SoruCevap
Yeni Üye
- Katılım
- 17 Ocak 2024
- Mesajlar
- 350.999
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 17
- Puan
- 308
- Yaş
- 36
Rusya İmparatorluğu’nun Sonu ve SSCB’nin Kurulması
I.1.Rusya İmparatorluğu’nun Sonu ve SSCB’nin Kurulması
XX. yüzyılın başında milliyetçilik akımlarının güçlenerek millî devletlerin kurulmasına kadar tüm dünyada hakim olan devlet sistemi çok uluslu imparatorluklardı. İmparatorluk döneminde devlet yönetiminde egemen olan fikir devlete hizmet eden uyrukların var olmasıydı. İmparatorluk Rusya’sında önemli olan “etnik yapıya bağlı olmayan uyrukluk prensibi” idi. Petro’nun nazarında İsviçreli Leford veya İskoçyalı Orgon veya Rus Menşikov yada Yahudi Şafirov devletin hizmetinde bulundukları sürece Rusyalı idi. Petro olaya tamamen pragmatik olarak yaklaşıyordu. Etnik kökene bağlı kalmadan mümkün olan en iyi adayı devlet hizmetine almayı tercih ediyordu. Moskova Büyük Knezi III. İvan Novgorad’lılarla savaşa giderken yerine Tatar Murtaza’yı rahatça bırakabiliyor, bu da Ruslar tarafından normal karşılanıyordu.
Fransız ihtilalilin ardından tüm Avrupada yayılan milliyetçilik fikirleri Rusya’da da kendini hissettirmeye başladı. Bu fikirler halklar arasında yayılırken 19.yy. boyunca imparatorlukta hakim olan uyrukluk prensibi ve Ortadoks monarşinin yerini millet ve milliyetçilik fikirleri almaya başladı.
Diğer taraftan bu dönemde Çarlar cebrî olarak ruslaştırma politikaları gütmeye başladılar. Bu politikalar sonucunda Rusya “Milletler zindanı” olarak adlandırılmaya başlandı. Özellikle Çar III. Aleksandr ve II. Nikola’nın asimilasyon politikaları uygulaması,Türklere, Ukraynalılara, Polonyalılara, Finlilere, Yahudilere ve diğer etnik azınlıklara bu yönde baskılar yapması, İmparatorluk halkları arasında dinî ve millî hisleri kuvvetlendirerek imparatorluğun yıkılmasında önemli rol oynayacak olan “milliyetler meselesini” ortaya çıkardı.
IX.yy’ın sonu ve XX.yy’ın başlarında Rusya İmparatorluğu savaşların yanında ülke içi politik sarsıntılar geçirmeye başladı. Kanlı şekilde bastırılan grevler, ayaklanmalar, ihtilaller ve sürgünlerle beraber Rusya’nın gelecek yüz yılını etkileyecek olayların fikrî ve fiilî tohumları da ekilmeye ve gelişmeye başladı. Bunlardan elbette ki en önemlisi Lenin’in şahsında Bolşeviklerin fikirleri ve faaliyetleri oldu.
Lenin, Markstan aldığı fikirleri pratiğe aktarırken milletler arası mücadeleyi milletler üstü sınıf mücadelesine çeviriyordu. Lenin’e göre milletler arasındaki mücadele kapitalist emperyalizmin bir oyunuydu. Tüm emekçilerin çıkarlarını zedeleyen bu oyunu ancak tüm halkların emekçileri emperyalistlere karşı birleşerek bozabilirlerdi. O günkü Rus toplumunda büyük kabul gören bu fikirler milletler meselesini çok değişik bir platforma taşıyacaktı. Lenin esas mücadeleyi Çarlık rejimine karşı yürütüyordu. Çarlığı ortadan kaldırabilmek için mümkün olan her türlü birleştirici hareketi destekliyor, yönlendiriyor, kısacası amacına ulaşmak için fevkalade pragmatik davranıyordu.
Lenin ve lideri olduğu Bolşevikler bir taraftan Çarlığa karşı mücadele ederken, diğer taraftan da yeni kurulacak devlet konusunda fikirler ortaya koyuyorlardı.
Başlangıçta (1895) sınıfsal bir yaklaşımla “Bütün dünya proleterleri birleşin!” sloganıyla proleter enternasyonalizmi savunan Lenin ve Bolşevikler, 1900’lü yılların başında İmparatorluğun farklı milletleri için kısmî bir “kendi kaderini tayin hakkı”nı kendilerine temel slogan olarak seçtiler. Bu dönemdeki eserlerinde Lenin, her milletin kendi devletini kurabilmesini ya da hangi devlet içerisinde olmak istiyorlarsa, onu serbestçe seçebilmeleri gerektiğini ifade eder ve bu doğrultudaki her türlü faaliyeti desteklemeyi Rusya Sosyal Demokratları’na tavsiye eder.
Seçilecek devlet şekli konusunda 1900’lü yıllarda kısmî bir özerklik (avtonomiya) içeren merkezî devlet yanlısı olan Lenin, federalizmi şiddetle reddediyordu. S.G. Şaumyan’a yazdığı mektupta (Kasım 1913) Bolşeviklerin federasyon düşüncesinin karşısında olduklarını ve Rusya için federatif devlet modelinin kabul edilemez olduğunu ifade eder: “Demokratik merkeziyetçilik uygun olan alanlarda özerkliği (avtonomiya) kapsamaktadır. Fakat özerklikten farklı olarak Rusya için federasyon talebi ülkenin merkeziyetçiliği ve ekonomik gelişimi ile çelişmektedir… Biz prensip olarak federasyonun karşısındayız, çünkü o ekonomik ilişkileri zayıflatmakla beraber tek devlet için işe yaramaz bir tiptir” . Lenin’e göre özerklik, federasyondan farklı olarak Rusya’nın tek, merkezcil-demokratik devlete dönüşmesine engel olmamaktadır.
Fakat, 1910’dan sonra Finlandiya, Ukrayna, Kafkas Ötesi, Türkistan’ın ulusal hükümetlerinin ve Beyaz Rusya, Ukrayna, Litvanya, Letonya ve Estonya’nın ulusal burjuvazilerinin talepleri karşısında Lenin eski görüşünü değiştirip, Rusya için gelecekteki devlet modelinin federatif model olabileceğini kabul etmek zorunda kaldı . Federatif model 1917 Temmuz’unda [/b] yapılan I. Bütün Rusya Sovyetleri Kongresi’nde “Rusya, özgür cumhuriyetlerin birliği olsun“ kararıyla hukukî kesinlik kazanmış oldu.
Federatif modele yakınlaşma ile beraber Lenin, daha önce savunduğu ulusal-kültürel özerklik (natsionalno-kulturnaya avtonomiya) fikrini reaksiyoner bir şekilde reddedip milletler meselesinin çözümü için self-determinationprensibinin ısrarlı savunucusu oldu. Lenin’in; “Rusya’nın sosyal-demokratları propogandalarında bütün ulusların kendi ayrı devletlerini kurmaları ya da içerisinde yaşamak istedikleri devleti seçmede özgür oldukları hususlarında ısrarcı olmalıdırlar” sözleriyle uluslara bağımsızlık vadediyordu. Ulusların bağımsızlık isteklerine bu derece destek olmak Çarlığı yok etme gayretinden başka birşey değildi. I. Dünya Savaşı sırasında Çarlık rejiminin zayıflamasıyla güçlenen ulusal bağımsızlık ve özgürlük mücadeleleri yapılacak olan komünist ihtilal için uygun zemin oluşturdu. Ve 1917 Şubatında ilk ihtilal patlak verir. Çarlık rejimi yerine, iktidara Sovyetler, komiteler, sendikalar gibi kurumlarla kendini gösteren, demokratik rejim ya dahalk egemenliği hakim olur ve Geçici hükümet kurulur.Fakat 8 ay sonra, Geçici hükümete karşı tertiplediği ayaklanma bastırılıp, Finlandiya’ya kaçan ve daha sonra geri dönen Lenin tarafından yapılan Bolşevik ihtilali (bazılarına göre hükümet darbesidir) ile bolşevik parti aristokrasisi iktidarı eline alır.
Rus Ortadoks monarşisinin etnik kökene bağlı olmayan uyrukluk prensibini sonuna kadar muhafaza edememesi, daha evrensel bir tip olan enternasyonalizm savunucusu bolşevik-komunist hareketin Çarlık rejimi karşısında başarı kazanmasına neden oldu. Bolşeviklerin zaferi bir imparatorluktan daha evrensel bir diğer imparatorluğa (SSCB) geçişi sembolize etti.
İhtilal Rusya İmparatorluğu’nun yapısında radikal değişiklikler medana getirdi: En başta proleterya ile ulusal burjuvazi yer değiştirdi. Bolşeviklerin iktidara gelmesiyle Rusya içinde kuvvetlenme umudunu kaybeden ulusal burjuvazi self-determination sloganı ile girişilen Rusya’dan ayrılma hareketlerinin öncüsü oldu. Bu dönemde Rusya (90’lı yıllarda olduğu gibi) ardı ardına gelen “bağımsızlık” ilanları karşı karşıya kaldı ve imparatorluk karttan evler gibi dağılmaya başladı . İhtilalin ardından ilk olarak Ukrayna bağımsızlığını ilan etti (7 Kasım 1917) ve Ukrayna Halk Cumhuriyeti adını aldı. Ardından Beyaz Rusya, Finlandiya,Polanya, Tuva, Moldovya, Kuzey Kafkasya, Kafkasötesi ve Baltık cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan ettiler.1917-1920 yılları arasındaki iç savaş ve beraberinde getirdiği sosyal çalkantılar Rusya’daki ulusal problemleri iyiden iyiyekızıştırdı. İhtilal ülkedeki ulusal haraketleri özendirerek merkezkaç eğilimleri güçlendirdi. Fakat iç savaşın kazanan tarafı olan bolşeviklerin ülkenin büyük kısmında“savaş komünizmi”rejimini uygulamaları Ruslar dahil bütün halkların ulusal kendi kaderini tayin etme süreçlerini kestirip dondurmuş oldu. Kurulan totaliter rejim bilinçli olarak denatsionalizasyon ve standartlaştırma politikalarını uygulamaya koydu.
