Hoş Geldin!

Bize kaydolarak topluluğumuzun diğer üyeleriyle tartışabilir, paylaşabilir ve özel mesaj gönderebilirsiniz.

Şimdi Kaydolun!

İnkilapçılık ilkesi hakkında bilgi

SoruCevap

Yeni Üye
Katılım
17 Ocak 2024
Mesajlar
350.999
Çözümler
1
Tepkime puanı
17
Puan
308
Yaş
36
siyasi oterite - dini otorite - inkilapçılık - inkilap tarihi - Atatürk inkilapları

İnsanlık tarihi incelendiğinde iki temel otorite kaynağı ile karşılaşılır. Bunlar; siyasi otorite ve dinsel otoritedir. Bu iki otorite kaynağı insan topluluklarını yönetme amacı çerçevesinde daima birbirleriyle mücadele içinde olmuşlardır. Kimi zaman siyasi otorite dinsel otoriteye egemen olmuş ve onun halk üzerindeki yaptırımından da yararlanmış, bazı dönemlerde ise dinsel otorite siyasi otoriteye egemen olmuş ve aynı yöntemlerle halk üzerindeki otoritesini arttırmıştır. Zaman zaman bu iki otorite halkı yönetmek için işbirliği yapmış, çatışmadan kaçınarak güçlerini birleştirmişlerdir.

Siyasi otoritenin dinsel otoriteye egemen olduğu dönemlerde, siyasi otorite aklı ve bilimi genellikle reddetmemiş, aklın ve bilimin ürünlerini kendi egemenliğini güçlendiereci bir unsur olarak kullanmıştır. Örneğin; fatih, istanbul’u fethetmeden önce dünyaca ünlü top döküm ustalarını davet etmiş, çalışmalarına destek vermiş ve onların çalışmalarının ürününü istanbul’u fethetmekte kullanarak hem osmanlı devletini bir dünya devleti haline getirmiş, hem de çağ kapayıp yeni bir çağ aşmıştır.

Dinsel otoritenin siyasi otoriteye egemen olduğudönemlerde ise dinsel otorite; akıl ve bilimin şüpheci ve sorgulayıcı niteliğinden kendi otoritesini olumsuz yönde etkileyeceği düşüncesi ile çekinerek aklı ve bilimi reddetmiş ve dışlamıştır.

İnsanlık tarihini bir süreç içinde ele alacak olursak ilk çağda aklın ve bilimin genelde egemen olduğunu söyleyebiliriz. Gerek çok tanrılı dinlerin özelliğinden gerekse iktidarın siyasi otoritenin elinde bulunmasından dolayı “sistem” akıl ve bilim temeline dayalı olmuştur. Eski mısır’da astronomi, tıp ve anatomi alanındaki gelişmeler, ege medeniyetinin beşiği olan iyon ve anakara yunanistan’ında matematik, astronomi ve coğrafya alanındaki gelişmeler, büyük iskenderle başlayan helenistik dönemde hemen bütün bilim dallarındaki gelişmeler, roma imparatorluğunda bütün bilim dallarının yanısıra askerlik, devlet yönetimi ve hukuk alanındaki gelişmeler ilkçağda akıl ve bilimin egemen olduğunun, dolayısıyla ilk çağın “aydınlık” olduğunun delilleridir.

Miladi 375 tarihi ilk çağın aydınlık döneminin kırılma noktası olmuştur. Bu kırılma noktası ile mevcut sistem tamamen altüst olmuş ve bambaşka bir sistem olmuştur. 375 tarihinde kavimler göçünün başlamasıyla dünyaya hakim siyasi otorite olan roma imparatorluğu sarsılmış, 395 tarihinde batı roma ve doğu roma olmak üzere önce ikiye ayrılmış, 476 tarihinde ise batı roma yıkılmıştır. Batı roma’nın yıkılmasıyla mevcut siyasi otorite yüzlerce parçaya ayrılmış ve feodal sistem adını verdiğimiz bir çok küçük siyasi otoritenin olduğu yeni bir sistem kurulmuştur. Romanın siyasi otoritesi bir çok parçaya bölünürken, vatikan merkezli katolik dinsel otorite tek otorite olarak kalmış ve zamanla küçük siyasi sistemleri tamamen kendi egemenliği altına almıştır. Kısacası siyasi otorite dinsel otoritenin yönetimi altına girmiştir. Frank imparatoru şarlman’ın papadan taç giymesiyle başlayan gelenek, siyasi liderlerin ancak kilisenin onayından geçmesiyle meşru bir yönetime sahip olacağı anlayışını yerleştirmiş, papaların onaylayıcı güce sahip olması, kilisenin otoritesini daha da artırmıştır.

