SoruCevap
Yeni Üye
- Katılım
- 17 Ocak 2024
- Mesajlar
- 350.999
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 17
- Puan
- 308
- Yaş
- 36
Halk Müziği Niçin Yaratıldı?
Varoluş Gerçeği Biz Niye Varız veri dünya neden var bilgi İnsan Niçin Yaratıldı deliller
Reel şu oysa, ‘ben! ’ ve ‘benim! ’ duygularını hissedebildiğimiz için, ‘kim? ’ ve ‘kimin? ’ sorularını sorabiliyoruz ‘Bu benim ’ diyebildiğimiz içindir ancak, ‘bu kainat kimin? ’ sorusunun peşine düşebiliyoruz
İNSAN VAROLUŞU GEREĞİ kendi varlığını, çevresini sorgulayan ve sorgulamalarına bir cevap bulamadığı sürece hoşnutluk olamayan bir yaratılışa sahiptir Kendisini varlık âlemine gönderen Zât ’ı tanıdığı ve varoluşunu tanımlayabildiği ölçüde bir huzura kavuşabilir “Nereden geliyorum, nereye içten gidiyorum? gibi temel sorgulamalarındaki veriler çevredeki varlıkların var oluşuyla örtüştüğü için cevaplanması ve ispatlanması bir derece daha kolaydır Oysa, kendi varlığına eşsiz kalan “Ne için varım? Varlğımı anlamalandıran reel nedir?! sorgulamasında çevresel verilerden yoksundur Bu soru kendi içerisinde açıklanması gereken bir sorunsaldır Bu stil sorgulamalarda vahiy yol gösterse de, genellikle aklı devre dışı bırakacak derecede anlaşılır cevaplar vermez Çünkü, İstenen yanıt sorgulamanın içerisinde gizlidir Bariz cevaplar ise sorgulamanın önünü kapatacaktır
Bu evrendeki her bir nesnenin varoluşuna dair etraflıca ve içe doğru bir irdeleme yapıldığında iki esas gerçekle yüzleşme yaşanır:
Birinicisi, bir yaratıcı elbette vardır Bu yaratıcı, kainatta görerek muhatap olduğumuz icraatlarından anlaşıldığı üzere ve kendi vahyî kelâmı olan Kur ’ân ’ın vasıflandırdığı kesinlikte, sıfatlarına bir hudut konulamayacak, tarafsız bir tanımlama yapılamayacak derecede müteâldir, yücedir Sıfatlarında ne bir hudut vardır, ne de bir çirkinliğin yerleşmesi tasavvur edilebilir Her bir mahluku ilk elden kişisel olarak kendisi yaratmaktadır Bu yaratmalarda icraatına vasıtalık yapan ve yapabilecek olan hiç bir şey bulunmamakatadır İkinicisi ise, bu yaratmalarda defalarca bir hedef gözetilmektedir Bu maksatlar yeniden yaratıcının sıfatları ile uygunluk gösteren bir kudsiyet içerisindedir Yani maksatlar deha müteâldirler
Doğan güneşten yağmur damlasına, gezegenlerin mevkilerinden çekirdeğin zarına değin mahlukatın tümünün yaratılışında gözetilen maksatlardaki müteâliyetin, mahlukatın efendisi, Allah ’ın yeryüzündeki halifesi olmaya namzet insanın yaratılışında gözetilmemiş olması tasavvur edilemez aynı zamanda, kainatın nihayetinde yaratılan, bütün esmai ilahiyeye ayna ve muhatap olması cihetiyle küllî bir küll olan insanın var edilmesindeki maksat, bir ağacın meyvesinin ağaçta kendini gösteren hakikatlerin tümünü bünyesinde barındırması gibi, kainatın tamamında kendini gösteren maksatların tümünü buluşturacak dek müteâl edinmek durumundadır
Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah ’ın kendine muhatap olabilir bir istidatla yarattığı insanın kainattaki durumu diğer varlıkların tümünden daha ileri ve daha risklidir İçerisinde yaşadığı âleme nazarını salan aklı selim bir insan, en mutlu yaşayanların ve başarıya zorlanmaksızın ulaşanların, önce ot gibi yaşama, sonra da hayvanlar olduğunu görecektir Mutsuz bir bitki ya da bir hayvan yoktur, bu dünyaya mutlu ve başarılı bir hayat sürmeleri için gönderilmişlerdir Donanımları da böyle bir hayat için epeyce uygundur in durumu da farklı bir açıdan hayvanların durumu gibidir Onların da huzurlarını bozacak nefisleri, benlikleri, ağız dalaşı sebebi olabilecek hazıra karşın yoğun istekleri yoktur
İnsan ise ne melek, ne de hayvandır İkisinden de aldığı yönler olmakla birlikte, huzurunu ve lezzetini bozacak ayrı donanımları da vardır Melek ve hayvan karışımı olarak yaratılmak bile yeter derecede bir problem iken; hem, ikisinden de fazla farklı olarak us ve enaniyet gibi soru ve ayaklanma sebebi olabilecek özelliklerle donatılarak yaratılmıştır Hazırlanmış lezzetinin içerisine geçmişin elemleri ve geleceğin kaygıları katılan insanın, hakiki bir lezzeti tatması, yaşadığı kaygılar ve elemler sebebiyle imkansızlaşır Bu imkansızlıklar içerisinde ne ibadet, hamd ve senâ cihetiyle meleklere yetişebilir, ne de tat ve yararlanma cihetiyle hayvanları geçebilir