İhtilalin ardından ideolojik, etnik ve coğrafî faktörlerin etkileri hesaba katılarak mekeze (Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti RSFSC)’ye bağlı özerk cumhuriyetler kuruldu ve statüleri 1918 RSFSC Anayasası’yla hukukî kesinlik kazandı. Rusya Federasyonu’nun kurulmasındaki temel hedef “milliyet meselesi”ni devlet eliyle çözmek idi. Bu nedenle olarak ulusal dünya tarihinde ilktemele dayalı federasyonlar kuruldu: RSFSC, SSCB ve Kafkas Ötesi Federasyonu . Takip eden beş yıl sonunda (1917-1922) parçalanmış Rus İmparatorluğu’nu daha geniş bir coğrafyada tekrar canlandıracak olan Sovyetler Birliği kurulur (30 Aralık 1922). Böylece kendisi de bir federasyon olan RSFSC aynı zamanda 15 birlik cumhuriyetinden oluşan bir başka federasyonun (SSCB’nin) üyesi olur (1922-1991).
SSCB dağılana kadar RSFSC içerisinde idarî-bölgesel taksimata bağlı olarak 6 kray , 49 oblast , 2 cumhuriyet değerinde şehir (Moskova ve S. Petersburg), ulusal temele dayalı 16 özerk cumhuriyet, 5 özerk oblast ve 10 özerk okrug bulunuyordu. 1990’a kadar devam eden 70 yıllık süre içerisinde SSCB hukukî olarak konfederasyona ait özellikler taşıyan (ki bu cumhuriyetlerin SSCB’den ayrılma hakları vardı) federasyon olsa da uygulamada Komünist Parti tarafından kontrol edilen aşırı merkezî-bürokratik yapısıyla üniter devlet görüntüsü vermiştir.
1990’a kadar geçen 70 yıllık sürede Rusya toprakları üzerinde ulusal hareketler ve bunları organize edebilecek milliyetçi kuruluşlar yaşam şansı bulamadılar, fakat bu, milliyetçiliğin tamamen üstesinden gelindiği anlamına gelmez. Zira, resmî ideolojiden farklı her türlü fikrin ve farklı oluşumun şiddetle bastırıldığı Stalin iktidarı döneminde bile Sovyet cumhuriyetleri ve diğer özerk birimlerde komünizm frazyolojisi ile kamufle edilmiş milliyetçi akımlar gizlice faaliyet imkanı bulabiliyorlardı. Gelişen süreç içerisinde Sovyetler Birliği halklarının görünüşteki mutlu birliktelikleri milliyetçi sloganların ağırlıkta olduğu protesto gösterileri ve mitinglerle sarsılmaya başladı. Bu eylemlerde Estonya ve Litvanyalılar bağımsızlık, Kırım Tatarları, İnguşlar, Mesket Türkleri ve Almanlar ulusal özerklik, Gürcüler, Aphazlar ve Ukraynalılar ulusal kültür ve dillerinin korunması, Kazaklar, Estonyalılar ve Aphazlar yerel olmayan halklar tarafından sömürülmeye son verilmesini ve nihayet Almanlar yurt dışına serbestçe çıkabilme hakkı istiyorlardı. Ülke geneline dağılan eylemler sonun başlangıcının ilk işaretcileri oldular.
I.2. Sovyetler Birliği’nin Yıkılması ve Milliyetçiliğin Canlanması
Mihayl Gorbaçov’un 1985’te Komünist Parti Genel Sekreterliği görevine gelmesiyle başlayan SSCB’nin dağılma sürecini iki kısma ayırıp incelemek mümkündür: “Perestroyka” ve “glasnost” dönemi ile 1990 sonrası federal birimlerin bağımsızlıkları ilan ettikleri dönem: “Parad suverinitetof-Bağımsızlıklar geçidi”.
A.1985-1990 “Perestroyka” ve “Glasnost” Dönemi
1980’li yılların ortalarına gelindiğinde sosyalist rejiminin reformlar yapılmadan daha fazla devam etmesinin mümkün olmadığı gözler önündeydi. Yeniden yapılanma ve açıklık politikalarının ortaya konulduğu bu dönemde demoktikleşme rüzgarları tüm sovyet cumhuriyetlerinde esmeye başladı. Bununla beraber demokratikleşme süreci ve “kendi kaderini tayin hakkı” gibi faktörler milliyetçi hareketlerin güçlenmesini netice veriyordu. “Milliyetçilik” ise , federal yapılı devletlerde federal merkeze karşı mücadeleye rahatlıkla yönlendirilebilecek bir ideolojidir. İşte bu dönemde milliyetçi niteliği ağır basan ayrılıkçı hareketlerin artması SSCB ve RSFSC’nin bütünlüğünü tehdit eden en önemli unsur oldu. Demokratikleşme ve “Perestroyka” (yeniden yapılanma) döneminde XX.yy. başında yaşanan İmparatorluğun yıkılış senaryosu bir çok yönüyle tekrarlanıyordu.
Ekonominin temeli kamu mülkiyeti prensibine dayanan Sovyet sisteminde ekonomik zenginliklerin paylaşılması etnik guruplar arasında bir rekabete neden olmuyordu ve ekonomik çıkarların motive ettiği milliyetçi hareketler görülmüyordu. Fakat 80’li yılların sonu ve 90’lı yılların başında ortaya çıkan derin sosyo-ekonomik ve politik kriz ve ülke zenginliklerinin paylaşımı meselesi Sovyet ulusları arasındaki anlaşmazlıkların ortaya çıkmasını hızlandırdı. Glasnost (açıklık) ve perestroykayla gelen demokratikleşme, ideolojik ve politik alanlarda totaliter komünizmden vazgeçilmesi partinin monopolcü ve baskıcı hegemonyasını ortadan kalmasını netice verdi. Bu gelişme ise sovyet devlet mekanizmasını işlemez hale getirdi.
Glasnost (açıklık) politikalarının uygulanması ve Komünist Parti tarafından uygulanan katı sansürün zayıflaması Sovyet halklarına kendi ulusal çıkarları ve hedeflerini açıktan dile getirme imkanı verdi. Böylece cumhuriyetlerde güçlenen ulusal elit (parti teşkilatı üyeleri, fabrika müdürleri, tanınmış akademisyenler...) çok kısa zamanda milliyetçi ideoloji oluşturarak bunları kendi halklarına kabul ettirmeyi başardılar.
Bu dönemde Moskova’nın milleyetler meselesi konusunda başarısız politikalar izlediği dikkati çekmektedir. Rus olmayan unsurların ulusal sorunlarına ilgi gösteren Hruşçev ve Brejnev’in aksine Gorbaçov milliyet meselelerine karşı duyarsız kalmıştır. Ekonomiyi modernize etmek ve Sovyet toplumunu değiştirmek hırsıyla yanıp tutuşan ve milliyet sorunlarını çağdışı kabul eden Komünist Parti Merkez Komitesi Genel Sekreteri ve aynı zamanda SSCB Başkanı olan Gorbaçov milliyetçi hareketlerle mücadele için ne parti kanalıyla, ne de devlet kanalıyla hiç bir önlem almadı.
Baltık cumhuriyetlerinde (Estonya, Letonya, Litvanya) 1988’de kurulan halk cepheleri perestroykaya taraftar olup, 1989’dan itibaren Sovyet aleyhtarı olan ayrılıkçı hareketler organize etmeye başladılar. Ekonomik bağımsızlık isteğiyle başlayan eylemler Litvanya, Estonya ve Letonya’nın SSCB’ye bağlılıklarının hukukî bir temeli olmadığı iddialarıyla ayrı bir ivme kazanmış oldu. Baltık cumhuriyetlerinin ardından Kafkasya ve Orta Asya’yı da içine alan geniş bölgede milliyetçi hareketler ve etnik çatışmalar başgösterdi.
Azerbaycan ve Ermenistan arasında Azerbaycan’a bağlı Dağlık Karabağ Özerk Cumhuriyeti yüzünden savaş başladı. Gürcistan kendi sınırları içerisinde olan iki azınlık halka karşı; önce Osetyalılara (Güney Osetya Özerk Eyaleti), sonra Aphazlara (Aphazya Özerk Cumhuriyeti) savaş açtı. Birkaç ay devam eden şiddetli savaş, Gürcü ordusunun sayı olarak üstünlüğüne rağmen Aphazların galibiyeti ile sonuçlandı ve Gürcü ordusu Aphazya topraklarından çıkarıldı. Aphazların galibiyetinde birçok Kuzey Kafkasya halkının Aphazların yanında yer almaları önemli rol oynadı.
Cumhuriyetlerde bu alışılmadık hareketler devam ederken, 1990 yılında Rusya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti (RSFSC) Ukrayna, Kazakistan, Beyaz Rusya, Moldova ve Letonya ile bağımsızlaşmayı özendirici ikili anlaşmalar imzaladı. Bu anlaşmalar ekonomik bir mana ifade etmese de cumhuriyetlerin bağımsızlığını deklare eden ilk hukukî belgeler olmaları yönüyle önemlidirler.