Dinsel otorite yani kilise, otoritesini daha da arttırmak için hristiyanlıkla hiç ilgisi olmayan, günah çıkarma, endüljans yani cennetten yer ayırma, aforoz etme yani dinden çıkarma ve enterdi yani bir ülkede tüm dinsel törenlerin yasaklanması cezası gibi saçama sapan uygulamalar getirmişler ve bunda başarılı da olmuşlardır. Zaman zaman aforoz edildiği için papanın alplerdeki şatosunun kapısında yıllarca yalınayak – başı kabak af dileyen krallar dahi olmuştur.

Kilise elinde bulundurduğu bu gücü yitirmemek için daha önce belirttiğimiz gibi şüpheci ve sorgulayıcı niteliğinden dolayı bilimi reddetmiş her türlü bilimsel çalışmayı dine karşı bir hareket olarak değerlendirmiş ve engizisyon mahkemeleri devreye sokularak bu tür girişimler çok ağır biçimde cezalandırılmıştır. Bu uygulama orta çağ boyunca insanlığın tam bir karanlık dönem yaşaması sonucunu beraberinde getirmiştir.

Bu karanlık dönemi sona erdiren ve sistemi baştan sona değiştiren diğer bir kırılma noktası ise 1517’de martin luther’in incili almancaya çevirmesiyle başlayan reform sürecidir. İncilin orijinali, gerekçedir. Roma imparatorluğunun hristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesiyle incil, latinceye çevrilmiştir. Ortaçağ boyunca kilise, incil dışı saçma şapan uygulamaları nedeniyle incilin okunup incelenmesinin önüne geçmiş ve bunu kendi otoriteleri için bir tehdit olarak görmüştür. Alman din adamı luther’in 1517’de incili almancaya çevirmesi ile luther papa tarafından aforoz edilmiş ancak o aforoznameyi halkın önünde yırtarak kilise otoritesine meydan okumuştur. Alman prenslerinin kendisini desteklemesiyle kilesenin tehdidinden kurtulmuş ve protestanlık adı verilen yeni bir mezhebin doğuş sürecini başlatmıştır.

1517’deki kırılma noktasıyla başlayan süreçte avrupada aydınlanma kavramı doğmuş, günlük yaşantıda aklın ve bilimin egemenliği ön plana çıkmış, siyasi otoritegüçlenmiş dinsel otorite gücünü süreç içinde yitirmiştir. Coğrafi keşifler, rönesans ve reform hareketleriyle avrupada ortaya çıkan aydınlanma kavramı yeni kurulan merkezi imparatorluklar tarafından kabul görmüş, her yeni keşif, her yeni bilimsel bulgu siyasi otoriteyi güçlendirmiş, dinsel otoriteyi geriletmiştir.

1517 tarihiyle başlayan bu yeni süreçte yepyeni bir sistem kurulmuştur. Merkezi imparatorlukların yönetimindeki aklı ve bilimi ön plana çıkaran monarşik düzen bir diğer kırılma noktasına kadar varlığını sürdürmüştür.

Diğer kırılma noktası ise; 1789 fransız ihtilali olmuştur. Fransız ihtilali ile asilzade anlayışı son bulmuş, mozaik monarşik imparatorluklar dönemi yerine süreç içinde millet egemenliğine dayalı, eşitlik, özgürlük hak, milliyetçilik, laiklik gibi kavramları ön plana çıkaran ulus devlet anlayışının geçerli olduğu yep yeni bir sistem oluşmuştur.

Sanayi inkılabı ile sistem bir daha kırılmış ve sanayi üretimi ile toplumun yaşam tarzı değişmiş tarım toplumdan, sanayi toplumuna geçiş süreci başlamış 1830 ve 1848 ihtilalleriyle avrupa da bireyin ve çalışanın üretenin bireysel hakları gündeme gelmiş ve yeni bir sistem oluşmuştur.

