticilerinin başarısını sağlayacak sistem kurulmalıdır. Bir çok sivil toplum örgütü faaliyetlerini yürütmede, organize etmede,plan ve programını oluşturmada yönetsel bilgi ve beceri eksikliği yaşamaktadır. Bu bakımdan sivil toplum örgütlerinin yöneticilerinin yetiştirilmesine yönelik üniversitelerde bölümler açılmalıdır.
Maddi Kaynak Temini;
Sivil Toplum Örgütleri; ihtiyacı olan maddi kaynakların temininde ve harcamasında profesyonel bir çalışma içinde görülmemektedir. Çoğu “bağış” kavramına sıkışmış kalmıştır. Bağışların yanında bu örgütler kamu ve özel kuruluşlar tarafından desteklenmelidir. Mesleki faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin ise mesleki üretim ve hizmet faaliyetleri göstererek yeni maddi kaynaklar temin etmelerinin yasal olarak önü açılmalıdır.
Kararlara Katılma;
Öncelikle Sivil toplum örgütleri kendi içinde üyelerinin kara verme sürecine özgürce katılmalarını sağlamalıdır. Bunun yanı sıra toplumsal ve siyasal sürece katkıları olmalıdır. Sivil toplum örgütlerinin görüş ve düşüncelerini her türlü iletişim araçlarıyla topluma sunabilmelerinin yasal olarak önü açılmalıdır.
Sivil Toplum Örgütlerinin Kendi Aralarındaki İlişkiler;
Türkiye’de faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri arasında iletişim ve diyalog eksikliği bulunmaktadır. Bu bakımdan toplumsal sorunlarda ortak hareket ve güç birliği kolayca sağlanamamaktır. Bu bakımdan Türkiye’deki sivil toplum örgütleri kendi aralarında iletişim kurmalı, ortak projeler üretmeli ve yardımlaşma, işbirliği ve diyalog gayreti içinde olmalıdır.
Kurumlar – Sosyal Örgütler – Sivil Toplum Kuruluşları ile ilgili bilgi, belge ve dökümanlar Edubilim tarafından sizler için biraraya getirilmiştir. Sizde bu konularla ilgili bildiklerinizi veya elinizdeki dökümanları bizimle paylaşırsanız memnun oluruz…
Sivil Toplum Kuruluşları
Sivil toplum kuruluşları, resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır.
Tarihçe
Uluslararası STK’ların tarihi 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanmaktadır. Köleliğe karşı ve kadın haklarının kazanılması konularında çok önemli roller oynayan STK’ların etkinlikleri Dünya Silahsızlanma Konferansında en üst düzeye ulaşmıştır. Ancak bugünkü manası ile “Sivil Toplum Kuruluşu” kavramı ilk defa 1945 yılında Birleşmiş Milletler teşkilatının kuruluşu sırasında, kuruluş beyannamesinin 10. Bölümününün 71. Maddesinde devlet ve üye ülkelere ait olmayan kuruluşların danışmanlık rolü ile ilgili tanımlamada kullanılmıştır. Sivil Toplum Kuruluşlarının sürdürülebilir kalkınma alanındaki hayati rolleri ilk defa Birleşmiş Milletlerin STK’lar ile BM arasında sıkı danışmanlık ilişkilerinin düzenlendiği 21. ajandasının 27. Başlığında dile getirilmiştir.
Sivil toplum kuruluşları oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir. Vakıf dernekler topluma yararlı bir hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır. Sivil Toplum Kuruluşları, herhangi bir devlet organından bağımsız bir şekilde özel kişilerin girişimiyle kanuni olarak kurulmuş her türlü organizasyon için kullanılan genel bir terimdir. STK’ların tamamen veya kısmen devlet organları tarafından desteklendiği durumlarda bile STK bünyesinde herhangi bir devlet yetkilisi bulunmadıkça kurumun STK olma özelliğinin devam ettiği kabul edilir.
