Kıblenin (İstikbal-i Kıblenin), Kâbe'ye Yönelmenin Anlamı, Sırları, Faziletleri

SoruCevap

Yeni Üye
Katılım
17 Ocak 2024
Mesajlar
350.999
Çözümler
1
Tepkime puanı
17
Puan
308
Yaş
36
Kıblenin (İstikbal-i Kıblenin), Kâbeye Yönelmenin Anlamı, Sırları, Faziletleri
Kâbeye yönelmek (istikbali kıble), namazın farzlarındandır. Allahın (c.c.) Kuran-ı Kerimde açıkça emrettiklerine farz denir. Farzları yerine getirmek ibadettir. İbadet insana sevap ve Allahın (c.c.) rızasını kazandırır.

Hac, bizzat Kâbeyi ziyaret etmeyi gerektirir.

Kâbe, hem namaz hem de hac ibadetlerini doğrudan ilgilendirmektedir.

Kâbe, Allah için yapılan ilk mescittir. Hadislerde Hz. Âdem Aleyhisselam tarafından yapıldığı ifade edilmektedir. Kuran-ı Kerimde temellerinin Hz. İbrahim Aleyhisselam ve İsmail Aleyhisselam tarafından yükseltildiği belirtilmektedir. Buna göre, şu anlaşılmaktadır ki, Hz. Âdem Aleyhisselam tarafından yapılan ve sonradan yıkılan Kâbenin temelleri Hz. İbrahim Aleyhisselam ve Hz. İsmail Aleyhisselam tarafından bulunarak Kâbe yeniden inşa edilmiştir.

Peygamberimiz (s.a.s) Mekkede iken Kudüste bulunan Mescid-i Aksaya yönelerek namaz kılıyordu. Ama buraya yönelirken Kâbeyi de ortaya alıyordu. Yani o zamanlar hem Kâbeyi hem de Mescid-i Aksayı kıble edinmiş oluyordu. Medineye hicret gerçekleşince Kâbeyi araya almak imkânı kalmadı. O zaman direkt Kudüsteki Mescid-i Aksaya yönelerek namaz kılındı. Bu durum peygamberimize (s.a.s) pek sevimli gelmiyordu. O kıblenin Kâbe olmasını arzuluyordu. Bunun için de dua ediyordu. Ümitliydi. Bu şekilde Medinede on sekiz ay kadar namaz kılındıktan sonra kıblenin Kâbeye çevrilmesine dair ayetler nazil oldu: Yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz. Artık için rahat olsun. Seni hoşnut olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Haydi, yüzünü Mescid-i Harama (Kâbeye) çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız yüzünüzü ona doğru çeviriniz (Bakara suresi, 144)

Allah (c.c.) her yerdedir. Ona hususi bir yer ve yön tahsis edilemez. De ki doğu da batı da Allahındır. O kimi dilerse doğru yola çıkarır (Bakara suresi, 142). Çünkü Allah yaratılmamıştır. Yaratandır. Yer ve yön kavramları yaratılmışlar içindir. Allah (c.c.) bunlardan aşkındır, yücedir. Allah (c.c.) ne varlık âleminin içindedir ne de dışındadır. Allah (c.c.) yarattıklarına dair her şeyi bilir, görür, gözetler. Kuran-ı Kerimde arşa istiva ettiğini (kapladığını) söylemesi oraya Zatı adına şeref verdiğini belirtmek içindir. Onun hiçbir yere yöne ihtiyacı yoktur.

İnsan çok aciz yaratılmıştır. Bir yere sığınmaya mecburdur. Onun için kendisine ev yapar. Aynı zamanda manevi bir güvene muhtaçtır. Bir yönden manevi bir güven duygusu hissetmek ister. Daima o yere yönelme ihtiyacı duyar. İşte yüce Allah (c.c.) bunun için insanın manevi olarak sığınacağı, faydalanacağı bir yer ve yön yaratmıştır. Bu manevi yön ve yer Kâbedir. Onun için ayet-i kerime bu ihtiyacı karşılamak için sadece namaz sırasında değil nerede olursanız olun diyor: Haydi yüzünü Mescid-i Harama (Kâbeye) çevir. Siz de ey müminler nerede olursanız yüzünüzü ona doğru çeviriniz
Kâbe hayat kaynağıdır (bk. Maide suresi, 97). Ayrıca insana güven duygusu verir. Oraya giren bela ve musibetlerden emin olur (bk. Ali İmran suresi, 97). Bunlar oraya yönelen kişilerden mahrum edilmemiştir. Çünkü yüce Allah (c.c.) için mekân kavramının, uzaklığın önemi yoktur. Kâbe kendisine yönelene bir güven duygusu hissettirir. Çeşitli korku ve kaygılarla namaz kılmak için Kâbeye yönelenlerin ruhlarında hissettikleri güven duygusu budur. Bunu herkes deneyebilir. Anlayabilir, yaşayabilir. Onun için Allah (c.c.) ilgili ayet-i kerimelerde Kâbenin güven yurdu olduğunu söyleyerek onun bu özelliğine dikkat çekmiştir (bk. Bakara suresi, 125). Hadis-i şeriflerde belirtildiği üzere kalpler Allahın elindedir. İstediği duyguyu onda oluşturabilir. Bunda Allah (c.c.) için bir sıkıntı yoktur.