Bir bütün olarak Sovyetler Birliği bu gelişmeleri yaşarken RSFC I. Halk Milletvekilleri Kongresi 12 Haziran 1990’da RSFC’nin bağımsızlığını ilan eden “Bağımsızlık Deklarasyonu” kabul etti. Deklerasyonla SSCB ulusal servetinin taksimi ve cumhuriyet kanunlarının SSCB kanunlarına üstünlüğü kabul edilerek yeni duruma göre kanunlar değiştirildi. SSCB’nin artık ortadan kalktığını gösteren ilk hukukî metin böylece ortaya çıkmış oldu.
RSFC “Bağımsızlık Deklarasyonu”nun özendirmesiyle birlik cumhuriyetleri ve özerk cumhuriyetler Sovyet devlet modelini reddedip -etnik temele dayalı- bağımsız devlet kurduklarını deklerasyonlarla ilan ederek kendi hukukî düzenlemelerini yaptılar. Burada dikkat çeken bir husus, bütün önemli ayrılıkçı hareketlerin faaliyet ve programlarının analizinin, komunizme karşı sunulan “Demokrasi, milliyetçilik ve islamizmin aslında yerel parti-devlet elitinin devlet iktidarını ve mülkiyetini taksimde kullandıkları ideolojik maske“ olduğunu göstermesidir. Bu dönemde ayrıca SSCB’nin varlığının devamı için farklı model tartışmaları gündeme geldi. SSCB yerine “Sodrujestva (topluluk)”, “Soobşestva (topluluk)” vb. isimleriyle konfederasyon kurulması önerilmişse de, Aralık 1990’da yapılan IV. SSCB Halk Milletvekilleri Kongresi, federal devlet yapısının aynı isimle (SSCB) korunmasına karar verdi.
Ardından SSCB’nin yeniden şekillenmesi için 1989’dan beri üzerinde çalışılan yeni “Birlik Anlaşması” hazırlıklarına hız verildi. Bu anlaşma ile SSCB’nin isminde değişiklik yapılarak “sosyalist” kelimesi yerin “bağımsız” kelimesi yazılması öneriliyor, ayrıca cumhuriyetlere daha fazla hak tanınıyordu. Fakat 1985’te perestroyka politikalarına destek vermesi için Gorbaçov tarafından Moskova Komünist Parti Birinci Sekreterliği’ne getirilen, 1990’da da RSFSC’nin başına geçen, 1991 haziran seçimlerinde başkanlığını kuvvetlendiren (seçimle gelen ilk lider) Boris Niyolayeviç Yeltsin ve onun çevresinde toplanan Radikallere verilen bu tavizler tatmin etmedi. Ve nihayet,yanlış uygulanan perestroyka politikalarının ülkeyi iflasa sürüklediği, ülkede korku ve sefaletin hakim olduğu, ekstremist güçlerin demokratlık kılıfıyla iktidarı ele geçirip SSCB’yi yıkıma götürdükleri gerekçeleriyle 19-21 Ağustos 1991’de radikaller Gorbaçov yönetimine karşı darbe girişiminde bulundular. Fakat, Yeltsin faktörü darbecilerin planını bozdu. 20 Ağustos’ta Yeltsin ve etrafındakiler Hükümet binasını darbecilerden temizleyerek Rusya’daki hadiseleri kontrol altına almayı başardılar ve Gorbaçov’un SSCB’nin kanunî Başkanı olduğunu deklare ettiler. 24 Ağustos’ta Gorbaçov, Yeltsin ve Radikaller tarafından sunulan ultimatomları kabul ederek Birlik Bakanlar Kurulunu dağıttı, Komunist Parti Genel Sekreterliği’nden istifa etti. Komunist Parti Merkez Komitesi de kendini fesh ettiğini ilan etti. Sonuçta sadece komunist rejim değil SSCB’nin çimentosu olan parti-devlet yapısı yıkılmış oldu.
Ağustos’ta Moskova’da yaşanılan olaylar cumhuriyetler arasında “Birlik Anlaşması” imzalanması imkanını da ortadan kaldırarak cumhuriyetlerin Birlikten ayrılma süreçlerini hızlandırmış oldu. Cumhuriyet yönetimleri yapılan darbeyi ya kınadılar, ya da darbecileri meşru saymadılar. Sadece Orta Asya cumhuriyetleri ve Azerbaycan resmî olmasa da yeni Moskova yönetiminin meşruluğunu kabul etti.
Bu şartlarda Sovyet Birliğinin daha fazla devam edemiyeceğini gören Birlik cumhuriyetlerinin yöneticileri, bağımsızlığa veya daha özerk bir cumhuriyete geçişin en kansız bir şekilde, Rusça ifadesi ile “tsivilizovannıy razvod” (medeni boşanmanın), gerçekleştirilmesini istiyorlardı. Bu amaçla Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya Başkanları 8 Aralık 1991 tarihinde Minsk’te toplanarak SSCB’nin artık son bulduğunu açıkladılar.
SSCB’nin yıkılmasıyla onbeş yeni bağımsız devlet ortaya çıktı. Rusya Federasyonu hariç diğer ondördü bağımsız ulus-devlet olduklarını ilan ettiler. Fakat sakin geçen kısa bir sürenin ardından bazı cumhuriyetlerde halklar arası ihtilaf ve çatışmalar tekrar şiddetlendi . Minsk deklerasyonu sonucunda Birliği oluşturan en önemli hukuki düzenleme olan 1976 Sovyet Anayasası da de facto ve de jure olarak yürürlükten kalkınca federasyonu oluşturan federe cumhuriyetler arasındaki bağı sağlayan hukukî düzen de son bulmuş oldu.
B.1990 Sonrası Dönem: Özerk Cumhuriyetlerin Bağımsızlıklarını İlanları Ya da Bağımsızlıklar Geçidi
17 milyon km² toprağa ve 147 milyonluk nüfusa sahip çok uluslu bir federasyon olan Rusya, 12 Haziran 1990’da bağımsızlığını ilan edip Sovyetler Birliği’nden ayrılınca, Sovyetlerin kaderini yaşamamak ve etnopolitik ayrışma sürecini en az kayıpla aşmak için çok çaba sarfetti. Konuyla ilgili olarak Başkan B. Yeltsin tarafından 1994 şubat ayında Federal Meclise gönderilen yıllık mesajda şu gerçeğin altı çizilmektedir; “ Rusya Federasyonu’nun devlet yapısının temelini oluşturan birbirine çelişik iki prensipten (etnik faktörün belirleyici olduğu ulusal-bölgesel yapı ve ekonomik, coğrafî ve tarihî faktörlerin belirleyici olduğu idari-bölgesel yapı prensipleri) kaynaklanan ulusal problemlerin çokluğu Rusya’nın güçlenmesini engellemektedir. Bugün, ne zaman devletin fonksiyon ve yetkilerinin federal ve federe birimler arasında yeniden dağıtılması gündeme gelse bu problemler net olarak görülmektedir ”.
Anlaşılacağı üzere “sosyalist federalizm” modelinin onlarca yıllık gelişim süreci içerisinde ulusal gerilimleri arttıran ve devletin güvenliğini tehdit eden sebepler aslında devletin kendi öz yapısındaki bu çelişkiden kaynaklanmaktadır.
90’lı yılardaki etnopolitik ayrışma süreci çağdaş araştırmacılara göre üç etapta gerçekleşmiştir :
Birinci safha: 1990 baharından 1992 baharına kadar olan süre.
Gorbaçov ve Yeltsin arasındaki iktidar mücadelesi birinci safhaya karakteristik özelliğini vermektedir. Bu mücadelede göze çarpan en önemli nokta iki tarafın da federe birimlere bir kısım tavizler vererek onların desteklerini almaya çalışmalarıdır. Bu süreçte 1989’ın ortalarından itibaren Gorbaçov, Yeltsin’in etrafında toplanan politik gücü kırma amacıyla özerk bölgelere politik statülerinin yükseltilmesini teklif edecektir. Amaç yeni bir güç merkezi haline gelmeye başlayan Rusya Sosyalist Federasyonu’ndan SSCB’ye bağlı cumhuriyet ve eyaletleri uzaklaştırmaktır. Bu doğrultuda SSCB Yüksek Meclisi 26 Nisan 1990 yılında SSCB’yi oluşturan birlik cumhuriyetleriyle cumhuriyetler içerisinde yer alan özerk cumhuriyetlere eşit hukukî statü veren “SSCB ile Federe Birimler Arasında Yetkilerin Belirlenmesi Hakkında” kanunu kabul etti.
Bu gelişme RSFBC Başkanı Boris Yeltsin’i bir ileri hamle yapmaya mecbur bıraktı ve 1990 Ağustos’unda özerk birimlerin tümüne “ne kadar hazmedebilecekseniz, o kadar özerklik alın" çağrısında bulundu. Çağrının ardından Rusya Sosyalist Federasyonu’nundaki bütün özerk cumhuriyetler ve özerk oblastlar (yahudi özerk oblastı hariç) özerk statülerini reddederek bağımsız birer cumhuriyet olduklarını ilan ettiler. Tataristan ve Çeçen-İnguş cumhuriyetleri bu süreyi suskunlukla geçirirken, istisnasız bütün cumhuriyetler kendi istekleriyle SSCB’den ve RSFSC’den farklı bir yapıda kurulacak yeni devlet için “kurucu birlik anlaşması”nın üyeleri olma isteklerini dile getirdiler. Geçmişteki tüm özerk cumhuriyetlerle “Bağımsız Devletler Birliği (BDB)” kurulması anlaşmasının imzalanmasıyla bu sürecin sona erdirilebilmesi, Rusya Federasyonu’nun dağılma tehlikesini önleyebilecek tek yol gibi görünmekteydi .