üstelik insanın zemini meleklerin bulunduğu zemine oranla kaygan ve sislidir İnsanın yaşamsal zemini hayrın ve şerrin karışımından oluşturulmuştur Dahası diğer taraftan lezzetlere aşk derecesinde meftun bir yoldaşı vardır insanın böylece, lezzetlere aşık bir leziz sahibi mahluk olarak insanın günahlara düşmeden yaşaması, istisnalar hariç muhtemel olamamıştır Yaratıcının varlığının aracısız olarak hissedilmediği bir vasatta, sahiplenmeye kuvvetle meyilli bir benlik sahibi oluşu, nefsin verilişi, nefis sahibi bir varlık olarak insanın hayır ve şer denkleminde yaratılışı birlikte düşünülünce dobra dobra görülmektedir ama, insan günahsızlık mertebesine erişebilmesi için yaratılmamıştır de nedereyse zaruri bir şekilde açığa çıkan ibadete karşılık, insan ibadetini, kendi iradesini kullanarak gerçekleştirebilir Bu şart da insanın ibadetlerindeki verimi düşürmektedir
O Kadar ise, meleklerin mükemmel ibadetlerine karşılık, ışıltısız ve hatalarla batmış bir ubudiyetten başka birşey elinden gelmeyen insan niçin yaratılmıştır? İbadetleri bile olsa inasanın yaratılmasına neden gereklilik duyulmuştur? Yaratılmasına gereksinim duyuldu ise, bu durum, Yaratıcının yaratılmışa bağımlı olması gibi bir çelişkiyi ortaya çıkaracaktır Gereksinim duyulmadıysa, yaratılamasının arkasındaki ne olabilir?
Özetle Varoluş Gerçeği
“Ben kuytu bir hazineydim Açığa çıkmayı diledim
—Hadisi Kudsî
Başta, ‘gereksinim ’ yaratılmışlara özgü bir olgudur Yerine getirilmediği takdirde aciz bırakan maddesel ve maddî gerekliliklerdir Ağaç için toprak ve su gibi, halk ve hayvanlar için solunum gibi, yemek, içmek gibi Eylemin yönü ise, dıştan içeriye doğrudur Yoksul olan varlık aciz duruma düşmemek için ihtiyaçlarını dış âlemden karşılar Sıfatsal gereklilikler ise, yerine getirilmediği takdirde aciz bırakmaz, ama o sıfata gölge düşer Mesela bir hekim için, bir trafik kazasında yaralanan insanlara yardımcı olmak ‘hekimlik ’ sıfatının gereğidir Bu yardımı yerine getirmediği zaman doktor olan kişi acziyete düşmez, ancak sahip olduğu sıfatın gereğini yerine getirmemiş olur Bu şart o sıfatı çirkinleştirir Yeniden, cömertlik sıfatı, ihsan etmeyi gerektirir Neticesinde ihsanın olmadığı bir büyüklük tasavvur edilemez Bu tarz gerekliliklerde eylemin yönü içeriden dıştan doğrudur İçerideki sıfatsal zenginlikler, manevî güzellikler, kemal mertebedeki erdemler dışarıya tezahür etmek isterler
Örnekleyerek açacak olursak, nasıl ancak Mozart ’ı beste yapmaya, Yunus ’u şiirler söylemeye, Mevlana ’yı mesnevîler yazmaya özlerinde var olan coşkular ittiyse ve bu coşkularda en minik bir çirkinlik yahut, neticelerde çirkinlikler değil güzellikler açığa çıktıysa; bilinmez ve kavranamaz derecede yüksek coşkular, sıfatlar, kemal mertebede erdemler sahibi olan Zat ’ı Akdes de, zâtındaki tarifinden aciz kaldığımız coşkuyu ve kemâli yaratmakla meydana koymuştur Nasıl oysa beste dinleyicisiz olmaz, şiir okuyucusuz yerini bulamaz bu bilinmeyen ve tanınmayan Becerikli, meydana koyduğu bu hevesli varlıklar bestesini, kainat orkestrasını muhatapsız bırakmayacak, muhatap olacak şuurlu varlıkları mutlaka yaratacaktır Öncelikli olarak bu besteye muhatap olanlar, şuur ve idrâk kabiliyetleriyle donatılarak yaratılan meleklerdir
