Peygamberimizin ailesi i̇çindeki örnek davranışları

SoruCevap

Yeni Üye
Katılım
17 Ocak 2024
Mesajlar
350.999
Çözümler
1
Tepkime puanı
17
Puan
308
Yaş
36
Peygamberimizin Ailesi İçindeki Örnek Davranışları

O’nun (a.s.m) hanesi yeryüzünde gelmiş-geçmiş ve gelecek hanelerin, kurulacak yuvaların en mesudu, en bahtiyarı ve en bereketlisi olmuştur. O’nun (asv) hanesinde her zaman burcu burcu saadet kokardı. Alemde hiçbir kadın Hz. Peygamber (asv)’in, hanımlarını sevdiği gibi sevilmemiştir. Hiçbir erkek de Hz. Peygamber (asv) gibi sevilmiş değildir. Bu sevgi halesinin elbette bir sebebi vardı. Allah Rasulü (a.s.m) eli altında bulunanlara uyguladığı terbiye usulüyle onların kalplerinde, sonsuz bir alaka ve bağlılık hasıl etmiştir.

Peşinen söylemek gerekir ki onun aile reisi olarak çizdiği portre de hayranlıkla izlenecek mükemmelliktedir: Sabrın, merhametin, teennili davranışın, anlayışlılığın, inceliğin, hoşgörünün ve sorumluluğun timsalidir, o Peygamber (asv). Ve bu faziletler belki de hiç kimsede kendini bu denli güzel ifade edememiştir.

Allah katında aile reisinin değeri, eşine ve yakınlarına verdiği değerle ölçülür. Bu konuda Hz. Peygamber (asv) şöyle buyurmuştur:

“En hayırlınız, aileniz için hayırlı olandır. Bana gelince ben, aileme karşı sizden en hayırlı olanınızım.”

İlgi ve Sevgi: Bir eş ve babanın ailesine olan ilgisinin en önemli göstergesi, onlarla birlikte vakit geçirmesidir. Hz. Peygamber (asv), buna itini eder, ne ibadeti, ne arkadaşlarıyla geçirdiği vakit ne de dünya meşguliyeti buna mani olmazdı. O, ailesi ile birlikte olduğunda, onlarla sohbet eder, hal ve hatırlarını sorar, şakalaşır ve eğitmeye çalışırdı.

Rivayetler, Hz. Peygamber (asv)’in ailevi sohbeti iki istikamette oluştuğunu göstermektedir: Birincisi, aile fertlerinin her biri ile şahsen teması ve hususi sohbeti; ikincisi, aile fertlerinin tamamının birbiriyle temas ve sohbeti.

Bu her iki sohbetin, günlük siyasi ve irşadi faaliyet ve diğer meşguliyetler içerisinde ihmale uğramaması için Rasulullah (asv), birkaç kesin prensibe yer vermiştir:

Hanımlarıyla geçireceği gece, belli bir esasa bağlanmış, kur’a ile tesbit edilen bir sıra ile her gece birinin yanında kalmak, prensip olmuştur. Nevevi’nin açıklamasına göre kadın hayızlı halde olsa bile sohbet nöbetinde atlama yapılmamıştır.

Ayrıca her sabah mescitten çıktıktan sonra ve her ikindi vakti namaz kıldıktan sonra kadınların her birine teker teker ziyaretler yapar, alışılan muayyen bir müddet boyunca onlarla sohbet ederdi.

Bir de özellikle ailenin bir araya gelmesini sağlamak maksadıyla her akşam, bütün hanımlar, Rasulullah (asv), o gece kimin yanında geceleyecek ise, topluca oraya gelirler, sohbet ederlerdi. Bu toplantılarda Rasulullah (asv)’ın zevcelerine ibretli kıssalar anlattığı, hepsinin güldürücü şakalar yaptığı rivayetedilmiştir.

Hz. Peygamber (asv), günlük sabah ve ikindi ziyaretlerine gider, selam verir, elini omuzlarına ya da başlarına koyarak öper, hal-hatır sorup meseleleriyle alakadar olurdu. Ondaki bu incelik, hanımlarının ruhlarına bütün letafeti ve nuraniyetiyle sirayet etmiş olacak ki, bir değil bir çok hanım birbirlerine aynı zarafetle yaklaşmışlardır.

Mesela, bir gün önce, savaşta babası ve bazı yakınlarını kaybeden Safiyye (r.anha)’nin yanında Hz. Peygamber (asv) hiç uyumamış, sabaha kadar kendisiyle sohbet edip, ilgilenmiştir. Böyle bir ilgiye de ihtiyacı vardır ve kendisinden bu ilgi esirgenmemiştir.