Kâbe ilahi tecellinin de merkezidir. Allah (c.c.) manevi nimetleri buradan inananların gönüllerine ulaştırmaktadır. Müminler yüzlerini Kâbeye çevirmekle sosyal açıdan birlik ve beraberlik duygularını yaşamaktadırlar. Kâbe tüm inananları bir noktada birleştirmektedir. Ama Kâbenin işlevini sadece sosyal bir yararla tanımlamak ve sınırlandırmak eksik olur. Kâbenin aşkın bir anlamı vardır. Hadislerde ifade edildiği üzere Kâbenin duvarında yer alan ve hacıların tavaf sırasında selamladıkları Hacerül-Esved (Siyah Taş) cennetten getirilmiştir. Yani Kâbenin yapısında dünyayı aşan bir öğe yer almaktadır. Bu durum onun dünyevi faydasının ötesinde yani sosyal birlikteliği temin etmenin dışında başka bir boyuta daha sahip olduğuna işaret etmektedir: ilahi, metafizik.

Allah (c.c.), Kuran-ı Kerimde bu ilahi tecelliyi şu ayet-i kerimede mübarek (mübaraken), hidayet (hüdan) kelimeleri ile işaret etmiştir: Doğrusu insanlar için kurulan ilk mabet, kesinlikle Mekkedeki o çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet olan Kâbedir.

Tasavvuf literatüründe Kâbeden gönüllere ulaşan bu ilahi tecelliye feyz denir. Feyz, nur gibi ruhun temel gıdasıdır. Kâbeden gelebileceği gibi rabıta sırasında mürşitten de gelebilir. Tasavvufta mürşidin kalbi de tıpkı Kâbe gibi ilahi tecellinin yeri olarak kabul edilir. Feyz, erbabınca bilinir ki, göğse dışarıdan gelen hoş bir baskıdır. Bilindiği üzere letaifler, yani manevi organlar yüzde ve göğüs üzerinde çeşitli noktalarda bulunurlar. İşte gerek mürşitten gerekse Kâbeden gelen bu feyz, letaifleri besler, güçlendirir. Bu sayede insanın manevi yükselmesi mümkün olur. Ruhun nurdan sonra gelen ikinci besini feyzdir. Ruh için nur ekmek ise feyz su gibidir.

Bir Müslüman Kâbeyi sadece taşlardan, siyah örtüden, yani maddi şeylerden ibaret bir yapı olarak görüyorsa büyük bir yanılgı içerisindedir. O zaman böyle bir Kâbeye doğru secde etmek Allaha (c.c.) şirk koşmaktır. Hâlbuki bu din, öncelikle putperestlere savaş açmıştır. Kendi içerisinde böyle bir çelişkiyi ve mantıksızlığı barındıramaz. Kâbe ilahi tecellinin yeridir. Kıble de bunun yönüdür. Bu inanış insanı ancak Allaha (c.c.) ulaştırır. Böylece mümin Kâbe istikametine yönelip secde edince Allaha (c.c.) secde etmiş olur. Şirkten kurtulur. Ayrıca bu inanışı sayesinde her zaman Kâbe tarafına yönelerek ilahi tecelliye müşteri olur. Kalbini, letaiflerini feyizle doldurur. Manevi ilerlemesini ve zenginliğini gerçekleştirerek insanlara yararlı olabilecek bir kıvama gelir.