İşte, melekler şuûrlarıyla, eserdeki ve yaratılıştaki harikuladeliğin ve kemâlin ayrımına varmakta, sanatlı eserlerde ve rahmetli fiillerde yansıyan kemâl ve cemâlin sahibini seziş etmektedirler Alemlerinde uyanan duyguları hamd ve tesbih ile Rablerine talep ederek yerine getirdiler ve getirmektedirler Fakat melekler perdesiz bir bakışa olanak verecek bir donanımla, yeniden gerçeğin perdesizce, aracısız ve düşünmeksizin görülebileceği bir ortamda varoldukları için, onaylama ve itaat onlar için adeta kaçınılmazdır Onların itaatleri bir robot gibi değildir; fakat, bir annenin bebeğini sevmesi gibi kaçınılmazdır Hatta daha derin bir algılamayla, daha derin bir sevgi ve onay ile yaratıcılarına bağlıdırlar O ’nun eserlerini de benzer derinlik ve saygı ile seyreder, hamd ve senâlarını aracısız olarak O ’nun zâtına sunarlar
İnsan ise, kainatta kendini belirten cemâl ve kemâle özgürlük ve benzersiz bir muhatap olarak yaratılmıştır Fakat, Yaratıcının varlığının, kudretinin, azâmetinin ve icraatlarının aracısız olarak görülebildiği, Zât ’ının otoritesinin perdesiz yaşandığı bir ortamda, insandaki özgürlüğün açığa çıkması muhtemel değildir bu nedenle kemal mertebedeki sıfatları güçlü olarak görünmek istediği halde, hikmetinin gereği olarak iradesiyle Zât ’ını gizleyecektir ve gizlemiştir Yağmur bundan böyle buluttan gelecektir, tohum toprakta çatlayacak, nevşü nema bulacaktır Yemek ateşte pişecek, susama su ile giderilecek, ayaklarla yürünecek… her şey için bir sebep bulunacaktır Bu Nedenle melekler katında aracısız olarak O ’nun kudretinin sanatlı birer eseri olarak görülen varlıklar ve haller, insanın bulunduğu mertebede sebeplerin araya girmesiyle perdelenecektir ve perdelenmiştir
İnsandaki özgünleşmenin temel şartı özgür, özgürlüğün gereği ise irade, yani tercih yapabilme yeteneğinin varlığıdır İrade ise fakat seçim imkânının bulunduğu bir ortamda gelişebilir Tercih ise yol ayrımlarını, zıtların araya girmesini gerektirecek, bu işlem nihayet hayrın ve şerrin yaratılmasıyla sonuçlanacaktır İşte, hayır ve şer nihayetsiz farklılık içerisinde yaratılmış ve insanın zemini bunlarla donatılmıştır Bu Nedenle insan, mahiyetine yerleştirilmiş olan özelliklerin, yani insaniyetinin açılımı için bir eğitim ve sınav sürecine ast tutulacaktır Oysa, bu insanî açılımın bir sonuç verebilmesi için, işleyen sürecin bir sınırı, bir sonu olmak zorundadır Çünkü insan, anne karnındaki gelişim sürecinin bir sınırı olması ve bu sınırın dünya hayatına açılması gibi, özünde meydana gelen gelişimin ve açılmın karşılık bulabileceği bir ortama, belli başlı vatanı olan ahiret alemlerine alınacaktır O Kadar ise hayır ve şer ortamında işleyen işlem sınırlandırılacaktır İşte, bir hudut olarak ömür tayin edilmiş, vefat takdir edilmiştir
Bu kainatta işleyen nihayetsiz kerem ve hikmet var olan herşeyi bereketlendirmektedir Tutumsuzluk olmadığı gibi, bereketlendirici sebeplerle defalarca en en fazla bir noktada verim alınmaktadır Öyle ise bu işleyen süreç en üst düzeyde bereketlendirilecektir bu nedenle de hayır ve şer tahrik ettirilecektir İşte birer tahrikçi olarak ilham melekleri hayrı artırmak üzere tezgâhtar olarak insanın yanında verilmiş, şeytanlar birer şer tahrikçisi olarak başına musallat edilmiştir
İnsanın, bu perdeli diyarda niçin var oluğunu, nereden geldiğini ve nereye gittiğini, kim tarafından ve hangi amaçlarla gönderildiğini, neyin hayır ve neyin şer olduğunu bilmeye ihtiyacı vardır Tüm bunlar ve ihtiyacı olabilecek her türlü ilahî betimleme, talim ve veri Kur ’lahza olarak önüne konulmuştur Bütün bu maksatların yaşamış bir numunesi olarak Peygamber (sav) önüne rehber ve imam olarak görev edilmiştir Bundan Böyle insan neyi, nasıl ve niçin yapması gerektiğini kesin olarak bilecektir
İnsanın mahiyeti bu perdeli diyarda, perdesiz bir muhatabiyeti yakalayabilecek donanımla var edilmelidir oysa, perdelerin arkasında yitip gitmesin, gerektiği gibi yolunu bulabilsin böylece, Zat ’ının sıfatlarını en içten algılayabilmesi için lezzetlere aşık bir lezzetli verilmiş, önüne ise lezzetlerin binbir çeşidi ikram olarak serilmiştir Bu Nedenle insan, kendisini yaratarak hayata gönderen terbiye edicisinin sıfatlarını, meleklerin görerek algıladıkları bir mertebeden çok daha derin bir noktada yaşayarak algılayabilecektir Fakat bu yakın lezzetlere aşık nefsin, çok yüksek gayelerle yaratılan insanın yaşantısını lezzetlerle betimleme etmeye çalışmaması için özgürlüğünün perdelenmeyeceği sınırlara ihtiyacı vardır İşte sınırlar, sözlü yaptırımlar olan yasaklarla, şer ’î prensipler olarak yaşantısına dahil edilmiştir Tekrar kendisine dışarı giden yolu farzlarla kolaylaştırmıştır