Küresel Örgütler
20. yüzyıl boyunca, küreselleşme STK’ların önemini artırmıştır. Çoğu sorunların ülkelerin kendi içinde çözülmesi imkansızdır. Uluslararası antlaşmalar ve Dünya Ticaret Örgütü gibi Uluslararası Örgütler finansal alandaki büyük aktörlerin çıkarlarına odaklı olarak algılanmaktadırlar. Bu alandaki dengesizliği gidermek için STK’lar insani konular, kalkınma yardımları ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında gelişim göstermişlerdir. Buna bir örnek olarak Dünya Ekonomik Forumuna rakip bir toplantı olarak heryıl düzenlenen Dünya Sosyal Forumunun heryıl Ocak ayında Dünya Ekonomik Forumunun düzenlendiği Davos’ta düzenlenmesi belirtilebilir. 5. Dünya Sosyal Forumu Ocak 2005 tarihinde 1.000’den fazla uluslararası STK temsilcisinin katılımı ile toplanmıştır.
Görüşler
Bu tür toplantılarda genel olarak STK’ların fakirlerin popüler hareketlerinin yerini aldığını savunurken diğer gruplar STK’ların kuruluşlarından beri Emperyalist yapıda olduklarını ve koloniyal dönemde ruhban sınıfının üstlendiğine benzer bir görev yürütmekte olduklarını ve bir ülkenin iç işlerine STK’ler aracılığı ile müdahele etmeyi amaçladıklarını savunmuşlardır.
İlk defa batıda ortaya çıkan sivil toplum, batıdaki mutlak monarşilerin bütün güç ve baskılarına rağmen onların kontrollerinden kaçan ve böylece özerk (otonom) bir sürecin şekillenmesini sağlayan güçtür. Ortaçağda batıdaki şehirlerde oturan kişiler, zamanla şehirli olarak kolektif bir bilinç geliştirmiş ve sivil toplum olgusunun doğmasını sağlamışlardır. Batı monarşileri sivil toplumun izlerini hiçbir zaman tam olarak silememiştir. Sivil toplumda iktidarı dizginleyen bir güç olarak süregelmiştir. Bugünkü anlamda sivil toplumun ortaya çıkışı ise batıda sanayi devrimi ile meydana gelen yeni toplumsal ve siyasal arayışların sonucu olmuştur. Batıda Rönesans’tan sonraki gelişmelerin bir sonucu olarak yeni bir siyasal toplum arayışına girişilmiş, bunun bir gereği olarak da Ulus devlet, ulusal nitelikli bir din, daha katılımcı ve özgürlükçü bir siyasal yaşam, doğal halden aranmış bir siyasal yapı gibi temalar tartışılmıştır. Zira Katolik kilisesi Rönesans’tan önce yaşamın her alanında olduğu gibi siyasal yaşam ve normlar üzerinde de hegemonya kurmuş ve Katolizm eksenli değerler geliştirmiştir. Fakat daha sonraları bir yandan Martin Luther King ve John Calvin öncülüğünde başlayan ulusal din arayışı, bir yandan da Machiavelli tarafından başlatılan ulusal devlet arayışlarının etkisi ile yeni bir siyasal yapının temelleri atılmıştır. Sivil toplum kavramına Hobbes, Locke ve Rousseau gibi düşünürler değişik şekillerde yorumladıktan sonra bu kavramı bildiğimiz anlamda Hegel kullanmıştır. Hegel sivil toplum ile siyasal topluma arasında bir ayrım yapmış analitik bir düzeyde devlet ve toplum arasındaki çizgileri belirtmiştir. Devletin düzenlediği alanları ve toplumsal ilişkileri siyasal toplum kavramıyla ifade etmiş, geriye kalan özerk alanları ise sivil toplum olarak isimlendirmiştir. Hegel sivil toplumu, bütün bireysel menfaatlerin birbirleriyle çarpıştığı bir savaş alanı olarak tanımlar. Ayrıca ona göre bu bireysel menfaatler bir yandan özel topluluğun menfaatlerine karşı bir yandan da bireysel menfaat ile özel topluluğun menfaatleri devletin düzenlemelerine ve yüksek görüş noktasına karşı mücadele ederler. Sivil toplum kuruluşlarıda resmi kurumları gibi çalışma şekillerini yasalar çerçevesinde kendileri belirler. Ayrıldıkları tek nokta resmi kurumların çalışma şekillerini devlet belirler
Sivil toplum örgütleri demokratik sistemler içinde vazgeçilmez temel unsurlardan biridir. Bilindiği gibi önümüzdeki yıllar tüm dünyada dernekler, vakıflar ve sivil toplum örgütleri büyük önem arz edecektir. Hatta siyasi partiler de hükümet olmadıkları sürece sivil toplum örgütü olarak görülebilir.