Kıbleye karşı oturmak hem hadislerde hem ayet-i kerimelerde teşvik edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.s) bu konuda şöyle buyurmaktadır: Her şeyin en güzel ve en uygun bir şekli vardır. Oturma şeklinin en güzeli de kıbleye karşı oturmaktır. Ayet-i kerimede ise yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: Her nereden yola çıkarsan yüzünü Mescid-i Harama doğru çevir ve her nerede olursanız olun yüzünüzü ona doğru çevirin ki insanlar için aleyhinizde bir delil olmasın (Bakara suresi, 150)

Kuşkusuz insan namaz kılarken, kurban keserken, Kuran-ı Kerim okurken, zikir çekerken, rabıta yaparken kıbleye karşı oturarak oradan da ilahi feyzi almaktadır. Ama bu tür bir ibadet olmadan da insan sadece yüzünü kıbleye dönüp oturarak da ilahi feyze nail olabilir. Ayrıca ayet-i kerime ile farz olması nedeniyle insana büyük sevaplar ve Allahın rızasını da kazandırır.

Bir Müslüman öldüğünde mezara gömülürken sağ tarafına yanı üzerine yatırılır ve böylece yüzü, göğsü kıble istikametine konmuş olur. Yine Müslümanlar yataklarında da bu şekilde yatmaya gayret ederler. Çünkü ilahi feyiz letaiflerin bulunduğu yüz ve göğüs noktalarından algılanır. Bu ölünce de yatınca da devam edebilir. Buna her zaman müşteri olmak gerekir. Kabir hayatını keşfeden pek çok veliye göre Müslüman olarak yaşayıp ölemeyen kişiler, her ne kadar böyle gömülseler de bu tür bir pozisyon hemen azap melekleri tarafından bozulmaktadır. Bazı veliler bu çevrilmenin fiziki değil de manevi yüz ve bünye ile olduğunu ifade etmişlerdir. Allah (c.c.) bizleri bu tür şeylerden korusun. Âmin.

İnsan ömrünün büyük bir kısmı yatakta uyuyarak geçmektedir. Bu zamanı gerek abdestli yatmak, gerekse de yatarken elden geldiğince yüzü kıbleye dönmek suretiyle ibadete çevirmek gerekir.

Gün içerisinde gerek evimizde gerekse işyerinde vaktimizin çokça geçirildiği bazı yerler vardır. Bize ait veya bizim sıklıkla oturduğumuz bu yerlerde koltuk, masa ve sandalyeler bulunabilir. Bunlar kıble istikametine konursa oturduğumuz yerden bizlere Kâbeden gelecek ilahi feyze vesile olurlar. İnsanın oturduğu yerde hem başka işlerini yapması hem de ilahi feyizden yararlanması çok akıllıca bir iştir. Kaçırılacak fırsatlar değildir. Çünkü hiç zahmet çekmeden, yorulmadan, oturduğu yerden sevaba ve ilahi feyze nail olunmaktadır. Bu açıdan yemek yediğimiz yerler bile böyle ayarlanmalıdır. Çünkü o az gibi görünen dakikalar bir ömürde toplandığı zaman yılları bulabilir. Ebedi kurtuluşumuza ve çok çeşitli ahret nimetlerine vesile olabilirler. Bunları küçük görmemek, azımsamamak gerekir. Tabii ilahi feyze ulaşabilmek için en azından otururken, kısa bir süre veya ara sıra da olsa, Kâbenin karşında olduğumuzun bilincinde olmak gerekir. Çünkü ibadet bilinçle ve kalpten geçen bir niyetle yapılır. Bunun için karşımızdaki duvarda bir Kâbe resmi veya İslami bir yazı bize bu konuda hatırlatıcı görev yüklenebilir. Bir de evin veya işyerin inşasında Kâbenin açıları düşünülmediği için oturacağımız yerler, ortamın dekorasyonunda duvara da ters düşmemesi için bir miktar Kâbe yönünden sapabilir. Toplam 45 derecelik bir açı ile Kâbeden sağa ve sola sapma normal bir durumdur. Bunları vesvese yapıp da şeytana bu konuda pabuç bırakmamak gerekir. Zira her hayırlı işte imtihanın sırrı gereği pek çok engel önümüze çıkabilir. Allahın emrini yerine getirmek, sevap kazanmak, Allahın rızasını elde etmek kolay şeyler değildir. Yani haliyle bunlar o kadar ucuz olamaz. Kâbenin feyzinden yararlanmak gibi büyük bir nimete kavuşmak için hareket ettiğinizde görürsünüz ki bunu engellemek için nefis ve şeytanlar verdikleri vesveseler ile bizleri ve çevrenizdeki insanları kullanmaya başlayacaklardır. Bazı kişiler, eşyaların yerlerinin değiştirilmesi meselesinde hiç yoktan büyük problemler çıkaracaklardır.