Hz. Peygamber (asv) hastalandığında “Keşke senin uğradığın hastalığa ben uğrasaydım, senin yerinde yatan ben olsaydım.” deyince, diğer hanımlar birbirlerine göz kırparlar. Bunu gören Rasulullah (asv), “Safiyye bu sözünde sadıktır.” buyurur.

İnsan fıtratında var olan eğlenme ve şakalaşma ihtiyacını bilen Rasulullah (asv) buna da imkan tanımış ve bizzat eşleriyle şakalaşmıştır. Muhtelif seferlerde Hz. Aişe (r.anha) ile koşu yarışması yaptığını validemiz kendisi söyler.

İlgilenme ve değer verme, kendisini, muhatabının fikrine saygı duyma ve önerilerini dikkate almada da gösterir. Ve tabii ki Hz. Peygamber (asv) bu konuda da örnek teşkil eder bugünün erkeklerine ve tüm insanlara. Özellikle eşinin sözüne ve düşüncesine, doğrudan hanımını ilgilendiren konularda bile müracaat etmeyen aile reisleri, Hz. Peygamber (asv)'in yaşayışı göz önüne alındığında en yakın arkadaşlarına haksızlık etmektedirler. Oysa Hz. Peygamber (asv) çok kritik anlarda eşlerinin fikrini almış ve uygulamıştır.

Hudeybiye anlaşması, Müslümanlara çok ağır gelmişti. Kabe’ye varamadan geri döneceklerdi. Anlaşmayı yazma işinden çıkınca, Rasulullah (asv), ashabına:

"Kalkın kurbanlarınızı kesin, sonra da tıraş olun!"

buyurdu. Ancak (müşriklerle yapılan bu antlaşmadan hiç kimse memnun değildi. Bu sebeple) kimse kalkamadı. Rasulullah (asv), emrini üç kere tekrar etti. Yine kalkan olmayınca Ümmü Seleme (r.anha)'nin çadırına girdi; ona halktan maruz kaldığı bu hali anlattı. O, kendisine:

"Ey Allah'ın Rasulü! Bunu (yani halkın kurbanını kesip, tıraşını olmasını) istiyor musun? Öyleyse çık, ashaptan hiçbiriyle konuşma, deveni kes, berberini çağır, seni tıraş etsin!"

dedi. Hz. Peygamber (asv) kalktı, hiç kimse ile konuşmadan bunların hepsini yaptı: Devesini kesti, berberini çağırdı, tıraş oldu. Ashab bunları görünce kalktılar kurbanlarını kestiler, birbirlerini tıraş ettiler.

Üzerinde durulması gereken çok hassas bir konu bu. Kim, kadınlara karşı bu denli iltifatkar olabilmiştir? En kritik anda hanımıyla istişare eden kaç devlet reisi vardır? Bir aile reisi olarak kaç kişi, aile hayatında hanımıyla istişareye yer vermektedir? Hz. Peygamber (asv)'in örnek olduğu her alanla ilgili bu soruları çoğaltmak mümkündür. Ve maalesef soruların çoğunda cevap olumsuz olacaktır. İşte bu nedenledir ki mükemmel olan dinimiz, bizlerin yaşayışında aynı seviyede değildir. Halbuki Efendimiz (asv) nasıl davranışlarıyla kadınlara karşı lütufkar davranıyordu; nurlu sözleriyle de hep bu şekilde davranmayı teşvik ediyordu:

“Mü’minlerin iman bakımından en kusursuzu, ahlakı en güzel olanıdır. Ahlakı en güzel olanınız da, kadınlarına en güzel davrananınızdır.” (Ebu Davud, Tirmizi, Darimi)

Hz. Peygamber (asv), aile fertlerine ilgi gösterdiğini, kıymet verdiğini ifade eden çeşitli söz ve davranışlarıyla, onları memnun etmiş ve ruhen tatmin etmeye de ehemmiyet vermiştir. Hanımlarına faziletlerini söylemesi, sevdiğini ifade etmesi, bineğine alması, aynı kabın suyu ile müştereken yıkanılması, hanımının hayvana binmesinde yardımcı olması ve dizine bastırarak bindirmesi, kendisine yapılan yemek davetine “hanım da olursa” kaydıyla icabet etmesi, bir sıkıntıyla kederlenip ağlayanın göz yaşlarını elleriyle silerek teselli etmesi gibi Rasulullah (asv)'ın pekçok davranışı hanımlarını memnun etmeye yöneliktir.

