Sarayın payitahtına karşı Ankara...

haberci

Yeni Üye
Katılım
4 Şubat 2025
Mesajlar
465
Tepkime puanı
0
Puan
1

Sarayın payitahtına karşı Ankara...​

Avukat Onur Şahin yazdı: Sarayın payitahtına karşı Ankara...
kapak_sarayin-payitahtina-karsi-ankara-230248.jpg

İktidar Cumhuriyet’in neredeyse tüm kurumlarını kapattı veya eylemli olarak dönüştürdü.
Abdullah GÜL’ün görevi sona erdikten sonra dahi uzun süre işgal etmeyi sürdürdüğü Huber Köşkü’nde, Kısıklı’da, Silivri’de, Dolmabahçe’de, en önemli kurumların İstanbul’a taşınan yönetim merkezlerinde, Ayasofya’da, Yenikapı’da, el değiştiren medya kartellerinde başka bir algı, yeni bir“devlet modeli”oluşturuldu… Belki de Osmanlı payitahtı odak alınarak başka bir toplum ve ülke tasarlandı.
“devlet modeli”
Tevfik Fikret’in mısralarındaki gibi tüm güzellikleri örten bir sis İstanbul’a çöktü. Fakat bu sis sadece İstanbul’u değil tüm yurdu etkisine alıp ekonomik, sosyolojik iklim değişikliğiyle günden güne daha fazla boğuyor…
Sis giderek derinleşiyor.“7 düvele tekrar hakim olacağız. Osmanlı’yı siz yıktınız, biz dirilteceğiz”diyenlerin sosyal medyada, televizyonlarda Cumhuriyet’e saldırmaları aralıksız kışkırtılıyor. Oysa ‘Osmanlı’ dedikleri eski devletimiz tarihe karıştığı esnada üç yandan işgal edilip padişahı çoktan teslim olmuş, Sevr’den arda kalan bir avuç Anadolu toprağı idi…
“7 düvele tekrar hakim olacağız. Osmanlı’yı siz yıktınız, biz dirilteceğiz”
Bu işgale direnenleri fetvalarla, fermanlarla, ordunun silahlarını teslim etmiş Harbiye Nezareti’nin İngiliz’in parasıyla teşkilatladığı Kuvvayı İnzibatiye ile ve tamamı emperyalist maşası işbirlikçi örgütlerle durdurmaya çalışan bir iradesizlikten kahramanlıklar, deli saçması bir tarih uydurmaya gayret ediliyor. Yeni bir royaliteyi“millet iradesi”diyerek millet olmanın, kula kulluk yerine vatandaşlık haklarının tepesine dikiyorlar!
“millet iradesi”
Özünde“milli”olan kesimler ile teokratik hanedanlık, tek adamcılık sevdasındaki sözde milliler karşı karşıyalar yine. Asrı aşan zaman sonra İstanbul’un sahne olduğu bir siyasi mücadeleyi yeniden yaşıyoruz. Muhalifler başkaca yerlerden enterne edilip İstanbul’da susturuluyor. Bazı muhalifler ise İstanbul’da belki de siyaseten imha için tahkim ediliyor. Anadolu yok sayılıp bütün strateji İstanbul’dan dayatılıyor. Kahramanlar, sahte kahramanlar, hakkı olmadığı halde tüm tehlikeli gördüklerine operasyon yapanlar, gençlere nefret kusan algı manipülatörü yalı çeteleri, yüz milyonlarca Dolarlık televizyonlarda iktidarın hoşuna giden haritalar önünde vatandaşın beynine vileda sopası dürtenler hep İstanbul’dalar…
“milli”
Fakat günümüz İstanbul’unda Sodom ve Gomore’de Yakup Kadri’nin anlattığı öteki İstanbul’a karşı direnenler de var elbette. Esir Şehrin İnsanları’nda Kemal Tahir’in tasvir ettiği Mim Mimciler, Karakol Cemiyeti yiğitleri veya Cibali’nin tütün işçileri, İmalat – ı Harbiye’nin vatansever ameleleri bugünkü suretlerinde örgütsüz olsalar dahi halen teslim olmadılar. Eşitsiz bir mücadelede korkunun tahakkümüne girmeyenler az değil…
Clausewitz’e göre siyaset“düşük yoğunluklu savaş”tır. Savaş teorisinin bir anlamda siyaset teorisine de kimi yönlerden kaynaklık eden büyük ustası Sun Tzu’ya göre bir mücadeleyi kazanmanın ilk şartı hem kendi gücünü hem rakibinin gücünü iyi analiz etmektir. İstanbul’da bozgunu yaşayanlar ve meydan okuyuşu haykıranlar öncelikle sağlıklı düşünmelidirler. Kendilerinin ve rakiplerinin gücünü tahlil etmelidirler.
“düşük yoğunluklu savaş”
Tepkisel, sivri, irrasyonel hamleler telafisi güç sonuçlar verir. Kendi imkanlarının farkında olmayanlar ve rakibinin gücünün tüm boyutlarını algılayamayanlar hüsrana yazgılıdır. Oysa hukuk kaygısı olmayan bir zorbalığa karşı demokrasiyi ve hukuku işletebilmek için tüm yurttaşlara mâl edilecek bir kollektif zeka ve meşruluk gerektiren sabırlı, cesur bir stratejiyi inşa etmek gerekir. Kişilerin değil ancak tüm toplumun amaç ve düşünce birliği siyasi zaferler getirebilir.