bundan başka, perde arkasından yaşamış ve nazarına ilk olarak perdedeki görüntüler ve ilişkiler çarpan insanın, bu ilişkileri özgürce sorgulayarak sebepnetice bağlantılarını aralayacak, bu bağlantılar ardından kendini bildiren gerçeklere ulaşmaya vesile olacak bir donanıma ihtiyacı vardır İşte bu nedenle fikir verilmiş ve bütün varlıklar aklın yorumlayabileceği bir ilişki ağı içerisinde yaratılmıştır
İnsanın mahiyetine, her türlü isteğin ve reddin yoğunlaştırılmış bir hali olarak tanımlayabileceğimiz bir öz olarak fıtrat yerleştirilmiştir Fıtrat dediğimiz bu ‘öz ’ün, şuurla önemli bir irtibatı vardır Hakla batılı ayırt edebilmesi için şuur ikram edilmiş; ayrım ettiği noktada hitabe koyabilmesi için, fıtratın ve şuurun birlikteliğinin bir öteki ismi olan vicdanla desteklenmiştir Bilgilerini ve yaptıklarını hatırlayarak düşünebilmesi için zihin ihsan edilmiştir Düşüncelerin görsel planda değerlendirilebilmesi için ise, düş ekranı yerleştirilmiştir mahiyetine Her türlü anlamı yoğunlaştırıp kavrayabilmesi, sevgiye dönüştürebilmesi için kalpler verilmiştir Coşkulara dönüşme potansiyeli içeren yoğun nefret edilen şey ve özlem duyguları, her durum aşağıda sıkıntıdan kurtulması için her yönle ilgilenen heva ve heves hisleri ihsan edilmiştir
Ve nihayet, ulaşılan tüm gerçeklerden ve kavranılan tüm özelliklerinden, sıfatlarından daha sonra, insana benlik duygusunu ikram etmiştir Gerçek şudur ki, ‘ben! ’ ve ‘benim! ’ duygularını hissedebildiğimiz içindir ki, ‘kim? ’ ve ‘kimin? ’ sorularını sorabiliyoruz ‘Bu benim ’ diyebildiğimiz içindir ama, ‘bu kainat kimin? ’ sorusunun peşine düşebiliyoruz Yeniden, acıma edebilir, şefkati, hayayı, adaleti duyumsayabilir, sevgiden, nefretten, aşktan nasip alabilir bir mahiyetle yaratıldığımız ve bu özelliklerimizi sahiplenebilecek bir ego duygusu ikram edildiği içindir ki; Zât ’ı Akdes ’in sevgisini, şefkatini, yaratmadaki coşkularını farkında bile olmadan karşılaştırma yaparak kavrayabiliyoruz Şefkat duygusu verilmeseydi bize veya hayvanlarda olduğu gibi benliğimizle ilintilendirilmeseydi, O ’nun şefkatini sorgulama ve nihayet kıyas yaparak algılama imkanını bulabilecek miydik?
Nihayet; nihayetsizliği, mutlakiyeti düşünebilecek miydik? Ve sıfatlarını ve coşkularını kendi varlığımızdaki sıfatlara ve coşkulara kıyasen bir derece yanaştığımız bu Zât ’ı Akdes ’i kavramaktan ne derece aciz olduğumuzu kavrayarak, O ’na en yakın noktaya gelebilecek miydik?
Özet Olarak insan, ilk elden bir etkileşim içerisinde kalmadan, O ’nun yaratmasındaki kemâli, sıfatlarındaki nihayetsizliği ve nihayetsiz güzelliği, Zât ’ındaki tarifi mümkün olmayan coşkuları kavrayabilmek için; bu kavrayışındaki anlamları ‘özgürce onay ’, ‘coşkularıyla ifade ’, ‘gıyabında, sözlü olarak ilan ’ ve ‘görmedikleri Rablerinin huzuruna, görürcesine bir yakınlık içerisinde arzetmek ’; nihayet, ‘O ’nun kavranmaktan da yüce olduğunu bilmek ’ üzere yaratılmıştır Yani, varoluşunun gayesi, yarattığı varlıkları seven, bu sevgisini ikramlarla ortaya koyan, özellikle insana karşısında özel bir sevgisi ve tedbirli bir muamelesi olan, bu sevgisini ve özenini, binbir ihsan ve rahmet yansımalarıyla kanıt eden Allah ’a karşısında; ibadetleriyle bu sevgiye değerinde olduğunu ispat etmesi, ubudiyetiyle bu sevgiyi geliştirmesi ve O ’na yakınlaşmaya çalışmasıdır Bu çabanın son basamağındaki engel, Yaratıcısına ulaşan yolda yıkması gereken son duvar, insanın kendi benliğidir İnsan, ilahî bir ikramla bu engeli de aştıktan daha sonra, meleklerin ulaşmasının mümkün olmadığı noktaya varmış, onların aşmaları olası olmayan bir engeli de aşıp, melekleri Adem ’e secde ettirten o hakikate râm olmuş olacaktır