Bu süreçteki son kırılma noktası ise ıı.dünya savaşı olmuştur. Bu kırılma noktasıyla başlayan süreçte laik, demokratik hukuk devleti ve sosyal devlet anlayışının egemen olduğu, bireysel hakların çok üst düzeye çıkarıldığı yepyeni bir sistem oluşmuştur. Günümüzde dünya hala bu süreci yaşamaktadır.

Buradan da anlaşılacağı gibi avrupa karanlıktan aydınlığa, çok büyük bedeller ödeyerek çıkabilmiştir. Her kırılma noktası pek çok toplumsal kargaşaya, kan ve gözyaşına sebep olmuş, her yeni ve ileri sitem çok büyük acıların sonucu kurulabilmiştir. Yeni sistemi benimseyenlerle, benimsemeyenler arasındaki kıyasıya mücadele, avrupanın 500 yılına mal olmuştur. Elde edilen haklar, ulaşılan düzeyin ödenen bedeli çok ağırdır. Ancak bu ağır bedele rağmen sonunda aklın ve bilimin egemenliğine ulaşılmıştır.

Bu süreç içinde osmanlı devletine bakacak olursak bambaşka bir sistem karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı devleti teokratik – monarşik bir devlettir. Devletin başında siyasi bir lider olan padişah vardır. Padişahın yetkileri sınırsız olup, siyasi otorite yapı olarak çok güçlüdür. Ancak bu siyasi otoritenin yanında şeyhülislamlık denen bir mekanizma bulunmaktadır. Başlıca eğitim kurumlarını temsil eden medreseler ve etki alanı çok büyük olan yargı gücünün yani şeriat mahkemelerinin bu mekanizmaya bağlı olması ve devletin yapacağı uygulamalar için bu mekanizmanın başı olan şeyhülislamdan fetva alınması sistemin önünü tıkayan en büyük etken olmuştur.

Siyasi otoritenin güçlü olduğu, dirayetli padişahların işbaşında bulunduğu dönemlerde bu dinsel mekanizma pek etkin olamamıştır. Zaman zaman kararını beğenmediği bir şeyhülislamı görevden alarak yerine yeni şeyhülislamlar atayan padişahlar dahi olmuştur. Bu dönemde ulema adı verilen din adamları etkin olamamış, siyasi lider olan padişahın iktidarı tartışmasız üstün konumda olmuştur.

Ancak dirayetsiz padişahların iktidarda olduğu dönemde şeyhülislamlar ve ulema sınıfı saray görevleri ile de işbirliğine giderek yönetimde etkin olmuşlar ve osmanlı devletinin sistemini olumsuz yönde etkilemişler ve devleti geriletmişlerdir. Matbaa başta olmak üzere aklın ve bilimin gereği olan pek çok yeniliğe karşı çıkmışlar ve sistemin bünyesini zayıflatmışlardır. Öğrenim kurumlarında pozitif bilimlerin okutulmasına karşı çıkmışlar aynı ortaçağ avrupasında olduğu gibi aklı ve bilimi kendi iktidarları için bir tehdit olarak görmüşlerdir. Bu açıdan bakıldığında papazla yobaz arasında hiç fark yoktur.

Savaş alanlarında ardarda alınan yenilgilerle gerilemeye başlayan ve gücünü yitiren osmanlı devletini yeniden eski gücüne kavuşturmak amacıyla pek çok padişah tarafından pek çok çözüm yolu düşünülüp uygulamaya çalışıldıysada bu yenileşme çabaları etkili olamamıştır. Çünkü yöntem yanlıştır. Islahat adı verilen ve sistemin özünde hiçbir değişikliğe yol açmadan sadece şekilsel açıdan yapılan bu düzenlemeler, bünyede meydana gelen hastalığın gerçek tedavisi olamamıştır. Hatta ııı. Selim, ıı. Mahmut ve abdülaziz gibi gerçekten devleti ayağa kaldırma isteğinde olan ve bu uğurda çok önemli ıslahat hareketlerine girişen padişahların bile bu çabaları kısmi bir başarı göstermiş, ancak hastayı ölümden kurtaramamıştır. Osmanlı gerçek sorunun sistemde olduğunu, sistemin aklı ve bilimi dışlayan uygulamalarının asıl sorun olduğunu kabul etmemiş, kabul etmek istememiştir.