Böyle bir ortamda B. Yeltsin’in RSFC Halk Milletvekilleri 1. Kongresi’nde, en azından RSFSC’nin bütünlüğünü garantiye almak için, SSCB yönetiminin üzerinde çalıştığı “Birlik Anlaşması”na alternatif olarak “Federal Anlaşma” fikrini ileri sürdü . Yukarıda değindiğimiz 1991 Ağustos darbesi, ardından SSCB’nin dağılması ile “Birlik Anlaşması” da hazırlıkları da tarihe karışınca “Federal Anlaşma” ayrı bir önem kazandı.
RSFC’nin yasama ve yürütme organları SSCB’nın kaçınılmaz sonunu hissettikleri andan itibaren “Federal Anlaşma” nın hazırlık sürecini kısaltmaya başladılar. 6 Aralık 1991 yılında Başkan ve Rusya Yüksek Meclis Başkanı’nın ortak kararıyla (rasparijeniye) federal ve federe yetkilerin belirlenmesi konusunda çalışmak üzere yeni çalışma gurubu kuruldu . Bu çalışma gurubu Aralık ayının ortalarına doğru federal anlaşma imzalanması yerine, önce yetkilerin belirlenmesi hakkında kanun çıkarılmasını, ardından 20 Ocak 1992’de de yetkilerin belirlenmesi ile ilgili sözleşme imzalanmasını teklif etti .
Moskova’da “Birlik Anlaşması”, “Federal Anlaşma” hazırlıkları ve seçilecek devlet modeli tartışmaları devam ederken cumhuriyetlerde etnopolitik elitin ateşlemesiyle “orman yangını” hızıyla yayılan aktif milliyetçi hareketler ortaya çıkmaya başladı. Ağustos 1990’dan Şubat 1991’e kadar RSFSC’ye bağlı onaltı özerk cumhuriyetten onbeşi bağımsızlıklarını ilan ettiler. Beş özerk oblasttan dördü özerk cumhuriyet, on özerk okrug daha yüksek statülü özerklik sekizi özerk cumhuriyet, ikisi özerk oblast) kararı aldılar. Sonuçta Rusya’daki özerk cumhuriyet sayısı 16’dan -Çeçenistan’dan ayrılan İnguşetiya ile- 21’e yükseldi.
Birlik cumhuriyetleri ile beraber bu cumhuriyetler içerisindeki özerk cumhuriyetlerin bağımsızlık ilanları RSFSC’nin dağılması tehdidini oluşturmakla beraber, gerçekte SSCB’nin sonunu getirmiş oldu. Rusya içindeki cumhuriyetler Birlik Anlaşması’nın imzalanması imkanını kaybettikten sonra federal anlaşmanın savunucusu oldular. 21 cumhuriyetten ikisi -Tataristan ve Başkurdistan- Rusya Federasyonu ile doğrudan devletler arası anlaşma imzalanması, 13 cumhuriyetin yönetimi ise federal anlaşma imazalanması taraftarıydılar. Sadece dört cumhuriyet federal anlaşma yerine Rusya Federasyonu ile cumhuriyetler arasında yetkilerin belirlenmesi sözleşmesi imzalanması konusunda mutabık kaldılar.
1991’in sonu ve 1992 Ocak ayında bir dizi cumhuriyette ulusal eylem kongreleri düzenlendi ve tıpkı 1990 yaz ve sonbaharında olduğu gibi ulusal bağımsızlık için savaş istekleri dile getirilmeye başlandı. Cumhuriyetlerin basın-yayın organlarında 1991 Ağustos-Aralık arası sessizliğinden sonra ”Rus sömürgeciliği” karşıtı propogandalar yeniden geniş ölçüde yer aldı.
Oldukça hareketli olaylara sahne olan bu süreç, “parad suverenitetof (bağımsızlıklar geçidi)” diye adlandırılan ve Rusya’nın üniter, federatif ve konfederatif devletin özelliklerini karma bir şekilde üzerinde birleştirdiği dönem oldu.
İkinci Safha:
31 Mart 1992 Federal Anlaşmanın İmzalanması - 12 Aralık 1993 Yeni Rusya Anayasası’nın Kabulü
Etnopolitik çözülmenin ikinci safhası Mart 1992 ile Aralık 1993 tarihleri arası yani, Federal Anlaşma’nın imzalanmasından yeni Rusya Federasyonu Anayasası’nın kabulüne kadar olan süreyi kapsamaktadır.
Yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığımız cumhuriyetlerden, oblast ve okruglarda ortaya çıkan kitlesel hareketler, bağımsızlık deklerasyonları veya daha yüksek statü talepleri beraberinde Rusya’nın idarî yapılanmasında değişiklikler yapılmasını zorunlu hale getirdi. Bu gelişmeler üzerine Rusya Federasyonu, birliği oluşturan özerk cumhuriyetlerle, 31 Mart 1992 tarihinde kısaca “Federal Anlaşma” olarak bilinen, “Rusya Federasyonu İçindeki Egemen Cumhuriyetlerin İktidar Organları ile Rusya Federasyonu İktidar Organları Arasında Yetkinin Paylaşımı Hakkında Anlaşma”yı imzaladı . Tataristan ve Çeçen-İnguş Cumhuriyetleri Federal Anlaşmayı imzalamayı reddettiler. Bu iki cumhuriyet 12 Aralık 1993’te federal ilişkileri düzene koyan bütün federe birimleri “eşit haklı” ve “simetrik” kabul eden yeni Anayasa için yapılan referanduma da iştirak etmediler. 12 Haziran 1990 Bağımsızlık Deklerasyonu ve bu son iki belge Rusya Federasyonu’nun hukukî alt yapısını oluşturdu.
Federal Anlaşma belki cumhuriyetlerin isteklerine cevap veriyordu; zira cumhuriyetler “egemen devlet”ler olarak anlamada zikrediliyorlardı. Fakat, diğer birimler böyle bir tanımlamanın muhatabı değildiler. Egemen devletlilik statüsünün gerektirdiği yasama, yürütme ve yargı organlarının varlığı sadece cumhuriyetler için öngörülüyordu. Aynı şekilde cumhuriyetlerin toprak bütünlükleri anlaşmada açıkça vurgulanırken ve yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle beraber toprak cumhuriyet halklarının serveti kabul edilirken, oblast, kray ve özerk okrugların toprak bütünlüklerine ve hiç değinilmiyordu.
“Kurtarıcı” olarak bel bağlanan Federal Anlaşma’nın imzalanmasından sonra Rusya ulusal güvenliğe yönelik tehdit içeren sarsıntılar hissetti. Bu sarsıntılar politik hayatta federe birimlerin statülerinin farklılığını vurgulayan ve federal merkez ile olan ilişkilerde eşitsizliği yücelten Cumhuriyet Başkanları Kurulu’nun kurulmasında kendini gösterdi. Hukukî alanda 21 cumhuriyetin kendi anayasalarını kabul etmesi ve bunlardan 19 tanesinin Rusya Federasyonu Temel Kanunları’na aykırı olması Rusya’nın bütünlüğüne en büyük tehdit oldu.
Federal Anlaşma’nın adaletsizliğine karşı ilk tepkiler kray ve oblastlardan yükseldi. 1992 Kasım’ında cumhuriyetler dışındaki 53 bölgenin yöneticisi birleşerek “Valiler Birliği”ni kurdular ve Birliğin temsilcisi Cumhuriyet Başkanları Kurulu’na katıldı. Bundan sonra kray ve oblastlar cumhuriyetlerle eşit hale gelmeyi aktif olarak talep etmeye başladılar. 1992-1993 periyodunda cumhuriyet statüsüne çıkarılmaları hususunda bir kısım sosyo-ekonomik ihtiyaçların karşılanması hariç hiç bir şey yapılmayan kray ve oblastlar tekrar bağımsızlık istemeye başladılar.
Vatka ve Tula oblastlarının kendi anayasalarını kabul etmeleriyle bağımsızlaşma süreçi başlamış oldu. Sonra Volagda’da bağımsız devlet ilan edildi. Nijninovgorod Oblast Meclisi memnuniyetsizliğini cumhuriyet olma niyetini açıklayarak gösterdi. Ahrangelsk Oblast Meclisi Moskova’dan bağımsız olarak statüsünü cumhuriyet seviyesine yükseltti. Basında Krasnoyarsk Krayı ile İrkutsk Oblastı’nın birleşme tasarısı yer aldı . 1993 Ağustos’unda büyük bölgelerin yasama ve yürütme organlarının başkanları “Rusya Gazetesi” aracılığıyla Rusya Başkan ve Hükümeti’inden; kray ve oblastların iştirak etmedikleri, cumhuriyetlere ayrıcalık tanıyan anlaşmaların iptal edilmesini ve cumhuriyetlerin yönetimleriyle yapılan “bölücü” görüşmelerin derhal kesilmesini, “Rusya’nın bütün federe öğelerini siyasal ve ekonomik yönden eşit” kabul eden yeni RF Anayasa’sı yapılmasını ve “ulus-devlet” temelli idarî bölünme modeli yerine “bölgesel idarî bölünme” sisteminin benimsenmesini talep ettiler. Ayrıca ülke içerisinde tekrar etno-nasyonalizmin nüksetmesini önlemek için bölgesel idari birimlerin tek adla yani “zemliya” (Almanya’da olduğu gibi eyalet manasında) adıyla adlandırılmasını teklif ettiler.
Sverdlovsk Oblastı’nın kendisini Ural Cumhuriyeti olarak ilan etmesi kray ve oblastların eşitlik mücadelelerinin doruk noktası oldu. Sverdlovsk Oblastı’nın bu hareketi kray ve oblastların 1992-1993 arasında eşit haklılık için yaptıkları mücadelelerinde büyük tesir gösterdi. Ve nihayet Federasyondaki 6 çeşit federe birimin eşit haklara sahip olduğu Aralık 1993’te kabul edilen yeni Anayasa ile tesbit edildi (m. 5).