Sivil toplum örgütleri kendi içinde aynı düşünceyi paylaşan insanların bir araya gelmesiyle kurumsallaşmaktadır. Bu örgütler her ne kadar tek tip özellik gösteriyor olsalar bile bunlar kendi çatıları altında bir güç oluşturmaktadır. Farklı amaç ve anlayış altında çalışan sivil toplum örgütleri bir şehirde, bölgede ya da ülke bütününde bir demet oluşturmaktadır. Bu da çeşitlilik ve zenginlik olarak değerlendirilmelidir. Toplumda sosyal dokuyu koruyan bölgesel özelliklere ve güzelliklere sahip çıkan ve yaşatan kuruluşlardır. Bu örgütler toplum düşüncesinin özgürleşmesine ve siyasi kalitenin yükselmesine büyük katkı sağlamaktadır. Sivil toplum örgütleri kendi ürettiğini bir başkasına dayatmaz. Eğer bir dayatma olursa bir başka örgüt de kendi üretimini dayatır. Bu bakımdan dayatma sivil toplum kuruluşlarının düşmanıdır. Sivil toplum örgütleri özgür düşünce ve özgür teşebbüsle beslenir. Bu yapılardan dolayı sivil bir gücü temsil etmekte ve üçüncü sektör olarak isimlendirilmektedir.
Birinci sektör; yasa yönetmelik ve mevzuatla yönetim ve faaliyet içinde bulunan devlet sektörüdür. İkinci sektör ise kazancını maksimum kılacak anlayış içinde çalışan sermaye sahipleri, şirketler ve çalışanlardır. Üçüncü sektör ise her iki ortamda bulunan ve bulunmayan insanlardan oluşan, gönüllülerin bulunduğu sektördür. Bu sektör sivil kuruluşlardır. Bunlar üçüncü sektör olarak isimlendirilmektedir. Bu kuruluşların üretiminde, yasa, yönetmelik ve mevzuatlar devlet sektöründe olduğu gibi sınırlayıcı değildir. Gönüllü olarak hizmet edenler, şirket ve sermaye kesiminde olduğu gibi kar amacı taşımadığı ve özgür düşünen, özgür hareket eden insanlardan meydana gelmediği aşikardır. Üçüncü sektör olarak sivil toplum örgütleri diğer sektörlere göre daha kaliteli, daha özgün çalışmalar yaparak yerel ve merkezi yönetimlere katkı sağlamaktadırlar.
2- Türkiye’ deki Sivil Toplum Örgütleri
Sivil Toplum Örgütleri – Devlet İlişkileri
Türkiye’deki sivil toplum örgütleri Kızılay, Türk Hava Kurumu, Mühendis ve Mimarlar Odası, Ticaret ve Sanayi Odaları gibi yarı resmi örgütler , Dernekler, Vakıflar ve Sendikalar gibi sivil örgütler olarak sınıflandırılabilir. Bu ikinci grup örgütler yasalar çerçevesinde devlet kurumlarından izin alarak faaliyet göstermektedirler. Böyle olmasına karşılık en üst düzeyde devlet yetkilileri ” sivil toplum örgütleri falan, filan…”, “kıytırık bir dernek” gibi tanımlara ve yoğun ve uzun bürokratik süreçlere sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerini engellemektedir. Yasal olarak kurulmuş sivil toplum örgütleri aşağılanmakta ve önemsenmemektedir.
Yöneticiler tarafından birinci grup örgütler için “yarı resmi kurum” yerine “yarı sivil kuruluş” bakış açısı öne çıkarılmalıdır. Yöneticiler sivil toplum örgütlerinin yaptıklarını, bardağın boş kısmı değil de dolu kısmı olarak görmelidirler. Yöneticilerin kendilerini talimat veren ve diğerlerini emir alan ve uygulayan olarak görme tarzını terk etmesi ve sivil toplum örgülerine fuzi mantığıyla yaklaşması gerekmektedir.