Altı yüzyıllık osmanlı tarihi incelendiğinde bir tek sistemin üzerinde dalgalı bir seyir izlendiği görülür. Sistem aynı olmak üzere siyasi lider dirayetli ise sistemi iyi işletmiş ancak dirayetsiz yöneticiler işbaşına geldiğinde sistem iyi işlememiş, bu da devleti geriletmiştir. Yapılan ıslahatlarla sistemin tıkanıklığı biraz aşılmış ancak kaçınılmaz sondan kurtulunamamıştır. Kısacası avrupa reform hareketiyle başlayan kırılmalarla sistemini sürekli olarak değiştirip daha iyi sistemleri egemen kılıp aklın ve bilimin ışığında aydınlanırken, osmanlı karanlığı davet eden sistemini bir türlü değiştirememiştir. Ta ki koşulların yol açtığı kırılmaya kadar.

Türk tarihindeki ilk kırılma noktası 1919 tarihidir. 1919 daki kırılmayla başlayan süreç türkiye’nin yepyeni bir sisteme kavuşması sonucunu doğurmuştur.

1919 yılında başlayan süreçte atatürk türk insanının desteğini ve yaratıcı gücünü arkasına alarak önce türk yurdunu düşman işgalinden kurtarmış, ardından da özbenliğini işgal eden karanlıktan, insanlarımızı kurtarmak için kendi zihninde tasarladığı bir dizi önlemi uygulamaya geçmiştir.

Atatürk’ün uygulamalarının adı inkılaptır. İnkılap eskiyi, köhneyi geçersizi, gerileteni kaldırıp atmak yerine aklın ve bilimin ışığında yepyeni en iyiyi, en mükemmeli getirmektir. Islahat üfürükçü nefesi ise inkılap tıbbi tedavidir. İnkılap akıl ve bilimi gerçek rehber edinmektir.

İnkılabı hayata geçirmek için öncelikle eski sistemi; eski sistemin en önemli dayanaklarını ortadan kaldırmak gerekir. Eski sistemin en önemli dayanakları saltanat, hilafet ve fetva makamı olan şeriye ve evkaf vekaletidir. Saltanat 1 kasım 1922 de kaldırılır. Ardından onun yerine 29 ekim 1923 te cumhuriyet ilan edilir. Eski sistemin son iki dayanağı olan hilafet ve seriye vekaleti de 3 mart 1924’te kaldırılır.

Bu uygulamalarla kırılma noktasını gerçek bir sistem değişikliğine yönlendirecek siyasi zemin hazırlanmıştır. Temel atılmıştır. Bu temel üzerine bir dizi inkılap ard arda gerçekleştirilmiştir.

Hukuk alanında yapılan inkılaplar;

* 3 mart 1924’te şeriye ve evkaf vekaleti kaldırılarak laik hukukun temeli atıldı.

* 1924 yılında cumhuriyet’in ilk anayasası kabul edildi.

* 1925’te ankara hukuk mektebi açıldı.

* 1926’da hukuki alanda kadın erkek eşitliğini getiren medeni kanun kabul edildi.

* 9261931 sürecinde ceza kanunu, borçlar kanunu ve deniz ticaret kanunu, ceza muhakemeleri usulü kanunu gibi bir dizi kanun kabul edilerek pozitif, yani laik hukuka geçildi.

Eğitim ve kültür alanında yapılan inkılaplar;

* 3 mart 1924 tarihinde tevhidi tedrisat kanunu kabul edilerek laik eğitime geçildi.

* 1924 yılında medreseler kapatıldı. Aynı yıl millet mektepleri açıldı.

* 1 kasım 1928 de harf inkılabı yapılarak türk insanının cahil kalmasının en önemli sebebi olan arap alfabesi yerine yedi yaşındaki bir çocuğun bile üç ayda okuma yazma öğrenebildiği yeni alfabe kabul edildi. Okuma yazma seferberliği başlatılarak köylere kadar okul götürüldü.

* 1931’de türk dil kurumu kurularak türk dilini yabancı diller boyunduruğundan kurtaracak çalışmalar başlatıldı.