Kâbeye dönmek namazın bir şartıdır. Yani bir parçasıdır. Çoğu zaman parça bütünün yerine geçebilir. Niyet, amelin kendisi gibi sevap kazandırabilir. Yani Allah (c.c.) fazl u ikramıyla bir hayırlı işin bir kısmını yapana hepsini yapmış gibi sevap verebilir. Miraç hadisesinden biliyoruz ki, namaz başlangıçta elli vakitti. Elli vakit demek, insanın tüm zamanını namaza hasretmesidir. Peygamberimiz (s.a.s), gök katında bu konuda Hz. Musa Aleyhisselamın görüşünü aldı. O, ümmetin bunu yapamayacaklardır, onlara ağır gelecektir dedi. Bunun üzerine peygamberimiz (s.a.s) Rabbin karşısına birkaç kez çıkma ile nihayet namaz beş vakte kadar indirildi. Elbette yüce Allah Hz. Musa Aleyhisselamın bildiği şeyi de, peygamberimizin (s.a.s) Allahın (c.c.) huzuruna tekrar be tekrar gelip namazın vakitlerinin indirimi için istekte bulunacağını da, Onun da bu isteği kabul edeceğini de ezeli ilmi ile biliyordu. Peki öyle ise miraçtaki bu namaz vakitlerinin indirimi olayı niçin yaşatılmıştı? Çünkü Allah bununla kullarına rızasının daimi namaz halinde olduğunu vurgulamıştı. Elbette dünya işleri bizleri daimi namaz halinden alıkoymaktadır. Buna kimsenin de gücü yetmez. Ama dünya işlerini yaparken abdestli bulunma, kıbleye karşı dönme, Kuran-ı Kerimden sureler okuma gibi namazın rükünlerinden birisini ve bir kaçını daimi olarak ayakta tutabiliriz. Bu zor bir durum değildir. Bu sayede Allahın rızasının gizli olduğu daimi namaz hali de yakalanmış olabilir. Bu açıdan kıbleye dönme, namaz kılmak gibi büyük bir ibadetin parçası olması yanında insana sürekli namaz hali gibi büyük sevaplar da Allahın rızasını da kazandırabilir. Allah hepimize bu büyük nimeti nasip eylesin. Âmin.

Daima Kâbeye yönelen bir kişinin namazlarının da huşulu olacağı kesindir. Namazda huşu ise büyük bir devlettir. Muhakkak ki namazlarında huşua eren müminler, kurtuluşa ermişlerdir. (Müminun suresi, ayet 1,2)

Kâbeyi ziyaret etme, İslamın beş şartından birisi olan haccın bir rüknüdür. Hadis-i şerifte kabul edilmiş bir haccın karşılığının cennet olduğu ifade edilmiştir. Hac gibi büyük bir ibadetin gerek insana nasip olması gerekse kabul edilen bir derecede gerçekleşmesi, büyük bir bahtlıktır. Devlettir. Hacca gitmeden önce her zaman Kâbeye büyük bir iştiyakla yönelmenin bunların gerçekleşmesinde kalbi ve fiili dua hükmüne geçeceği muhakkaktır. Her zaman Kâbeye büyük bir iştiyakla yönelme, haccını yerine getiren kişilerin de aziz hatıralarını canlandıran bir işlev görecektir. Bu da o kişiye manevi olarak haccını tazeleme imkânı vermiş olur. Peygamberimiz (s.a.s) güzel bir niyetin, amelini yapmış gibi kişiye sevap kazandıracağını pek çok hadis-i şerifle farklı ifadelerle dile getirmiştir.

Bir yere yönelmek, orayı manevi olarak ziyaret etmek demektir. İnsanın yapacağı en hayırlı manevi ziyaret ise Kâbedir. Daima abdestli halde bulunmak gibi oturacağımız yerlerin kıble istikametinde olması da insanın manevi açıdan böyle büyük hazinelere sahip olmasını sağlayıcıdır. Bunların kazandıracağı şeyler, şimdilik dünya imtihanı gereği gözlerden saklanmıştır. Ahrette bu nimete sahip olanları sevindirecek, hatta onların akıllarını başlarından alacak nice mükâfatları kazandıracağı muhakkaktır. Kaldı ki Allah (c.c.) ilgili ayet-i kerimede yola çıktığımızda önce yüzümüzü Kâbenin olduğu tarafa dönmemizi, Kâbenin nerede olduğu bilincinden sonra yolumuzun tarafına dönüp gitmemizi istediği gibi nerede olursak olalım Kâbe tarafından gelecek esintiyi dikkate almamızı da emir buyurmuşlardır. Dikkat edilirse ayet-i kerimelerde namaz ifadesi geçmediği gibi mekân kısıtlaması da yapılmamış, ayet-i kerimeler yürürken de otururken de Kâbeye yönelmeyi, onu dikkate almayı ihmal etmememizi açıkça istemiştir: Her nereden yola çıkarsan yüzünü Mescid-i Harama doğru çevir ve her nerede olursanız olun yüzünüzü ona doğru çevirin ki insanlar için aleyhinizde bir delil olmasın (Bakara suresi, 150) Bu ayet ve diğerleri bizim tavsiye ettiğimiz şeyleri adeta emretmektedir.