*
Varoluş Gerçeği Biz Niye Varız veri dünya neden var bilgi İnsan Niçin Yaratıldı deliller
Reel şu oysa, ‘ben! ’ ve ‘benim! ’ duygularını hissedebildiğimiz için, ‘kim? ’ ve ‘kimin? ’ sorularını sorabiliyoruz ‘Bu benim ’ diyebildiğimiz içindir ancak, ‘bu kainat kimin? ’ sorusunun peşine düşebiliyoruz
İNSAN VAROLUŞU GEREĞİ kendi varlığını, çevresini sorgulayan ve sorgulamalarına bir cevap bulamadığı sürece hoşnutluk olamayan bir yaratılışa sahiptir Kendisini varlık âlemine gönderen Zât ’ı tanıdığı ve varoluşunu tanımlayabildiği ölçüde bir huzura kavuşabilir “Nereden geliyorum, nereye içten gidiyorum? gibi temel sorgulamalarındaki veriler çevredeki varlıkların var oluşuyla örtüştüğü için cevaplanması ve ispatlanması bir derece daha kolaydır Oysa, kendi varlığına eşsiz kalan “Ne için varım? Varlğımı anlamalandıran reel nedir?! sorgulamasında çevresel verilerden yoksundur Bu soru kendi içerisinde açıklanması gereken bir sorunsaldır Bu stil sorgulamalarda vahiy yol gösterse de, genellikle aklı devre dışı bırakacak derecede anlaşılır cevaplar vermez Çünkü, İstenen yanıt sorgulamanın içerisinde gizlidir Bariz cevaplar ise sorgulamanın önünü kapatacaktır
Bu evrendeki her bir nesnenin varoluşuna dair etraflıca ve içe doğru bir irdeleme yapıldığında iki esas gerçekle yüzleşme yaşanır:
Birinicisi, bir yaratıcı elbette vardır Bu yaratıcı, kainatta görerek muhatap olduğumuz icraatlarından anlaşıldığı üzere ve kendi vahyî kelâmı olan Kur ’ân ’ın vasıflandırdığı kesinlikte, sıfatlarına bir hudut konulamayacak, tarafsız bir tanımlama yapılamayacak derecede müteâldir, yücedir Sıfatlarında ne bir hudut vardır, ne de bir çirkinliğin yerleşmesi tasavvur edilebilir Her bir mahluku ilk elden kişisel olarak kendisi yaratmaktadır Bu yaratmalarda icraatına vasıtalık yapan ve yapabilecek olan hiç bir şey bulunmamakatadır İkinicisi ise, bu yaratmalarda defalarca bir hedef gözetilmektedir Bu maksatlar yeniden yaratıcının sıfatları ile uygunluk gösteren bir kudsiyet içerisindedir Yani maksatlar deha müteâldirler
Doğan güneşten yağmur damlasına, gezegenlerin mevkilerinden çekirdeğin zarına değin mahlukatın tümünün yaratılışında gözetilen maksatlardaki müteâliyetin, mahlukatın efendisi, Allah ’ın yeryüzündeki halifesi olmaya namzet insanın yaratılışında gözetilmemiş olması tasavvur edilemez aynı zamanda, kainatın nihayetinde yaratılan, bütün esmai ilahiyeye ayna ve muhatap olması cihetiyle küllî bir küll olan insanın var edilmesindeki maksat, bir ağacın meyvesinin ağaçta kendini gösteren hakikatlerin tümünü bünyesinde barındırması gibi, kainatın tamamında kendini gösteren maksatların tümünü buluşturacak dek müteâl edinmek durumundadır
Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah ’ın kendine muhatap olabilir bir istidatla yarattığı insanın kainattaki durumu diğer varlıkların tümünden daha ileri ve daha risklidir İçerisinde yaşadığı âleme nazarını salan aklı selim bir insan, en mutlu yaşayanların ve başarıya zorlanmaksızın ulaşanların, önce ot gibi yaşama, sonra da hayvanlar olduğunu görecektir Mutsuz bir bitki ya da bir hayvan yoktur, bu dünyaya mutlu ve başarılı bir hayat sürmeleri için gönderilmişlerdir Donanımları da böyle bir hayat için epeyce uygundur in durumu da farklı bir açıdan hayvanların durumu gibidir Onların da huzurlarını bozacak nefisleri, benlikleri, ağız dalaşı sebebi olabilecek hazıra karşın yoğun istekleri yoktur
İnsan ise ne melek, ne de hayvandır İkisinden de aldığı yönler olmakla birlikte, huzurunu ve lezzetini bozacak ayrı donanımları da vardır Melek ve hayvan karışımı olarak yaratılmak bile yeter derecede bir problem iken; hem, ikisinden de fazla farklı olarak us ve enaniyet gibi soru ve ayaklanma sebebi olabilecek özelliklerle donatılarak yaratılmıştır Hazırlanmış lezzetinin içerisine geçmişin elemleri ve geleceğin kaygıları katılan insanın, hakiki bir lezzeti tatması, yaşadığı kaygılar ve elemler sebebiyle imkansızlaşır Bu imkansızlıklar içerisinde ne ibadet, hamd ve senâ cihetiyle meleklere yetişebilir, ne de tat ve yararlanma cihetiyle hayvanları geçebilir