“Rasulullah, Hatice’yi anınca artık ne onu sena etmekten, ne de ona istiğfarda bulunmaktan usanırdı. Nitekim "O’nun gibi var mıydı? O şöyleydi, o böyleydi..." diye faziletlerini sayardı." Ahmed İbn Hanbel'in bir rivayeti bu hususu tavzih eder. Ona göre Aleyhissalatu vesselam bir seferinde:

"İnsanlar beni inkar ederken, o inandı; herkes beni tekzib ederken o tasdik etti. Herkes bana malını haram ederken, o malıyla benim için harcadı. Allah onun vesilesiyle bana çocuk nasib etti, diğer kadınlardan çocuğum olmadı."

buyurmuştur. Şurası muhakkak ki Rasulullah (asv), Hz. Hatice (r.anha) hakkında daha nice faziletler saymıştır: "O akıllı idi, o faziletli idi, o ferasetli idi...” gibi.

Hz. Peygamber (asv), ehlinin yakınlarına da iltifat ve alakayı ihmal etmemiş, vefat eden eşi Hz. Hatice (r.anha)’nin yakınlarını ve dostlarını da gözeterek eşi bulunmaz bir vefa örneği olmuştur.

Rasulullah (asv) kadınlara iyi davranmayı emretmiş, en hayırlı kimsenin, hanımına en iyi davranan kimse olduğunu belirtmiştir. Şüphesiz "iyi davranma" izafi bir durumdur. Bu "iyilik"in içine öncelikle kadınların haklarına hakkıyla riayet gelir: Nafaka hakkı, tahkir edilmeme, hatalarını başına kakmama gibi hadislerde belirtilen haklara riayet. Ayrıca onların bir kısım huysuzlukları, kıskançlıkları karşısında sabretmek, terbiyelerinde iyi davranmak, geçimi iyi yapmak... hep kadınına karşı iyi olmanın içine girer.

Ancak kişinin "en iyi" olması için kadınına karşı iyiliğin yetmeyeceği de açıktır. Ayet ve hadislerde, bunun için başka şartlar da sayılmıştır: Takva, zühd, amel-i salih... gibi. Şu halde o şartları yerine getiren, hanımına karşı da iyi olunca iyilikte kemale yaklaşmış olur. Rasulullah (asv)’ın zevcelerine karşı davranışları ile kadın hususundaki tavsiyeleri tahlil edilince bu "iyilik"ten kastedilen teferruat ortaya çıkarılabilir.

Rasulullah (asv),

“Kadın eğe kemiği gibidir, doğrultmaya kalkarsan, kırarsın. Onu bırakırsan eğri olduğu halde istifade edersin.”

buyurarak sert, haşin davranışlardan uzak durmakla beraber, ilgi ve alakanın hiçbir şekilde kesilmemesi gerektiği ikazında bulunmuştur. Kadın, erkekten daha hassas, daha ince mizaca sahiptir. Hz. Peygamber (asv) bu telakki ile, bazı fırsatlarda “zevcelerini camdan yapılmış şişeye” teşbih buyurmuştur.

Öyle ise hoşa gitmeyen davranışlarına karşı anlayış ve müsamaha esas olacaktır. Ashaba bir hatırlatması şöyledir:

“Kadınlarınızı nasıl köle ya da hayvan döver gibi dövüyor, sonra da akşam olunca utanmadan, beraberce yatıyorsunuz?”

Buna rağmen eşlerini dövenlere ya da dövmek isteyenlere,

“Dövün (ancak bilin ki kadını) sadece şerlileriniz döver.”

Bilindiği üzere Hz. Peygamber (asv), Hz.Hatice (r.anha)’nin vefatından sonra bir çok izdivaç yapmıştır. Birbirine rakip durumdaki hanımların geçinmesi ise pek zordur. Ancak Hz. Peygamber (asv) sabrı, anlayışlılığı, kadını iyi tanımasından dolayı, onları da birbirlerine yaklaştırmış, arkadaş olmalarına zemin hazırlamış, arada bir cereyan eden kıskançlık ve (birbirlerini) çekememezliklerine bazen gülümseyip geçmiş, bazen küsmüş, bazen uyarmıştır. İşte bunlardan bazıları:

Hz. Peygamber (asv), hanımlarının yetişmesine gayret eder, hepsinin beraber olduğu akşam toplantılarında eğitici sohbetler yaparlardı. Ve Rasulullah (asv)'ın refakatinde bilgilenen hanımlar, bilgi ve tecrübelerini diğer kadınlara (hatta Hz. Peygamber (asv)'in vefatından sonra, kadın-erkek herkese) aktarmaya hazır hale gelirlerdi. Hz. Peygamber (asv)'in ev halkı, şehir dahilinde ve haricindeki kadınları kabul eder, itikadi konularla ilgili Hz. Peygamber (asv)'in talimini onlara bildirerek, din eğitimindeki rollerini yerine getirirlerdi.