Türkiye’de faaliyette bulunan sivil toplum örgütleri birtakım yapısal ve kurumlaşma sorunları taşımaktadır. Bunlar aşılmalıdır. Sivil toplum örgütleri bu sorunları aştıkları sürece başarılı olacaktır. Bu bakımdan Hukuk devletini korumayı ve yaşatmayı amaç edinmiş sivil toplum örgütlerinin insancıl ve barışcıl yakalaşımlarla önü açılmalıdır. Ayrıca sivil toplum örgütlerinde amaçlarına uygun faaliyetlerin planlanmasında iç yöneticilerinin başarısını sağlayacak sistem kurulmalıdır. Bir çok sivil toplum örgütü faaliyetlerini yürütmede, organize etmede,plan ve programını oluşturmada yönetsel bilgi ve beceri eksikliği yaşamaktadır. Bu bakımdan sivil toplum örgütlerinin yöneticilerinin yetiştirilmesine yönelik üniversitelerde bölümler açılmalıdır.
Maddi Kaynak Temini;
Sivil Toplum Örgütleri; ihtiyacı olan maddi kaynakların temininde ve harcamasında profesyonel bir çalışma içinde görülmemektedir. Çoğu “bağış” kavramına sıkışmış kalmıştır. Bağışların yanında bu örgütler kamu ve özel kuruluşlar tarafından desteklenmelidir. Mesleki faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin ise mesleki üretim ve hizmet faaliyetleri göstererek yeni maddi kaynaklar temin etmelerinin yasal olarak önü açılmalıdır.
Kararlara Katılma;
Öncelikle Sivil toplum örgütleri kendi içinde üyelerinin kara verme sürecine özgürce katılmalarını sağlamalıdır. Bunun yanı sıra toplumsal ve siyasal sürece katkıları olmalıdır. Sivil toplum örgütlerinin görüş ve düşüncelerini her türlü iletişim araçlarıyla topluma sunabilmelerinin yasal olarak önü açılmalıdır.
Sivil Toplum Örgütlerinin Kendi Aralarındaki İlişkiler;
Türkiye’de faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri arasında iletişim ve diyalog eksikliği bulunmaktadır. Bu bakımdan toplumsal sorunlarda ortak hareket ve güç birliği kolayca sağlanamamaktır. Bu bakımdan Türkiye’deki sivil toplum örgütleri kendi aralarında iletişim kurmalı, ortak projeler üretmeli ve yardımlaşma, işbirliği ve diyalog gayreti içinde olmalıdır.
Kurumlar – Sosyal Örgütler – Sivil Toplum Kuruluşları ile ilgili bilgi, belge ve dökümanlar Edubilim tarafından sizler için biraraya getirilmiştir. Sizde bu konularla ilgili bildiklerinizi veya elinizdeki dökümanları bizimle paylaşırsanız memnun oluruz…
Sivil Toplum Kuruluşları
Sivil toplum kuruluşları, resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır.
Tarihçe
Uluslararası STK’ların tarihi 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanmaktadır. Köleliğe karşı ve kadın haklarının kazanılması konularında çok önemli roller oynayan STK’ların etkinlikleri Dünya Silahsızlanma Konferansında en üst düzeye ulaşmıştır. Ancak bugünkü manası ile “Sivil Toplum Kuruluşu” kavramı ilk defa 1945 yılında Birleşmiş Milletler teşkilatının kuruluşu sırasında, kuruluş beyannamesinin 10. Bölümününün 71. Maddesinde devlet ve üye ülkelere ait olmayan kuruluşların danışmanlık rolü ile ilgili tanımlamada kullanılmıştır. Sivil Toplum Kuruluşlarının sürdürülebilir kalkınma alanındaki hayati rolleri ilk defa Birleşmiş Milletlerin STK’lar ile BM arasında sıkı danışmanlık ilişkilerinin düzenlendiği 21. ajandasının 27. Başlığında dile getirilmiştir.
Sivil toplum kuruluşları oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir. Vakıf dernekler topluma yararlı bir hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır. Sivil Toplum Kuruluşları, herhangi bir devlet organından bağımsız bir şekilde özel kişilerin girişimiyle kanuni olarak kurulmuş her türlü organizasyon için kullanılan genel bir terimdir. STK’ların tamamen veya kısmen devlet organları tarafından desteklendiği durumlarda bile STK bünyesinde herhangi bir devlet yetkilisi bulunmadıkça kurumun STK olma özelliğinin devam ettiği kabul edilir.