I.1.Rusya İmparatorluğu’nun Sonu ve SSCB’nin Kurulması
XX. yüzyılın başında milliyetçilik akımlarının güçlenerek millî devletlerin kurulmasına kadar tüm dünyada hakim olan devlet sistemi çok uluslu imparatorluklardı. İmparatorluk döneminde devlet yönetiminde egemen olan fikir devlete hizmet eden uyrukların var olmasıydı. İmparatorluk Rusya’sında önemli olan “etnik yapıya bağlı olmayan uyrukluk prensibi” idi. Petro’nun nazarında İsviçreli Leford veya İskoçyalı Orgon veya Rus Menşikov yada Yahudi Şafirov devletin hizmetinde bulundukları sürece Rusyalı idi. Petro olaya tamamen pragmatik olarak yaklaşıyordu. Etnik kökene bağlı kalmadan mümkün olan en iyi adayı devlet hizmetine almayı tercih ediyordu. Moskova Büyük Knezi III. İvan Novgorad’lılarla savaşa giderken yerine Tatar Murtaza’yı rahatça bırakabiliyor, bu da Ruslar tarafından normal karşılanıyordu.
Fransız ihtilalilin ardından tüm Avrupada yayılan milliyetçilik fikirleri Rusya’da da kendini hissettirmeye başladı. Bu fikirler halklar arasında yayılırken 19.yy. boyunca imparatorlukta hakim olan uyrukluk prensibi ve Ortadoks monarşinin yerini millet ve milliyetçilik fikirleri almaya başladı.
Diğer taraftan bu dönemde Çarlar cebrî olarak ruslaştırma politikaları gütmeye başladılar. Bu politikalar sonucunda Rusya “Milletler zindanı” olarak adlandırılmaya başlandı. Özellikle Çar III. Aleksandr ve II. Nikola’nın asimilasyon politikaları uygulaması,Türklere, Ukraynalılara, Polonyalılara, Finlilere, Yahudilere ve diğer etnik azınlıklara bu yönde baskılar yapması, İmparatorluk halkları arasında dinî ve millî hisleri kuvvetlendirerek imparatorluğun yıkılmasında önemli rol oynayacak olan “milliyetler meselesini” ortaya çıkardı.
IX.yy’ın sonu ve XX.yy’ın başlarında Rusya İmparatorluğu savaşların yanında ülke içi politik sarsıntılar geçirmeye başladı. Kanlı şekilde bastırılan grevler, ayaklanmalar, ihtilaller ve sürgünlerle beraber Rusya’nın gelecek yüz yılını etkileyecek olayların fikrî ve fiilî tohumları da ekilmeye ve gelişmeye başladı. Bunlardan elbette ki en önemlisi Lenin’in şahsında Bolşeviklerin fikirleri ve faaliyetleri oldu.
Lenin, Markstan aldığı fikirleri pratiğe aktarırken milletler arası mücadeleyi milletler üstü sınıf mücadelesine çeviriyordu. Lenin’e göre milletler arasındaki mücadele kapitalist emperyalizmin bir oyunuydu. Tüm emekçilerin çıkarlarını zedeleyen bu oyunu ancak tüm halkların emekçileri emperyalistlere karşı birleşerek bozabilirlerdi. O günkü Rus toplumunda büyük kabul gören bu fikirler milletler meselesini çok değişik bir platforma taşıyacaktı. Lenin esas mücadeleyi Çarlık rejimine karşı yürütüyordu. Çarlığı ortadan kaldırabilmek için mümkün olan her türlü birleştirici hareketi destekliyor, yönlendiriyor, kısacası amacına ulaşmak için fevkalade pragmatik davranıyordu.
Lenin ve lideri olduğu Bolşevikler bir taraftan Çarlığa karşı mücadele ederken, diğer taraftan da yeni kurulacak devlet konusunda fikirler ortaya koyuyorlardı.
Başlangıçta (1895) sınıfsal bir yaklaşımla “Bütün dünya proleterleri birleşin!” sloganıyla proleter enternasyonalizmi savunan Lenin ve Bolşevikler, 1900’lü yılların başında İmparatorluğun farklı milletleri için kısmî bir “kendi kaderini tayin hakkı”nı kendilerine temel slogan olarak seçtiler. Bu dönemdeki eserlerinde Lenin, her milletin kendi devletini kurabilmesini ya da hangi devlet içerisinde olmak istiyorlarsa, onu serbestçe seçebilmeleri gerektiğini ifade eder ve bu doğrultudaki her türlü faaliyeti desteklemeyi Rusya Sosyal Demokratları’na tavsiye eder.
Seçilecek devlet şekli konusunda 1900’lü yıllarda kısmî bir özerklik (avtonomiya) içeren merkezî devlet yanlısı olan Lenin, federalizmi şiddetle reddediyordu. S.G. Şaumyan’a yazdığı mektupta (Kasım 1913) Bolşeviklerin federasyon düşüncesinin karşısında olduklarını ve Rusya için federatif devlet modelinin kabul edilemez olduğunu ifade eder: “Demokratik merkeziyetçilik uygun olan alanlarda özerkliği (avtonomiya) kapsamaktadır. Fakat özerklikten farklı olarak Rusya için federasyon talebi ülkenin merkeziyetçiliği ve ekonomik gelişimi ile çelişmektedir… Biz prensip olarak federasyonun karşısındayız, çünkü o ekonomik ilişkileri zayıflatmakla beraber tek devlet için işe yaramaz bir tiptir” . Lenin’e göre özerklik, federasyondan farklı olarak Rusya’nın tek, merkezcil-demokratik devlete dönüşmesine engel olmamaktadır.
Fakat, 1910’dan sonra Finlandiya, Ukrayna, Kafkas Ötesi, Türkistan’ın ulusal hükümetlerinin ve Beyaz Rusya, Ukrayna, Litvanya, Letonya ve Estonya’nın ulusal burjuvazilerinin talepleri karşısında Lenin eski görüşünü değiştirip, Rusya için gelecekteki devlet modelinin federatif model olabileceğini kabul etmek zorunda kaldı . Federatif model 1917 Temmuz’unda [/b] yapılan I. Bütün Rusya Sovyetleri Kongresi’nde “Rusya, özgür cumhuriyetlerin birliği olsun“ kararıyla hukukî kesinlik kazanmış oldu.
Federatif modele yakınlaşma ile beraber Lenin, daha önce savunduğu ulusal-kültürel özerklik (natsionalno-kulturnaya avtonomiya) fikrini reaksiyoner bir şekilde reddedip milletler meselesinin çözümü için self-determinationprensibinin ısrarlı savunucusu oldu. Lenin’in; “Rusya’nın sosyal-demokratları propogandalarında bütün ulusların kendi ayrı devletlerini kurmaları ya da içerisinde yaşamak istedikleri devleti seçmede özgür oldukları hususlarında ısrarcı olmalıdırlar” sözleriyle uluslara bağımsızlık vadediyordu. Ulusların bağımsızlık isteklerine bu derece destek olmak Çarlığı yok etme gayretinden başka birşey değildi. I. Dünya Savaşı sırasında Çarlık rejiminin zayıflamasıyla güçlenen ulusal bağımsızlık ve özgürlük mücadeleleri yapılacak olan komünist ihtilal için uygun zemin oluşturdu. Ve 1917 Şubatında ilk ihtilal patlak verir. Çarlık rejimi yerine, iktidara Sovyetler, komiteler, sendikalar gibi kurumlarla kendini gösteren, demokratik rejim ya dahalk egemenliği hakim olur ve Geçici hükümet kurulur.Fakat 8 ay sonra, Geçici hükümete karşı tertiplediği ayaklanma bastırılıp, Finlandiya’ya kaçan ve daha sonra geri dönen Lenin tarafından yapılan Bolşevik ihtilali (bazılarına göre hükümet darbesidir) ile bolşevik parti aristokrasisi iktidarı eline alır.
Rus Ortadoks monarşisinin etnik kökene bağlı olmayan uyrukluk prensibini sonuna kadar muhafaza edememesi, daha evrensel bir tip olan enternasyonalizm savunucusu bolşevik-komunist hareketin Çarlık rejimi karşısında başarı kazanmasına neden oldu. Bolşeviklerin zaferi bir imparatorluktan daha evrensel bir diğer imparatorluğa (SSCB) geçişi sembolize etti.
İhtilal Rusya İmparatorluğu’nun yapısında radikal değişiklikler medana getirdi: En başta proleterya ile ulusal burjuvazi yer değiştirdi. Bolşeviklerin iktidara gelmesiyle Rusya içinde kuvvetlenme umudunu kaybeden ulusal burjuvazi self-determination sloganı ile girişilen Rusya’dan ayrılma hareketlerinin öncüsü oldu. Bu dönemde Rusya (90’lı yıllarda olduğu gibi) ardı ardına gelen “bağımsızlık” ilanları karşı karşıya kaldı ve imparatorluk karttan evler gibi dağılmaya başladı . İhtilalin ardından ilk olarak Ukrayna bağımsızlığını ilan etti (7 Kasım 1917) ve Ukrayna Halk Cumhuriyeti adını aldı. Ardından Beyaz Rusya, Finlandiya,Polanya, Tuva, Moldovya, Kuzey Kafkasya, Kafkasötesi ve Baltık cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan ettiler.1917-1920 yılları arasındaki iç savaş ve beraberinde getirdiği sosyal çalkantılar Rusya’daki ulusal problemleri iyiden iyiyekızıştırdı. İhtilal ülkedeki ulusal haraketleri özendirerek merkezkaç eğilimleri güçlendirdi. Fakat iç savaşın kazanan tarafı olan bolşeviklerin ülkenin büyük kısmında“savaş komünizmi”rejimini uygulamaları Ruslar dahil bütün halkların ulusal kendi kaderini tayin etme süreçlerini kestirip dondurmuş oldu. Kurulan totaliter rejim bilinçli olarak denatsionalizasyon ve standartlaştırma politikalarını uygulamaya koydu.