* 1932 yılında türk tarih kurumu kurularak türk tarihinin şanlı geçmişinin bilimsel metodlarla günışığına çıkarılması sağlandı.

* 1932 yılında halkevleri kurularak türk kültürünün güzelliklerinin paylaşılması ve geliştirilmesinin önü açıldı.

* 1933 yılında üniversite reformu yapılarak türk üniversitelerinin atası olan istanbul üniversitesi kuruldu.

Toplumsal alanda yapılan inkılap hareketleri ;

* 1925 yılında tekke, zaviye ve türbeler kapatılarak laik düşünceye ve akılcılığa yönelme konusunda önemli bir adım atılmış oldu.

* 1925 yılında yapılan kılık kıyafet inkılabı ile türk toplumunun dış görünüş olarak da çağdaşlaşması sağlandı.

* 1926 yılında takvim ve saat sisteminde de değişiklik yapıldı.

* 1928 yılında uluslar arası rakamlar kabul edildi.

* 1930 yılında belediye seçimlerinde türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanındı.

* 1931 yılında ağırlık ve uzunluk ölçü birimleri değiştirildi.

* 1933 yılında türk kadınına köy muhtar ve ihtiyar heyetlerine seçme ve seçilme hakkı tanındı.

* 1934 yılında türk kadınına milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanındı. Böylece türk kadını sosyal alandan başka, siyasal alanda da hak ettiği yere getirilerek, ikinci sınıf insan olmaktan kurtarıldı.

Uygulanan devletçi ekonomik politikalarla gelişmiş ve kalkınmış bir ekonominin temelleri atıldı.

Bu uygulamalar ve bu inkılaplarla türkiye 15 yılda çağdışı bir sistemden çağdaş ve modern bir sisteme ve gerçek aydınlığa kavuştu.

Bütün bu yapılanlar anlık kararlarla, gündelik düşüncelerle yapılmadı. Bu aydınlanma, atatürkçü düşünce sistemi adını verdiğimiz aksiyonla teoriyi yanyana götüren bir düşüncenin aydınlanma çabasının bir ürünüydü.

Atatürkçü düşünce sistemi, aklı ve bilimi temel hareket noktası olarak alan toplumun ihtiyaçlarından doğan ve gene toplumun ihtiyaçlarına çözüm önerileri getiren, demokratik ve laik bir devlet ve toplum yapısında sürekli çağdaşlaşmayı ve modernleşmeyi öngören pragmatik yani her türlü eylem ve işlemde halkın yararını gözeten bir çağdaşlaşma ve modernleşme sistemidir.

Atatürk’ün yaptığı inkılaplarla, toplum ve devlet yaşantısında karşılaşılacak sorunlara yönelik çözüm önerileri getiren altı temel ilke atatürkçü düşünce sistemi’nin özünü oluşturur. Bu ilkeler hiçbir yerden taklit edilmemiştir. Tamamen özgündür. Çünkü bu ilke ve inkılapları türkiye gerçeği ortaya çıkarmıştır. Atatürk kendi modelini oluştururken, devletin siyasetini ve temel ilkelerini saptarken başkalarına benzememeye, başkalarının etkisi ve denetimi altına girmemeye özen göstermiş, ulusal bir çağdaşlaşma yöntemi seçmiş ve onu uygulamıştır.

Atatürkçü düşünce sisteminin teori ve uygulamaları 1920’li, 1930’lu yıllara dayanmasına rağmen sistemin temel felsefesi nedeniyle günümüzde de geçerliliğini aynen hatta arttırarak devam ettirmektedir. Atatürkçü düşünce sisteminin en önemli özelliği kendi kendini sürekli olarak yenileyebilmesidir.

Dünya koşulları sürekli olarak değişmektedir. Sürekli değişen koşullara ayak uydurabilmek ve sistemin devamlılığını sağlamak için sürekli yenilenme kaçınılmazdır.