üstelik insanın zemini meleklerin bulunduğu zemine oranla kaygan ve sislidir İnsanın yaşamsal zemini hayrın ve şerrin karışımından oluşturulmuştur Dahası diğer taraftan lezzetlere aşk derecesinde meftun bir yoldaşı vardır insanın böylece, lezzetlere aşık bir leziz sahibi mahluk olarak insanın günahlara düşmeden yaşaması, istisnalar hariç muhtemel olamamıştır Yaratıcının varlığının aracısız olarak hissedilmediği bir vasatta, sahiplenmeye kuvvetle meyilli bir benlik sahibi oluşu, nefsin verilişi, nefis sahibi bir varlık olarak insanın hayır ve şer denkleminde yaratılışı birlikte düşünülünce dobra dobra görülmektedir ama, insan günahsızlık mertebesine erişebilmesi için yaratılmamıştır de nedereyse zaruri bir şekilde açığa çıkan ibadete karşılık, insan ibadetini, kendi iradesini kullanarak gerçekleştirebilir Bu şart da insanın ibadetlerindeki verimi düşürmektedir
O Kadar ise, meleklerin mükemmel ibadetlerine karşılık, ışıltısız ve hatalarla batmış bir ubudiyetten başka birşey elinden gelmeyen insan niçin yaratılmıştır? İbadetleri bile olsa inasanın yaratılmasına neden gereklilik duyulmuştur? Yaratılmasına gereksinim duyuldu ise, bu durum, Yaratıcının yaratılmışa bağımlı olması gibi bir çelişkiyi ortaya çıkaracaktır Gereksinim duyulmadıysa, yaratılamasının arkasındaki ne olabilir?
Özetle Varoluş Gerçeği
“Ben kuytu bir hazineydim Açığa çıkmayı diledim
—Hadisi Kudsî
Başta, ‘gereksinim ’ yaratılmışlara özgü bir olgudur Yerine getirilmediği takdirde aciz bırakan maddesel ve maddî gerekliliklerdir Ağaç için toprak ve su gibi, halk ve hayvanlar için solunum gibi, yemek, içmek gibi Eylemin yönü ise, dıştan içeriye doğrudur Yoksul olan varlık aciz duruma düşmemek için ihtiyaçlarını dış âlemden karşılar Sıfatsal gereklilikler ise, yerine getirilmediği takdirde aciz bırakmaz, ama o sıfata gölge düşer Mesela bir hekim için, bir trafik kazasında yaralanan insanlara yardımcı olmak ‘hekimlik ’ sıfatının gereğidir Bu yardımı yerine getirmediği zaman doktor olan kişi acziyete düşmez, ancak sahip olduğu sıfatın gereğini yerine getirmemiş olur Bu şart o sıfatı çirkinleştirir Yeniden, cömertlik sıfatı, ihsan etmeyi gerektirir Neticesinde ihsanın olmadığı bir büyüklük tasavvur edilemez Bu tarz gerekliliklerde eylemin yönü içeriden dıştan doğrudur İçerideki sıfatsal zenginlikler, manevî güzellikler, kemal mertebedeki erdemler dışarıya tezahür etmek isterler
Örnekleyerek açacak olursak, nasıl ancak Mozart ’ı beste yapmaya, Yunus ’u şiirler söylemeye, Mevlana ’yı mesnevîler yazmaya özlerinde var olan coşkular ittiyse ve bu coşkularda en minik bir çirkinlik yahut, neticelerde çirkinlikler değil güzellikler açığa çıktıysa; bilinmez ve kavranamaz derecede yüksek coşkular, sıfatlar, kemal mertebede erdemler sahibi olan Zat ’ı Akdes de, zâtındaki tarifinden aciz kaldığımız coşkuyu ve kemâli yaratmakla meydana koymuştur Nasıl oysa beste dinleyicisiz olmaz, şiir okuyucusuz yerini bulamaz bu bilinmeyen ve tanınmayan Becerikli, meydana koyduğu bu hevesli varlıklar bestesini, kainat orkestrasını muhatapsız bırakmayacak, muhatap olacak şuurlu varlıkları mutlaka yaratacaktır Öncelikli olarak bu besteye muhatap olanlar, şuur ve idrâk kabiliyetleriyle donatılarak yaratılan meleklerdir
İşte, melekler şuûrlarıyla, eserdeki ve yaratılıştaki harikuladeliğin ve kemâlin ayrımına varmakta, sanatlı eserlerde ve rahmetli fiillerde yansıyan kemâl ve cemâlin sahibini seziş etmektedirler Alemlerinde uyanan duyguları hamd ve tesbih ile Rablerine talep ederek yerine getirdiler ve getirmektedirler Fakat melekler perdesiz bir bakışa olanak verecek bir donanımla, yeniden gerçeğin perdesizce, aracısız ve düşünmeksizin görülebileceği bir ortamda varoldukları için, onaylama ve itaat onlar için adeta kaçınılmazdır Onların itaatleri bir robot gibi değildir; fakat, bir annenin bebeğini sevmesi gibi kaçınılmazdır Hatta daha derin bir algılamayla, daha derin bir sevgi ve onay ile yaratıcılarına bağlıdırlar O ’nun eserlerini de benzer derinlik ve saygı ile seyreder, hamd ve senâlarını aracısız olarak O ’nun zâtına sunarlar