İhtilalin ardından ideolojik, etnik ve coğrafî faktörlerin etkileri hesaba katılarak mekeze (Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti RSFSC)’ye bağlı özerk cumhuriyetler kuruldu ve statüleri 1918 RSFSC Anayasası’yla hukukî kesinlik kazandı. Rusya Federasyonu’nun kurulmasındaki temel hedef “milliyet meselesi”ni devlet eliyle çözmek idi. Bu nedenle olarak ulusal dünya tarihinde ilktemele dayalı federasyonlar kuruldu: RSFSC, SSCB ve Kafkas Ötesi Federasyonu . Takip eden beş yıl sonunda (1917-1922) parçalanmış Rus İmparatorluğu’nu daha geniş bir coğrafyada tekrar canlandıracak olan Sovyetler Birliği kurulur (30 Aralık 1922). Böylece kendisi de bir federasyon olan RSFSC aynı zamanda 15 birlik cumhuriyetinden oluşan bir başka federasyonun (SSCB’nin) üyesi olur (1922-1991).
SSCB dağılana kadar RSFSC içerisinde idarî-bölgesel taksimata bağlı olarak 6 kray , 49 oblast , 2 cumhuriyet değerinde şehir (Moskova ve S. Petersburg), ulusal temele dayalı 16 özerk cumhuriyet, 5 özerk oblast ve 10 özerk okrug bulunuyordu. 1990’a kadar devam eden 70 yıllık süre içerisinde SSCB hukukî olarak konfederasyona ait özellikler taşıyan (ki bu cumhuriyetlerin SSCB’den ayrılma hakları vardı) federasyon olsa da uygulamada Komünist Parti tarafından kontrol edilen aşırı merkezî-bürokratik yapısıyla üniter devlet görüntüsü vermiştir.
1990’a kadar geçen 70 yıllık sürede Rusya toprakları üzerinde ulusal hareketler ve bunları organize edebilecek milliyetçi kuruluşlar yaşam şansı bulamadılar, fakat bu, milliyetçiliğin tamamen üstesinden gelindiği anlamına gelmez. Zira, resmî ideolojiden farklı her türlü fikrin ve farklı oluşumun şiddetle bastırıldığı Stalin iktidarı döneminde bile Sovyet cumhuriyetleri ve diğer özerk birimlerde komünizm frazyolojisi ile kamufle edilmiş milliyetçi akımlar gizlice faaliyet imkanı bulabiliyorlardı. Gelişen süreç içerisinde Sovyetler Birliği halklarının görünüşteki mutlu birliktelikleri milliyetçi sloganların ağırlıkta olduğu protesto gösterileri ve mitinglerle sarsılmaya başladı. Bu eylemlerde Estonya ve Litvanyalılar bağımsızlık, Kırım Tatarları, İnguşlar, Mesket Türkleri ve Almanlar ulusal özerklik, Gürcüler, Aphazlar ve Ukraynalılar ulusal kültür ve dillerinin korunması, Kazaklar, Estonyalılar ve Aphazlar yerel olmayan halklar tarafından sömürülmeye son verilmesini ve nihayet Almanlar yurt dışına serbestçe çıkabilme hakkı istiyorlardı. Ülke geneline dağılan eylemler sonun başlangıcının ilk işaretcileri oldular.
I.2. Sovyetler Birliği’nin Yıkılması ve Milliyetçiliğin Canlanması
Mihayl Gorbaçov’un 1985’te Komünist Parti Genel Sekreterliği görevine gelmesiyle başlayan SSCB’nin dağılma sürecini iki kısma ayırıp incelemek mümkündür: “Perestroyka” ve “glasnost” dönemi ile 1990 sonrası federal birimlerin bağımsızlıkları ilan ettikleri dönem: “Parad suverinitetof-Bağımsızlıklar geçidi”.
A.1985-1990 “Perestroyka” ve “Glasnost” Dönemi
1980’li yılların ortalarına gelindiğinde sosyalist rejiminin reformlar yapılmadan daha fazla devam etmesinin mümkün olmadığı gözler önündeydi. Yeniden yapılanma ve açıklık politikalarının ortaya konulduğu bu dönemde demoktikleşme rüzgarları tüm sovyet cumhuriyetlerinde esmeye başladı. Bununla beraber demokratikleşme süreci ve “kendi kaderini tayin hakkı” gibi faktörler milliyetçi hareketlerin güçlenmesini netice veriyordu. “Milliyetçilik” ise , federal yapılı devletlerde federal merkeze karşı mücadeleye rahatlıkla yönlendirilebilecek bir ideolojidir. İşte bu dönemde milliyetçi niteliği ağır basan ayrılıkçı hareketlerin artması SSCB ve RSFSC’nin bütünlüğünü tehdit eden en önemli unsur oldu. Demokratikleşme ve “Perestroyka” (yeniden yapılanma) döneminde XX.yy. başında yaşanan İmparatorluğun yıkılış senaryosu bir çok yönüyle tekrarlanıyordu.
Ekonominin temeli kamu mülkiyeti prensibine dayanan Sovyet sisteminde ekonomik zenginliklerin paylaşılması etnik guruplar arasında bir rekabete neden olmuyordu ve ekonomik çıkarların motive ettiği milliyetçi hareketler görülmüyordu. Fakat 80’li yılların sonu ve 90’lı yılların başında ortaya çıkan derin sosyo-ekonomik ve politik kriz ve ülke zenginliklerinin paylaşımı meselesi Sovyet ulusları arasındaki anlaşmazlıkların ortaya çıkmasını hızlandırdı. Glasnost (açıklık) ve perestroykayla gelen demokratikleşme, ideolojik ve politik alanlarda totaliter komünizmden vazgeçilmesi partinin monopolcü ve baskıcı hegemonyasını ortadan kalmasını netice verdi. Bu gelişme ise sovyet devlet mekanizmasını işlemez hale getirdi.
Glasnost (açıklık) politikalarının uygulanması ve Komünist Parti tarafından uygulanan katı sansürün zayıflaması Sovyet halklarına kendi ulusal çıkarları ve hedeflerini açıktan dile getirme imkanı verdi. Böylece cumhuriyetlerde güçlenen ulusal elit (parti teşkilatı üyeleri, fabrika müdürleri, tanınmış akademisyenler...) çok kısa zamanda milliyetçi ideoloji oluşturarak bunları kendi halklarına kabul ettirmeyi başardılar.
Bu dönemde Moskova’nın milleyetler meselesi konusunda başarısız politikalar izlediği dikkati çekmektedir. Rus olmayan unsurların ulusal sorunlarına ilgi gösteren Hruşçev ve Brejnev’in aksine Gorbaçov milliyet meselelerine karşı duyarsız kalmıştır. Ekonomiyi modernize etmek ve Sovyet toplumunu değiştirmek hırsıyla yanıp tutuşan ve milliyet sorunlarını çağdışı kabul eden Komünist Parti Merkez Komitesi Genel Sekreteri ve aynı zamanda SSCB Başkanı olan Gorbaçov milliyetçi hareketlerle mücadele için ne parti kanalıyla, ne de devlet kanalıyla hiç bir önlem almadı.
Baltık cumhuriyetlerinde (Estonya, Letonya, Litvanya) 1988’de kurulan halk cepheleri perestroykaya taraftar olup, 1989’dan itibaren Sovyet aleyhtarı olan ayrılıkçı hareketler organize etmeye başladılar. Ekonomik bağımsızlık isteğiyle başlayan eylemler Litvanya, Estonya ve Letonya’nın SSCB’ye bağlılıklarının hukukî bir temeli olmadığı iddialarıyla ayrı bir ivme kazanmış oldu. Baltık cumhuriyetlerinin ardından Kafkasya ve Orta Asya’yı da içine alan geniş bölgede milliyetçi hareketler ve etnik çatışmalar başgösterdi.
Azerbaycan ve Ermenistan arasında Azerbaycan’a bağlı Dağlık Karabağ Özerk Cumhuriyeti yüzünden savaş başladı. Gürcistan kendi sınırları içerisinde olan iki azınlık halka karşı; önce Osetyalılara (Güney Osetya Özerk Eyaleti), sonra Aphazlara (Aphazya Özerk Cumhuriyeti) savaş açtı. Birkaç ay devam eden şiddetli savaş, Gürcü ordusunun sayı olarak üstünlüğüne rağmen Aphazların galibiyeti ile sonuçlandı ve Gürcü ordusu Aphazya topraklarından çıkarıldı. Aphazların galibiyetinde birçok Kuzey Kafkasya halkının Aphazların yanında yer almaları önemli rol oynadı.
Cumhuriyetlerde bu alışılmadık hareketler devam ederken, 1990 yılında Rusya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti (RSFSC) Ukrayna, Kazakistan, Beyaz Rusya, Moldova ve Letonya ile bağımsızlaşmayı özendirici ikili anlaşmalar imzaladı. Bu anlaşmalar ekonomik bir mana ifade etmese de cumhuriyetlerin bağımsızlığını deklare eden ilk hukukî belgeler olmaları yönüyle önemlidirler.