Tabii edep gereği büyük ve küçük tuvaletler yapılırken kıbleye yüzümüzü çevirmek doğru değildir. Hadis-i şerifler de bu hususta bizleri sakındırmaktadır. Elden geldiğince buna dikkat etmek gerekir.

Kâbeye yönelme nimetinden yararlanmamız için illa abdestli bulunma şartı yoktur.

Kâbeye yönelme ayetleri indiğinde peygamberimiz ve sahabeler çok sevinmişlerdi. O kadar ki Allahu Zülcelâl, ayet-i kerimede peygamberimizin (s.a.s) bu sevincini şöyle ifade etmişti: : Yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz. Artık için rahat olsun. Seni hoşnut olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Haydi yüzünü Mescid-i Harama (Kabeye) çevir. Siz de ey müminler nerede olursanız yüzünüzü ona doğru çeviriniz (Bakara suresi, 144) Çünkü daha önce namazda Yahudilerle aynı kıbleyi, yani Kudüsteki Mescid-i Aksa yönünü kullanıyorlardı. Bu durum Müslümanların biraz da olsa onurlarına dokunuyordu. Oysa Kâbenin önemi de biliniyordu. Peygamberimiz (s.a.s) ve büyük kısım Müslümanlar bir zaman sonra kıblenin yönünün değiştirilip Kâbe olacağını seziyorlardı. Ayet-i kerime onlara bu müjdeyi verdiğinde onlar sadece namazda değil tüm vakitlerinde elden geldiğince Kâbe tarafına yöneldiler. Bu işte çok ileri gittiler. Daha da ileri gidecekleri kesindi. Bu da bu dini pasif bir yapıya sahip kılabileceği gibi daha önemli bazı şeylerin de farkına varılmasını engelleyebilirdi. Onun için aşağıdaki ayet-i kerime bir dengeyi karşılamakta ve Müslümanları bazı konularda aktifliğe teşvik etmektedir. Bu din insanlara yararlı olmak için gelmiştir. Dinin de ruhu budur. İyilik başkalarına yönelmekle gerçekleşir. Kâbe kendisine yönelene feyz, sevap kazandırabilir ama iyilik ancak bir insana yapılınca olur. Kâbeden elde edilecek feyzle manevi terakkisini sağlayan kişinin iyilikler yapmak için insanlara ve topluma yönelmesi gerekir. Batarya sadece şarj olmak için değil bir işlevi gerçekleştirmek için vardır. Bir de insanı iyiliğe bire yani hayra) yönlendiren iman esaslarına da dikkat edilmelidir. Kâbeye yönelme kadar bunlara da yönelmek gerekir. Ayette iman esasları da bu yüzden hatırlatılmıştır. Tabii bu ayet-i kerime kesinlikle kıbleye dönmekle elde edilecek faziletleri, nimetleri küçük göstermemekte, sadece Müslümanların bakışını başka mecralara da çekmekte, onların dini bir bütün olarak değerlendirmelerini sağlamaktadır. Kısacası taşları yerine oturtmaktadır: Yüzlerinizi bir doğuya bir batıya çevirmeniz hayra ermek demek değildir Hayra eren o kimsedir ki Allaha, ahret gününe, meleklere, Kitaba ve bütün peygamberlere iman edip akrabalara, öksüzlere, biçarelere, yolda kalmışlara, dilenenlere ve esirlere seve seve mal verenler, namazı kılanlar ve zekâtı verenlerdir Bir de antlaştıkları vakit (ahitlerini) sözlerini yerine getirenler ile sıkıntı ve hastalık hallerinde ve savaşın şiddetli zamanlarında sabredenlerdir. İşte bunlardır o sadıklar ve işte bunlardır o korunan muttakiler!

Bize yöneleceğimiz bir kıble verdiği için Allaha (c.c.) kelimeleri adedince şükürler olsun. Allahu Zülcelâl, bizleri her zaman Kâbe-yi mükerremeye yöneltsin. Bizlere rızasını nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
 
Geri
Üst