İnsan ise, kainatta kendini belirten cemâl ve kemâle özgürlük ve benzersiz bir muhatap olarak yaratılmıştır Fakat, Yaratıcının varlığının, kudretinin, azâmetinin ve icraatlarının aracısız olarak görülebildiği, Zât ’ının otoritesinin perdesiz yaşandığı bir ortamda, insandaki özgürlüğün açığa çıkması muhtemel değildir bu nedenle kemal mertebedeki sıfatları güçlü olarak görünmek istediği halde, hikmetinin gereği olarak iradesiyle Zât ’ını gizleyecektir ve gizlemiştir Yağmur bundan böyle buluttan gelecektir, tohum toprakta çatlayacak, nevşü nema bulacaktır Yemek ateşte pişecek, susama su ile giderilecek, ayaklarla yürünecek… her şey için bir sebep bulunacaktır Bu Nedenle melekler katında aracısız olarak O ’nun kudretinin sanatlı birer eseri olarak görülen varlıklar ve haller, insanın bulunduğu mertebede sebeplerin araya girmesiyle perdelenecektir ve perdelenmiştir
İnsandaki özgünleşmenin temel şartı özgür, özgürlüğün gereği ise irade, yani tercih yapabilme yeteneğinin varlığıdır İrade ise fakat seçim imkânının bulunduğu bir ortamda gelişebilir Tercih ise yol ayrımlarını, zıtların araya girmesini gerektirecek, bu işlem nihayet hayrın ve şerrin yaratılmasıyla sonuçlanacaktır İşte, hayır ve şer nihayetsiz farklılık içerisinde yaratılmış ve insanın zemini bunlarla donatılmıştır Bu Nedenle insan, mahiyetine yerleştirilmiş olan özelliklerin, yani insaniyetinin açılımı için bir eğitim ve sınav sürecine ast tutulacaktır Oysa, bu insanî açılımın bir sonuç verebilmesi için, işleyen sürecin bir sınırı, bir sonu olmak zorundadır Çünkü insan, anne karnındaki gelişim sürecinin bir sınırı olması ve bu sınırın dünya hayatına açılması gibi, özünde meydana gelen gelişimin ve açılmın karşılık bulabileceği bir ortama, belli başlı vatanı olan ahiret alemlerine alınacaktır O Kadar ise hayır ve şer ortamında işleyen işlem sınırlandırılacaktır İşte, bir hudut olarak ömür tayin edilmiş, vefat takdir edilmiştir
Bu kainatta işleyen nihayetsiz kerem ve hikmet var olan herşeyi bereketlendirmektedir Tutumsuzluk olmadığı gibi, bereketlendirici sebeplerle defalarca en en fazla bir noktada verim alınmaktadır Öyle ise bu işleyen süreç en üst düzeyde bereketlendirilecektir bu nedenle de hayır ve şer tahrik ettirilecektir İşte birer tahrikçi olarak ilham melekleri hayrı artırmak üzere tezgâhtar olarak insanın yanında verilmiş, şeytanlar birer şer tahrikçisi olarak başına musallat edilmiştir
İnsanın, bu perdeli diyarda niçin var oluğunu, nereden geldiğini ve nereye gittiğini, kim tarafından ve hangi amaçlarla gönderildiğini, neyin hayır ve neyin şer olduğunu bilmeye ihtiyacı vardır Tüm bunlar ve ihtiyacı olabilecek her türlü ilahî betimleme, talim ve veri Kur ’lahza olarak önüne konulmuştur Bütün bu maksatların yaşamış bir numunesi olarak Peygamber (sav) önüne rehber ve imam olarak görev edilmiştir Bundan Böyle insan neyi, nasıl ve niçin yapması gerektiğini kesin olarak bilecektir
İnsanın mahiyeti bu perdeli diyarda, perdesiz bir muhatabiyeti yakalayabilecek donanımla var edilmelidir oysa, perdelerin arkasında yitip gitmesin, gerektiği gibi yolunu bulabilsin böylece, Zat ’ının sıfatlarını en içten algılayabilmesi için lezzetlere aşık bir lezzetli verilmiş, önüne ise lezzetlerin binbir çeşidi ikram olarak serilmiştir Bu Nedenle insan, kendisini yaratarak hayata gönderen terbiye edicisinin sıfatlarını, meleklerin görerek algıladıkları bir mertebeden çok daha derin bir noktada yaşayarak algılayabilecektir Fakat bu yakın lezzetlere aşık nefsin, çok yüksek gayelerle yaratılan insanın yaşantısını lezzetlerle betimleme etmeye çalışmaması için özgürlüğünün perdelenmeyeceği sınırlara ihtiyacı vardır İşte sınırlar, sözlü yaptırımlar olan yasaklarla, şer ’î prensipler olarak yaşantısına dahil edilmiştir Tekrar kendisine dışarı giden yolu farzlarla kolaylaştırmıştır