Bir bütün olarak Sovyetler Birliği bu gelişmeleri yaşarken RSFC I. Halk Milletvekilleri Kongresi 12 Haziran 1990’da RSFC’nin bağımsızlığını ilan eden “Bağımsızlık Deklarasyonu” kabul etti. Deklerasyonla SSCB ulusal servetinin taksimi ve cumhuriyet kanunlarının SSCB kanunlarına üstünlüğü kabul edilerek yeni duruma göre kanunlar değiştirildi. SSCB’nin artık ortadan kalktığını gösteren ilk hukukî metin böylece ortaya çıkmış oldu.
RSFC “Bağımsızlık Deklarasyonu”nun özendirmesiyle birlik cumhuriyetleri ve özerk cumhuriyetler Sovyet devlet modelini reddedip -etnik temele dayalı- bağımsız devlet kurduklarını deklerasyonlarla ilan ederek kendi hukukî düzenlemelerini yaptılar. Burada dikkat çeken bir husus, bütün önemli ayrılıkçı hareketlerin faaliyet ve programlarının analizinin, komunizme karşı sunulan “Demokrasi, milliyetçilik ve islamizmin aslında yerel parti-devlet elitinin devlet iktidarını ve mülkiyetini taksimde kullandıkları ideolojik maske“ olduğunu göstermesidir. Bu dönemde ayrıca SSCB’nin varlığının devamı için farklı model tartışmaları gündeme geldi. SSCB yerine “Sodrujestva (topluluk)”, “Soobşestva (topluluk)” vb. isimleriyle konfederasyon kurulması önerilmişse de, Aralık 1990’da yapılan IV. SSCB Halk Milletvekilleri Kongresi, federal devlet yapısının aynı isimle (SSCB) korunmasına karar verdi.
Ardından SSCB’nin yeniden şekillenmesi için 1989’dan beri üzerinde çalışılan yeni “Birlik Anlaşması” hazırlıklarına hız verildi. Bu anlaşma ile SSCB’nin isminde değişiklik yapılarak “sosyalist” kelimesi yerin “bağımsız” kelimesi yazılması öneriliyor, ayrıca cumhuriyetlere daha fazla hak tanınıyordu. Fakat 1985’te perestroyka politikalarına destek vermesi için Gorbaçov tarafından Moskova Komünist Parti Birinci Sekreterliği’ne getirilen, 1990’da da RSFSC’nin başına geçen, 1991 haziran seçimlerinde başkanlığını kuvvetlendiren (seçimle gelen ilk lider) Boris Niyolayeviç Yeltsin ve onun çevresinde toplanan Radikallere verilen bu tavizler tatmin etmedi. Ve nihayet,yanlış uygulanan perestroyka politikalarının ülkeyi iflasa sürüklediği, ülkede korku ve sefaletin hakim olduğu, ekstremist güçlerin demokratlık kılıfıyla iktidarı ele geçirip SSCB’yi yıkıma götürdükleri gerekçeleriyle 19-21 Ağustos 1991’de radikaller Gorbaçov yönetimine karşı darbe girişiminde bulundular. Fakat, Yeltsin faktörü darbecilerin planını bozdu. 20 Ağustos’ta Yeltsin ve etrafındakiler Hükümet binasını darbecilerden temizleyerek Rusya’daki hadiseleri kontrol altına almayı başardılar ve Gorbaçov’un SSCB’nin kanunî Başkanı olduğunu deklare ettiler. 24 Ağustos’ta Gorbaçov, Yeltsin ve Radikaller tarafından sunulan ultimatomları kabul ederek Birlik Bakanlar Kurulunu dağıttı, Komunist Parti Genel Sekreterliği’nden istifa etti. Komunist Parti Merkez Komitesi de kendini fesh ettiğini ilan etti. Sonuçta sadece komunist rejim değil SSCB’nin çimentosu olan parti-devlet yapısı yıkılmış oldu.
Ağustos’ta Moskova’da yaşanılan olaylar cumhuriyetler arasında “Birlik Anlaşması” imzalanması imkanını da ortadan kaldırarak cumhuriyetlerin Birlikten ayrılma süreçlerini hızlandırmış oldu. Cumhuriyet yönetimleri yapılan darbeyi ya kınadılar, ya da darbecileri meşru saymadılar. Sadece Orta Asya cumhuriyetleri ve Azerbaycan resmî olmasa da yeni Moskova yönetiminin meşruluğunu kabul etti.
Bu şartlarda Sovyet Birliğinin daha fazla devam edemiyeceğini gören Birlik cumhuriyetlerinin yöneticileri, bağımsızlığa veya daha özerk bir cumhuriyete geçişin en kansız bir şekilde, Rusça ifadesi ile “tsivilizovannıy razvod” (medeni boşanmanın), gerçekleştirilmesini istiyorlardı. Bu amaçla Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya Başkanları 8 Aralık 1991 tarihinde Minsk’te toplanarak SSCB’nin artık son bulduğunu açıkladılar.
SSCB’nin yıkılmasıyla onbeş yeni bağımsız devlet ortaya çıktı. Rusya Federasyonu hariç diğer ondördü bağımsız ulus-devlet olduklarını ilan ettiler. Fakat sakin geçen kısa bir sürenin ardından bazı cumhuriyetlerde halklar arası ihtilaf ve çatışmalar tekrar şiddetlendi . Minsk deklerasyonu sonucunda Birliği oluşturan en önemli hukuki düzenleme olan 1976 Sovyet Anayasası da de facto ve de jure olarak yürürlükten kalkınca federasyonu oluşturan federe cumhuriyetler arasındaki bağı sağlayan hukukî düzen de son bulmuş oldu.
B.1990 Sonrası Dönem: Özerk Cumhuriyetlerin Bağımsızlıklarını İlanları Ya da Bağımsızlıklar Geçidi
17 milyon km² toprağa ve 147 milyonluk nüfusa sahip çok uluslu bir federasyon olan Rusya, 12 Haziran 1990’da bağımsızlığını ilan edip Sovyetler Birliği’nden ayrılınca, Sovyetlerin kaderini yaşamamak ve etnopolitik ayrışma sürecini en az kayıpla aşmak için çok çaba sarfetti. Konuyla ilgili olarak Başkan B. Yeltsin tarafından 1994 şubat ayında Federal Meclise gönderilen yıllık mesajda şu gerçeğin altı çizilmektedir; “ Rusya Federasyonu’nun devlet yapısının temelini oluşturan birbirine çelişik iki prensipten (etnik faktörün belirleyici olduğu ulusal-bölgesel yapı ve ekonomik, coğrafî ve tarihî faktörlerin belirleyici olduğu idari-bölgesel yapı prensipleri) kaynaklanan ulusal problemlerin çokluğu Rusya’nın güçlenmesini engellemektedir. Bugün, ne zaman devletin fonksiyon ve yetkilerinin federal ve federe birimler arasında yeniden dağıtılması gündeme gelse bu problemler net olarak görülmektedir ”.
Anlaşılacağı üzere “sosyalist federalizm” modelinin onlarca yıllık gelişim süreci içerisinde ulusal gerilimleri arttıran ve devletin güvenliğini tehdit eden sebepler aslında devletin kendi öz yapısındaki bu çelişkiden kaynaklanmaktadır.
90’lı yılardaki etnopolitik ayrışma süreci çağdaş araştırmacılara göre üç etapta gerçekleşmiştir :
Birinci safha: 1990 baharından 1992 baharına kadar olan süre.
Gorbaçov ve Yeltsin arasındaki iktidar mücadelesi birinci safhaya karakteristik özelliğini vermektedir. Bu mücadelede göze çarpan en önemli nokta iki tarafın da federe birimlere bir kısım tavizler vererek onların desteklerini almaya çalışmalarıdır. Bu süreçte 1989’ın ortalarından itibaren Gorbaçov, Yeltsin’in etrafında toplanan politik gücü kırma amacıyla özerk bölgelere politik statülerinin yükseltilmesini teklif edecektir. Amaç yeni bir güç merkezi haline gelmeye başlayan Rusya Sosyalist Federasyonu’ndan SSCB’ye bağlı cumhuriyet ve eyaletleri uzaklaştırmaktır. Bu doğrultuda SSCB Yüksek Meclisi 26 Nisan 1990 yılında SSCB’yi oluşturan birlik cumhuriyetleriyle cumhuriyetler içerisinde yer alan özerk cumhuriyetlere eşit hukukî statü veren “SSCB ile Federe Birimler Arasında Yetkilerin Belirlenmesi Hakkında” kanunu kabul etti.
Bu gelişme RSFBC Başkanı Boris Yeltsin’i bir ileri hamle yapmaya mecbur bıraktı ve 1990 Ağustos’unda özerk birimlerin tümüne “ne kadar hazmedebilecekseniz, o kadar özerklik alın" çağrısında bulundu. Çağrının ardından Rusya Sosyalist Federasyonu’nundaki bütün özerk cumhuriyetler ve özerk oblastlar (yahudi özerk oblastı hariç) özerk statülerini reddederek bağımsız birer cumhuriyet olduklarını ilan ettiler. Tataristan ve Çeçen-İnguş cumhuriyetleri bu süreyi suskunlukla geçirirken, istisnasız bütün cumhuriyetler kendi istekleriyle SSCB’den ve RSFSC’den farklı bir yapıda kurulacak yeni devlet için “kurucu birlik anlaşması”nın üyeleri olma isteklerini dile getirdiler. Geçmişteki tüm özerk cumhuriyetlerle “Bağımsız Devletler Birliği (BDB)” kurulması anlaşmasının imzalanmasıyla bu sürecin sona erdirilebilmesi, Rusya Federasyonu’nun dağılma tehlikesini önleyebilecek tek yol gibi görünmekteydi .