Küresel Örgütler
20. yüzyıl boyunca, küreselleşme STK’ların önemini artırmıştır. Çoğu sorunların ülkelerin kendi içinde çözülmesi imkansızdır. Uluslararası antlaşmalar ve Dünya Ticaret Örgütü gibi Uluslararası Örgütler finansal alandaki büyük aktörlerin çıkarlarına odaklı olarak algılanmaktadırlar. Bu alandaki dengesizliği gidermek için STK’lar insani konular, kalkınma yardımları ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında gelişim göstermişlerdir. Buna bir örnek olarak Dünya Ekonomik Forumuna rakip bir toplantı olarak heryıl düzenlenen Dünya Sosyal Forumunun heryıl Ocak ayında Dünya Ekonomik Forumunun düzenlendiği Davos’ta düzenlenmesi belirtilebilir. 5. Dünya Sosyal Forumu Ocak 2005 tarihinde 1.000’den fazla uluslararası STK temsilcisinin katılımı ile toplanmıştır.
Görüşler
Bu tür toplantılarda genel olarak STK’ların fakirlerin popüler hareketlerinin yerini aldığını savunurken diğer gruplar STK’ların kuruluşlarından beri Emperyalist yapıda olduklarını ve koloniyal dönemde ruhban sınıfının üstlendiğine benzer bir görev yürütmekte olduklarını ve bir ülkenin iç işlerine STK’ler aracılığı ile müdahele etmeyi amaçladıklarını savunmuşlardır.
İlk defa batıda ortaya çıkan sivil toplum, batıdaki mutlak monarşilerin bütün güç ve baskılarına rağmen onların kontrollerinden kaçan ve böylece özerk (otonom) bir sürecin şekillenmesini sağlayan güçtür. Ortaçağda batıdaki şehirlerde oturan kişiler, zamanla şehirli olarak kolektif bir bilinç geliştirmiş ve sivil toplum olgusunun doğmasını sağlamışlardır. Batı monarşileri sivil toplumun izlerini hiçbir zaman tam olarak silememiştir. Sivil toplumda iktidarı dizginleyen bir güç olarak süregelmiştir. Bugünkü anlamda sivil toplumun ortaya çıkışı ise batıda sanayi devrimi ile meydana gelen yeni toplumsal ve siyasal arayışların sonucu olmuştur. Batıda Rönesans’tan sonraki gelişmelerin bir sonucu olarak yeni bir siyasal toplum arayışına girişilmiş, bunun bir gereği olarak da Ulus devlet, ulusal nitelikli bir din, daha katılımcı ve özgürlükçü bir siyasal yaşam, doğal halden aranmış bir siyasal yapı gibi temalar tartışılmıştır. Zira Katolik kilisesi Rönesans’tan önce yaşamın her alanında olduğu gibi siyasal yaşam ve normlar üzerinde de hegemonya kurmuş ve Katolizm eksenli değerler geliştirmiştir. Fakat daha sonraları bir yandan Martin Luther King ve John Calvin öncülüğünde başlayan ulusal din arayışı, bir yandan da Machiavelli tarafından başlatılan ulusal devlet arayışlarının etkisi ile yeni bir siyasal yapının temelleri atılmıştır. Sivil toplum kavramına Hobbes, Locke ve Rousseau gibi düşünürler değişik şekillerde yorumladıktan sonra bu kavramı bildiğimiz anlamda Hegel kullanmıştır. Hegel sivil toplum ile siyasal topluma arasında bir ayrım yapmış analitik bir düzeyde devlet ve toplum arasındaki çizgileri belirtmiştir. Devletin düzenlediği alanları ve toplumsal ilişkileri siyasal toplum kavramıyla ifade etmiş, geriye kalan özerk alanları ise sivil toplum olarak isimlendirmiştir. Hegel sivil toplumu, bütün bireysel menfaatlerin birbirleriyle çarpıştığı bir savaş alanı olarak tanımlar. Ayrıca ona göre bu bireysel menfaatler bir yandan özel topluluğun menfaatlerine karşı bir yandan da bireysel menfaat ile özel topluluğun menfaatleri devletin düzenlemelerine ve yüksek görüş noktasına karşı mücadele ederler. Sivil toplum kuruluşlarıda resmi kurumları gibi çalışma şekillerini yasalar çerçevesinde kendileri belirler. Ayrıldıkları tek nokta resmi kurumların çalışma şekillerini devlet belirler