bundan başka, perde arkasından yaşamış ve nazarına ilk olarak perdedeki görüntüler ve ilişkiler çarpan insanın, bu ilişkileri özgürce sorgulayarak sebepnetice bağlantılarını aralayacak, bu bağlantılar ardından kendini bildiren gerçeklere ulaşmaya vesile olacak bir donanıma ihtiyacı vardır İşte bu nedenle fikir verilmiş ve bütün varlıklar aklın yorumlayabileceği bir ilişki ağı içerisinde yaratılmıştır
İnsanın mahiyetine, her türlü isteğin ve reddin yoğunlaştırılmış bir hali olarak tanımlayabileceğimiz bir öz olarak fıtrat yerleştirilmiştir Fıtrat dediğimiz bu ‘öz ’ün, şuurla önemli bir irtibatı vardır Hakla batılı ayırt edebilmesi için şuur ikram edilmiş; ayrım ettiği noktada hitabe koyabilmesi için, fıtratın ve şuurun birlikteliğinin bir öteki ismi olan vicdanla desteklenmiştir Bilgilerini ve yaptıklarını hatırlayarak düşünebilmesi için zihin ihsan edilmiştir Düşüncelerin görsel planda değerlendirilebilmesi için ise, düş ekranı yerleştirilmiştir mahiyetine Her türlü anlamı yoğunlaştırıp kavrayabilmesi, sevgiye dönüştürebilmesi için kalpler verilmiştir Coşkulara dönüşme potansiyeli içeren yoğun nefret edilen şey ve özlem duyguları, her durum aşağıda sıkıntıdan kurtulması için her yönle ilgilenen heva ve heves hisleri ihsan edilmiştir
Ve nihayet, ulaşılan tüm gerçeklerden ve kavranılan tüm özelliklerinden, sıfatlarından daha sonra, insana benlik duygusunu ikram etmiştir Gerçek şudur ki, ‘ben! ’ ve ‘benim! ’ duygularını hissedebildiğimiz içindir ki, ‘kim? ’ ve ‘kimin? ’ sorularını sorabiliyoruz ‘Bu benim ’ diyebildiğimiz içindir ama, ‘bu kainat kimin? ’ sorusunun peşine düşebiliyoruz Yeniden, acıma edebilir, şefkati, hayayı, adaleti duyumsayabilir, sevgiden, nefretten, aşktan nasip alabilir bir mahiyetle yaratıldığımız ve bu özelliklerimizi sahiplenebilecek bir ego duygusu ikram edildiği içindir ki; Zât ’ı Akdes ’in sevgisini, şefkatini, yaratmadaki coşkularını farkında bile olmadan karşılaştırma yaparak kavrayabiliyoruz Şefkat duygusu verilmeseydi bize veya hayvanlarda olduğu gibi benliğimizle ilintilendirilmeseydi, O ’nun şefkatini sorgulama ve nihayet kıyas yaparak algılama imkanını bulabilecek miydik?
Nihayet; nihayetsizliği, mutlakiyeti düşünebilecek miydik? Ve sıfatlarını ve coşkularını kendi varlığımızdaki sıfatlara ve coşkulara kıyasen bir derece yanaştığımız bu Zât ’ı Akdes ’i kavramaktan ne derece aciz olduğumuzu kavrayarak, O ’na en yakın noktaya gelebilecek miydik?
Özet Olarak insan, ilk elden bir etkileşim içerisinde kalmadan, O ’nun yaratmasındaki kemâli, sıfatlarındaki nihayetsizliği ve nihayetsiz güzelliği, Zât ’ındaki tarifi mümkün olmayan coşkuları kavrayabilmek için; bu kavrayışındaki anlamları ‘özgürce onay ’, ‘coşkularıyla ifade ’, ‘gıyabında, sözlü olarak ilan ’ ve ‘görmedikleri Rablerinin huzuruna, görürcesine bir yakınlık içerisinde arzetmek ’; nihayet, ‘O ’nun kavranmaktan da yüce olduğunu bilmek ’ üzere yaratılmıştır Yani, varoluşunun gayesi, yarattığı varlıkları seven, bu sevgisini ikramlarla ortaya koyan, özellikle insana karşısında özel bir sevgisi ve tedbirli bir muamelesi olan, bu sevgisini ve özenini, binbir ihsan ve rahmet yansımalarıyla kanıt eden Allah ’a karşısında; ibadetleriyle bu sevgiye değerinde olduğunu ispat etmesi, ubudiyetiyle bu sevgiyi geliştirmesi ve O ’na yakınlaşmaya çalışmasıdır Bu çabanın son basamağındaki engel, Yaratıcısına ulaşan yolda yıkması gereken son duvar, insanın kendi benliğidir İnsan, ilahî bir ikramla bu engeli de aştıktan daha sonra, meleklerin ulaşmasının mümkün olmadığı noktaya varmış, onların aşmaları olası olmayan bir engeli de aşıp, melekleri Adem ’e secde ettirten o hakikate râm olmuş olacaktır
*