Böyle bir ortamda B. Yeltsin’in RSFC Halk Milletvekilleri 1. Kongresi’nde, en azından RSFSC’nin bütünlüğünü garantiye almak için, SSCB yönetiminin üzerinde çalıştığı “Birlik Anlaşması”na alternatif olarak “Federal Anlaşma” fikrini ileri sürdü . Yukarıda değindiğimiz 1991 Ağustos darbesi, ardından SSCB’nin dağılması ile “Birlik Anlaşması” da hazırlıkları da tarihe karışınca “Federal Anlaşma” ayrı bir önem kazandı.
RSFC’nin yasama ve yürütme organları SSCB’nın kaçınılmaz sonunu hissettikleri andan itibaren “Federal Anlaşma” nın hazırlık sürecini kısaltmaya başladılar. 6 Aralık 1991 yılında Başkan ve Rusya Yüksek Meclis Başkanı’nın ortak kararıyla (rasparijeniye) federal ve federe yetkilerin belirlenmesi konusunda çalışmak üzere yeni çalışma gurubu kuruldu . Bu çalışma gurubu Aralık ayının ortalarına doğru federal anlaşma imzalanması yerine, önce yetkilerin belirlenmesi hakkında kanun çıkarılmasını, ardından 20 Ocak 1992’de de yetkilerin belirlenmesi ile ilgili sözleşme imzalanmasını teklif etti .
Moskova’da “Birlik Anlaşması”, “Federal Anlaşma” hazırlıkları ve seçilecek devlet modeli tartışmaları devam ederken cumhuriyetlerde etnopolitik elitin ateşlemesiyle “orman yangını” hızıyla yayılan aktif milliyetçi hareketler ortaya çıkmaya başladı. Ağustos 1990’dan Şubat 1991’e kadar RSFSC’ye bağlı onaltı özerk cumhuriyetten onbeşi bağımsızlıklarını ilan ettiler. Beş özerk oblasttan dördü özerk cumhuriyet, on özerk okrug daha yüksek statülü özerklik sekizi özerk cumhuriyet, ikisi özerk oblast) kararı aldılar. Sonuçta Rusya’daki özerk cumhuriyet sayısı 16’dan -Çeçenistan’dan ayrılan İnguşetiya ile- 21’e yükseldi.
Birlik cumhuriyetleri ile beraber bu cumhuriyetler içerisindeki özerk cumhuriyetlerin bağımsızlık ilanları RSFSC’nin dağılması tehdidini oluşturmakla beraber, gerçekte SSCB’nin sonunu getirmiş oldu. Rusya içindeki cumhuriyetler Birlik Anlaşması’nın imzalanması imkanını kaybettikten sonra federal anlaşmanın savunucusu oldular. 21 cumhuriyetten ikisi -Tataristan ve Başkurdistan- Rusya Federasyonu ile doğrudan devletler arası anlaşma imzalanması, 13 cumhuriyetin yönetimi ise federal anlaşma imazalanması taraftarıydılar. Sadece dört cumhuriyet federal anlaşma yerine Rusya Federasyonu ile cumhuriyetler arasında yetkilerin belirlenmesi sözleşmesi imzalanması konusunda mutabık kaldılar.
1991’in sonu ve 1992 Ocak ayında bir dizi cumhuriyette ulusal eylem kongreleri düzenlendi ve tıpkı 1990 yaz ve sonbaharında olduğu gibi ulusal bağımsızlık için savaş istekleri dile getirilmeye başlandı. Cumhuriyetlerin basın-yayın organlarında 1991 Ağustos-Aralık arası sessizliğinden sonra ”Rus sömürgeciliği” karşıtı propogandalar yeniden geniş ölçüde yer aldı.
Oldukça hareketli olaylara sahne olan bu süreç, “parad suverenitetof (bağımsızlıklar geçidi)” diye adlandırılan ve Rusya’nın üniter, federatif ve konfederatif devletin özelliklerini karma bir şekilde üzerinde birleştirdiği dönem oldu.
İkinci Safha:
31 Mart 1992 Federal Anlaşmanın İmzalanması - 12 Aralık 1993 Yeni Rusya Anayasası’nın Kabulü
Etnopolitik çözülmenin ikinci safhası Mart 1992 ile Aralık 1993 tarihleri arası yani, Federal Anlaşma’nın imzalanmasından yeni Rusya Federasyonu Anayasası’nın kabulüne kadar olan süreyi kapsamaktadır.
Yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığımız cumhuriyetlerden, oblast ve okruglarda ortaya çıkan kitlesel hareketler, bağımsızlık deklerasyonları veya daha yüksek statü talepleri beraberinde Rusya’nın idarî yapılanmasında değişiklikler yapılmasını zorunlu hale getirdi. Bu gelişmeler üzerine Rusya Federasyonu, birliği oluşturan özerk cumhuriyetlerle, 31 Mart 1992 tarihinde kısaca “Federal Anlaşma” olarak bilinen, “Rusya Federasyonu İçindeki Egemen Cumhuriyetlerin İktidar Organları ile Rusya Federasyonu İktidar Organları Arasında Yetkinin Paylaşımı Hakkında Anlaşma”yı imzaladı . Tataristan ve Çeçen-İnguş Cumhuriyetleri Federal Anlaşmayı imzalamayı reddettiler. Bu iki cumhuriyet 12 Aralık 1993’te federal ilişkileri düzene koyan bütün federe birimleri “eşit haklı” ve “simetrik” kabul eden yeni Anayasa için yapılan referanduma da iştirak etmediler. 12 Haziran 1990 Bağımsızlık Deklerasyonu ve bu son iki belge Rusya Federasyonu’nun hukukî alt yapısını oluşturdu.
Federal Anlaşma belki cumhuriyetlerin isteklerine cevap veriyordu; zira cumhuriyetler “egemen devlet”ler olarak anlamada zikrediliyorlardı. Fakat, diğer birimler böyle bir tanımlamanın muhatabı değildiler. Egemen devletlilik statüsünün gerektirdiği yasama, yürütme ve yargı organlarının varlığı sadece cumhuriyetler için öngörülüyordu. Aynı şekilde cumhuriyetlerin toprak bütünlükleri anlaşmada açıkça vurgulanırken ve yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle beraber toprak cumhuriyet halklarının serveti kabul edilirken, oblast, kray ve özerk okrugların toprak bütünlüklerine ve hiç değinilmiyordu.
“Kurtarıcı” olarak bel bağlanan Federal Anlaşma’nın imzalanmasından sonra Rusya ulusal güvenliğe yönelik tehdit içeren sarsıntılar hissetti. Bu sarsıntılar politik hayatta federe birimlerin statülerinin farklılığını vurgulayan ve federal merkez ile olan ilişkilerde eşitsizliği yücelten Cumhuriyet Başkanları Kurulu’nun kurulmasında kendini gösterdi. Hukukî alanda 21 cumhuriyetin kendi anayasalarını kabul etmesi ve bunlardan 19 tanesinin Rusya Federasyonu Temel Kanunları’na aykırı olması Rusya’nın bütünlüğüne en büyük tehdit oldu.
Federal Anlaşma’nın adaletsizliğine karşı ilk tepkiler kray ve oblastlardan yükseldi. 1992 Kasım’ında cumhuriyetler dışındaki 53 bölgenin yöneticisi birleşerek “Valiler Birliği”ni kurdular ve Birliğin temsilcisi Cumhuriyet Başkanları Kurulu’na katıldı. Bundan sonra kray ve oblastlar cumhuriyetlerle eşit hale gelmeyi aktif olarak talep etmeye başladılar. 1992-1993 periyodunda cumhuriyet statüsüne çıkarılmaları hususunda bir kısım sosyo-ekonomik ihtiyaçların karşılanması hariç hiç bir şey yapılmayan kray ve oblastlar tekrar bağımsızlık istemeye başladılar.
Vatka ve Tula oblastlarının kendi anayasalarını kabul etmeleriyle bağımsızlaşma süreçi başlamış oldu. Sonra Volagda’da bağımsız devlet ilan edildi. Nijninovgorod Oblast Meclisi memnuniyetsizliğini cumhuriyet olma niyetini açıklayarak gösterdi. Ahrangelsk Oblast Meclisi Moskova’dan bağımsız olarak statüsünü cumhuriyet seviyesine yükseltti. Basında Krasnoyarsk Krayı ile İrkutsk Oblastı’nın birleşme tasarısı yer aldı . 1993 Ağustos’unda büyük bölgelerin yasama ve yürütme organlarının başkanları “Rusya Gazetesi” aracılığıyla Rusya Başkan ve Hükümeti’inden; kray ve oblastların iştirak etmedikleri, cumhuriyetlere ayrıcalık tanıyan anlaşmaların iptal edilmesini ve cumhuriyetlerin yönetimleriyle yapılan “bölücü” görüşmelerin derhal kesilmesini, “Rusya’nın bütün federe öğelerini siyasal ve ekonomik yönden eşit” kabul eden yeni RF Anayasa’sı yapılmasını ve “ulus-devlet” temelli idarî bölünme modeli yerine “bölgesel idarî bölünme” sisteminin benimsenmesini talep ettiler. Ayrıca ülke içerisinde tekrar etno-nasyonalizmin nüksetmesini önlemek için bölgesel idari birimlerin tek adla yani “zemliya” (Almanya’da olduğu gibi eyalet manasında) adıyla adlandırılmasını teklif ettiler.
Sverdlovsk Oblastı’nın kendisini Ural Cumhuriyeti olarak ilan etmesi kray ve oblastların eşitlik mücadelelerinin doruk noktası oldu. Sverdlovsk Oblastı’nın bu hareketi kray ve oblastların 1992-1993 arasında eşit haklılık için yaptıkları mücadelelerinde büyük tesir gösterdi. Ve nihayet Federasyondaki 6 çeşit federe birimin eşit haklara sahip olduğu Aralık 1993’te kabul edilen yeni Anayasa ile tesbit edildi (m. 5).