Rakibin sana zulmettikçe senin ön plana çıkman, kendini onun karşısında bir güç veya alternatif gibi konumlandırman tuzağa çekilmen anlamına geliyorsa; hırsınla, algı körlüğünle bu tuzağa ilerlememelisin. Çünkü seni ve dayandığın algıyı bir balon gibi şişirip etik veya etik dışı bir hamleyle tam da en kritik aşamada o balonu patlatma imkanı olanlara fırsat verirsen bedeli sadece çevrene değil tüm topluma ödetirsin...
Bugün İstanbul’da Bekir Ağa Bölüğü’nün, Topçu Kışlası’nın, Kroker Otel işkencehanelerinin farklı ve“çağdaş”izdüşümleri var. GATA, Kuleli, Selimiye Kışlası, İttihat ve Terakki’nin temellerinin atıldığı Tıbbıye-i Şahane, Deniz Lisesi gibi milli devletin harcını karan veya Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal temellerini koruyan kurumlar ise tasfiye edildiler.
“çağdaş”
Yeniden payitaht gördükleri kente dünyanın en büyük adliyelerini inşa ettiler. İçlerinden biri Talat, Enver, Mahmut Şevket ve Mithat Paşalar’ın kabirlerini içeren Abide – i Hürriyet’in hemen bitişiğine yerleştirilen o adliye saraylarında adil yargılama yapılıp yapılmadığı ortada… Dünyanın en büyük cezaevlerinden birini İstanbul Silivri’ye kurdular. Onun ayazı ve demirden koşullarıyla muhalifler korkutuluyor, o cezaevi düşünce suçlularıyla dolduruluyor…
Sarayburnu’ndaki Krippel’in eseri olan Mustafa Kemal anıtının Cumhuriyet’in ilk yıllarında neden oraya dikildiğini düşünmekte fayda var. Söz konusu anıtın durduğu yere göre Türk devriminin ve Anadolu aydınlanmasının öncüsü bronzdan suretiyle sırtını saraya, yüzünü Anadolu’ya dönmüştür.
Ankara’ya, Anadolu’ya dayanmayan ve tüm halkı kavramayan bir demokratik mücadele başka bir iktidarın ve algının yeniden fiili başkentine dönüştürülen İstanbul’da başarıya ulaşamaz.
Ankara’nın Atatürk’ten ve Cumhuriyet hukukundan yana partileri senliği – benliği, vekil pazarlıklarını, şahsi kariyer hesaplarını bırakmak zorundadırlar. İstanbul’da olan bitene tüm Anadolu’yla birlikte topyekun partiler üstü bir düşünce mevzisi oluşturulmazsa“İstanbul’u basan sis”,tüm yurdu yakında nefessiz bırakacak..
“İstanbul’u basan sis”,
“Ben burada kendimi mevcut olumsuzluklarla mücadele eden doğal lideriniz olarak ilan ediyorum”demekle Türk Milleti’ne yön çizebilmek mümkün değildir. Üstelik İstanbul sadece ideolojik değil jeolojik bir büyük yıkım tehlikesiyle de burun burunayken hiç kimse kendisini kurtarıcı olarak görmemelidir. Her vatanperver siyasetçi ülkeyi düzlüğe çıkarmayı hedefleyen ulusal bir bilince katkı üretecek kollektif bir çabada milli bir imeceye dahil olmalıdır. Kendi nefsini, heveslerini kendi ayaklarının altına almalıdır. Bunu yapmayanın vatanı ve vatandaşı düşündüğünden şüphe etmek gerekir…
“Ben burada kendimi mevcut olumsuzluklarla mücadele eden doğal lideriniz olarak ilan ediyorum”
Bugün muhalefet Arapperest bir Sünni mezhepçiliği ile Kürtçü bir Aleviliğin arasına hapsedilmek dahil pek çok cendereye sokulmaktadır. Sistem muhalefetini de dişine göre rakibini de bizzat kendisi belirlemek isteyecektir. Oysa laik, çağdaş bir milliyetçilik tek çıkar yolumuzdur.
Şuursuzluğun aydını ve muhalifi olabilmek için sağdan veya soldan her etiket fiyakalı, muteber görülüp sadece“Türklük”sakıncalı sayılıyor.“İktidarı yenmek”iddiasındakiler çeyrek asra yaklaşan deneyimde Türklüğe, ulusal kimliğe dayanmayıp etnikçilikten, mezhepçilikten, halk düşmanı sermayeden medet umdukça rezil oluyorlar. Fakat son sözü her yaşamsal dönemeçte olduğu gibi mutlaka sessiz, mazlum çoğunluk söyleyecektir. Sosyal medyada veya köşesinde fonlanarak patronu için toplum tasarlamaya çalışanlar kaybedecektir. Makul, gariban Türk yani gerçek Atatürkçü yurttaş kesinlikle bu denklemi, iktidarıyla ve muhalefetiyle yaşanan çürümeyi sonlandıracaktır.
“Türklük”
“İktidarı yenmek”
Cumhuriyet’e inanan çoğunluk; siyasi kurumlarını kurucu değerlerin, temel kodların hizasına çeksin ve muhalif görünümlü siyaset bezirganının kendisine vurmak istediği semerleri kabullenmesin yeterli… Ümit Özdağ’a ve tüm düşünce suçlusu vatan evlatlarına selam olsun. Aziz Türk Milleti’ne güvenenler er geç tüm sisleri dağıtıp aziz vatanın nefes almasını başaracaklar.
 