Peygamberimiz (asv) özellikle kendi çocuk ve torunlarına çok düşkündü. Onlar için şefkatli bir baba, merhametli bir dedeydi.

Hz. Enes diyor ki:

"Çoluk çocuğuna Peygamberimiz (asv)'den daha şefkatli bir kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim'in—Medine'nin— Avali semtinde oturan bir süt annesi vardı. Beraberinde ben de bulunduğum halde Resulullah (asv) sık sık oğlunu görmeye giderdi. Varınca, demircinin duman dolu evine girer, oğlunu kucaklar, koklar, öper ve bir süre sonra da dönerdi."

Peygamberimiz (asv), kızı Fatıma (r.anha)'yı çok severdi. Bir sefere çıkacağı zaman en son ona uğrar, dönüşünde ise önce onun yanına giderdi.

Hz. Fatıma (r.anha) babasını ziyarete geldiğinde ise, Peygamberimiz (asv) sevgili kızını karşılamak için ayağa kalkar, alnından öper ve yanına oturturdu.

Hazret-i Fatıma (r.anha)'nın iki oğlu vardı: Hasan ve Hüseyin. Peygamberimiz (asv) bu torunlarım çok severdi. Onları kucağına alır, omuzuna çıkarır, okşar, sırtında taşır, oyun oynar, isteklerini yerine getirirdi.

Peygamberimiz (asv) dünyasını değiştirdiğinde Hz. Hasan (ra) yedi, Hz. Hüseyin (ra) altı yaşındaydı. Yani Peygamberimiz (asv) hayatta iken Hasan ve Hüseyin çok küçük yaşlarda idiler.

İşte Peygamberimizin (asv) iki torununun şahsında çocuklara gösterdiği sevgi ve şefkat örnekleri:

Bir gün Peygamberimiz (asv) minberde hutbe okurken Hasan ve Hüseyin'in düşe kalka mescide girdiklerini görür. Konuşmasını yarıda keserek aşağı iner, onları tutar, bağrına basar.

"Cenab-ı Hak, 'Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir' buyururken ne kadar doğru söylemiştir. Onları görünce dayanamadım."

dedikten sonra konuşmasına devam etti.

Hz. Enes de kendi gördüklerini şöyle dile getiriyor:

"Peygamberimizi (asv) hutbe okurken gördüm, Hasan dizinin üstündeydi. Ne söyleyecekse halka söylüyor, sonra eğilip çocuğu öpüyor ve 'Ben bunu seviyorum' diyordu."

Ebu Said anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz (asv) secdede iken torunu Hasan geldi, sırtına çıktı. Peygamber Efendimiz (asv) de onun elinden tuttu ve ayağa kalktı. Tekrar rükua varıncaya kadar onu sırtında tuttu. Rükudan kalktıktan sonra bıraktı ve çocuk gitti."

Hz. Zübeyir anlatıyor:

"Bir gün gözümle gördüm. Peygamber Efendimiz (asv) secdede iken Hasan geldi, sırtına bindi. Çocuk kendiliğinden ininceye kadar Peygamber Efendimiz (asv) de onu indirmedi. Peygamber Efendimiz (asv) namazda iken bacaklarını açar, Hasan da bir taraftan girer, öbür taraftan çıkardı."

Abdullah bin Mes'ud anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz (asv) namaz kılarken secdeye varınca Hasan ve Hüseyin geldiler, sırtına bindiler. Oradakiler karışmak isteyince, Peygamber Efendimiz (asv) onlara karışmamaları için işaret etti. Namaz bittikten sonra da kucağına aldı ve şöyle buyurdu:

"Kim beni seviyorsa, bunların ikisini de sevsin."

Enes bin Malik anlatıyor:

"Bir defasında Peygamber Efendimiz (asv) secdede iken Hasan ve Hüseyin geldiler, sırtına çıktılar. İninceye kadar Peygamberimiz (asv) secdeyi uzattı. Oradakiler sordu:

"Ya Resulallah, secdeyi uzatmış olmadınız mı?" Peygamber Efendimiz (asv) buyurdular ki:

"Oğlum sırtıma çıkınca acele etmekten çekindim."