Bu yazıda Saray'ın payitahtına karşı Ankara'nın önemine vurgu yapılmaktadır. İstanbul'un üzerine çöken sis metaforuyla, iktidarın İstanbul merkezli ve Osmanlı'ya göndermeleri olan bir devlet modeli oluşturma çabaları eleştirilmektedir. İstanbul'da yaşanan siyasi mücadelede, Anadolu'nun ve Ankara'nın öneminin altı çizilmektedir. Anayasa'nın ve demokrasinin korunması için tüm toplumun çaba göstermesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Siyasi mücadelede sağduyulu olmanın önemi vurgulanırken, kişisel hırsların ve algı körlüğünün yanlış sonuçlara yol açabileceği belirtilmektedir. Tarihsel ve kültürel referanslarla günümüz siyasi durumu analiz edilirken, milli ve demokratik bir bilince sahip olmanın önemi üzerinde durulmaktadır.

Muhalefetin çeşitli baskılar altında olduğu ve Türklüğün, ulusal kimliğin öneminin vurgulanmasıyla, etnik ve mezhep ayrımcılığının eleştirildiği görülmektedir. Makul ve Atatürkçü bir tavır sergilenerek, toplumun çıkarları doğrultusunda hareket etmenin önemi vurgulanmaktadır.

Yazıda, Cumhuriyet'e inanların ve Anadolu'nun cesur mücadelesine selam gönderilirken, umut dolu bir geleceğe vurgu yapılmaktadır. Ankara'nın ve milli değerlerin korunması, Türkiye'nin demokratik geleceği açısından önem arz etmektedir.
 
Geri
Üst