Katade anlatıyor:

"Bir defasında Peygamberimiz (asv), kızı Zeynep (r.anha)'ten olan torunu Amame kucağında olduğu halde yanımıza geldi. O şekilde namaza durdu. Rükua varırken çocuğu yere bırakıyor, kalktığı zaman da kaldırıyordu."

Bu hususta bir başka sahabi de şöyle anlatıyor:

"Hz. Hasan ve Hüseyin sırtında olduğu halde Peygamber Efendimiz (asv) camiye geldi. Öne geçti, çocuğu sağ yanına bıraktı. Namaza durdu. Peygamberimiz (asv) secdeye vardı. Secdeyi o kadar uzattı ki, cemaat arasından başımı kaldırdım, baktım. Bir de ne göreyim? Peygamberimiz (asv) secdede, çocuk sırtına çıkmış duruyor. Tekrar döndüm, başımı secdeye koydum. Namaz bitince halk sordu:

"Ya Resulallah (asv), bu namazda öyle uzun bir secde yaptınız ki, şimdiye kadar sizden böyle bir şey görmedik. Bu şekilde hareket etmeniz mi emredildi, yoksa bir vahiy mi aldınız?"

"Hayır, bunların hiçbiri olmadı. Ancak oğlum sırtıma çıkmıştı, kendiliğinden ininceye kadar acele ettirmeyi uygun görmedim."

Ebu Hüreyre anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz (asv) bir gün bir omuzunda Hasan, diğer omuzunda Hüseyin olduğu halde geldi. Yanımıza varıncaya kadar bir onu öpüyor, bir de diğerini öpüyordu."

"Ya Resulallah, anlaşılan onları çok seviyorsunuz." dedik.

"Evet, severim. Kim onları severse beni sevmiş, kim onlara kin tutmuşsa, bana kin tutmuş olur." buyurdular.

Peygamberimiz (asv) bir yere davet edilmişti. Yolda Hz. Hüseyin'i gördü. Hüseyin kollarını açıp koşarak dedesine geleceği anda birdenbire yön değiştirip bir tarafa kaçtı. Bu hareketi birkaç defa tekrarladı. Peygamberimiz (asv) de peşinden koşuyordu. Sonunda yakaladı, bağrına bastı:

"Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim." buyurdu.

Bazen Hz. Hasan'ı da omuzuna alır ve "Allah'ım bu çocuğu seviyorum, Sen de onu sevenleri sev." buyururdu.

Peygamberimiz (asv) çocukları memnun etmek için dediklerini yapar, onların kalbini kazanırdı.

Bir seferinde Hz. Hasan'ı omuzuna almış, gidiyordu. Bir adam kendisini bu halde görünce, Hasan'a;

"Ey çocuk, bindiğin binek ne güzeldir." dedi. Peygamberimiz (asv) de cevap verdi:

"O da ne güzel binicidir."

O bir peygamber olduğu halde omuzunda çocuk taşımaktan utanç duymuyor, bununla iftihar ediyordu.

Peygamberimiz (asv) çocuklara o kadar şefkatli ve hoşgörülü idi ki, bebekler ve küçük yaştaki çocuklar kucağını ıslatsalar dahi onları anlayışla karşılar, işlerini bitirinceye kadar kendi hallerine bırakırdı.

Peygamberimiz (asv)'in torunu Hüseyin, sütannesi Ümmü Fadl'ın yanındaydı. Bir defasında Peygamberimiz (asv) Hüseyin'i görmeye gitti. Ümmü Fadl der ki:

"Hüseyin'i emziriyordum. Resulullah (asv) yanıma geldi. Çocuğu istedi, verdim. Çocuk hemen üzerine akıttı. Almak için elimi uzattım. 'Çocuğun işemesini kesme.' dedi. Sonra bir bardak su istedi ve çocuğun ıslattığı yere döktü."

Peygamber Efendimiz (asv) çocukların ağlamalarına dayanamaz, onların susturulmasını, yorulmamasını isterdi. Sevgisi ve şefkati çocukların ağlamasına dahi müsaade etmezdi.

Hanımlarını sıkı sıkıya tembih eder, Hüseyin'den söz ederek, "Bu çocuğu ağlatmayın." der, ağlayan çocuğun susturulması konusunda da şöyle buyururdu:

"Kim ağlayan çocuğunu susturuncaya kadar gönüllerse (gönlünü alırsa), Cenab-ı Hak ona cennette memnun olacağı kadar nimet verir."

Öyle ki, bazen ağlayan bir çocuk sesi duysa namazını bile kısaltır, annenin çocukla meşgul olmasına imkan verirdi.
 

Benzer Konular

Geri
Üst