Atatürkçü düşünce sistemine dinamizm kazandıran, sürekli yenilenmeyi, çağın koşullarına uyabilmek için sürekli dinamik olmayı öngeren ilkenin adı, inkılapçılık ilkesidir. İnkılapçılıkta aklın ve bilimin önderliğinde toplumsal gerçeklerin öngördüğü her türlü düzenleme ve yenileme beklemeksizin yapılır. Toplum yaşayan bir varlıktır; değişmek ve gelişmek zorundadır. Bu değişim ve gelişim sürekli olmalıdır. İnkılapçılık ilkesine göre “değişmeyen tek şey; değişimin kendisidir.”

İnkılapçılık, atatürkçülüğün, türk inkılabını ve inkılap ilkelerini, dogma olmaktan kurtaran; onu yaşayan çağın, çağların, geleceğin yeni oluşumları, gelişmeleri ve değişmeleri karşısında sürekli kılan ilkesidir.

Atatürkçü düşünce sistemi, inkılapçılık ilkesiyle çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma çabasında hem geçerliliğini, yararlılığını sürdüren inkılapçı uygulamalara sahip çıkılmasını ve onların korunup geliştirilmesini; hem de yeni gereksinimler karşısında yeni inkılapçı uygulama ve çözümlere gidilmesini öngörmektedir. Yani atatürkçülük adına atatürk inkılaplarını olduğu gibi korumak, atatürk’e ve atatürkçülüğe yapılacak en büyük ihanettir. Atatürk inkılaplarını değişen koşullar çerçevesinde aklı ve bilimi temel alarak daha iyiye daha güzele götürmek gerçek atatürkçülüktür. O nedenledir ki atatürk; “ben size hiçbir nassı katı, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim mirasım akıl ve bilimdir. Aklın ve bilimin gereğini kabul edenler gerçek mirasçılarım olurlar”, sözüyle aklın ve bilimin rehberliği dışında her şeyin değişebileceğini ve değişikliklere gene aklın ve bilimin ön görüleri doğrultusunda ayak uydurulmasını istemiştir.

İnkılapçılık ilkesi doğrultusunda ortaya çıktığı andaki anlayış ve uygulama ile zaman içinde değişen koşullar karşısında inkılapçılık ilkesi çerçevesinde yenilenen ve geliştirilen uygulamalara en güzel örnek olarak devletçilik ilkesini verebiliriz.

Dönemin koşulları doğrultusunda ülkede ekonomik yatırımlar yapacak yeterli sermaye birikimi olmadığı için atatürk tarafından atatürkçü düşünce sisteminin ekonomi teorisi olan devletçilik geliştirilmiştir. Devletçilik; özel sektör işletmeciliği ile kamu işletmeciliğinin uyum içinde çalışarak devletin ve milletin ekonomik ve sosyal kalkınmasını gerçekleştirmeyi hedeflemiştir.

Bu çerçevede devlet özel sektörün ekonomik kaynakların yetersizliği nedeniyle ulaşamadığı pek çok sektörde yatırım yapmış ve devletin ve milletin ihtiyacı olan ekonomik değerleri yaratmıştır. Bu süreç içinde tarım toplumundan sanayi toplumuna geçilmiş dünyada 16. Sırada olan güçlü bir ekonomik yapı yaratılmıştır. Devletçi ekonomik uygulamalar aynı zamanda güçlü ve pek çok alana yatırım yapacak bir özel sektör yaratmıştır. Aklın ve bilimin ve onların ürünü olan inkılapçılık ilkesi doğrultusunda günümüzde özel sektörün yetişebileceği ekonomik alanlardan devletin çekilmesi yani özelleştirme atatürkçü düşünce sistemine aykırı değil, atatürkçü düşünce sistemi’nin ta kendisidir.



Devlet özel sektörün ulaşabileceği alanlardan çekilecek ancak özel sektörün ekonomik gücünün yetmeyeceği alanlara yatırım yapmaya devam edecektir. Gap projesi bunun en güzel örneğidir. Otoyollar, köprüler, enerji santralleri, liman ve hava limanlarıyla, savunma sanayi yatırımları da diğer örneklerdir.

Ayrıca özel sektör kar amacı güder. Kar zarar hesabı yapar. Ancak karzarar hesabı yapılmayacak yatırımlar vardır. Bir köye su, elektrik, telefon, televizyon, eğitim ve sağlık hizmeti götürülmelidir ve götülmektedir. Ancak o köye yapılan elektrik ve su yatırımı ne kadar sürede kendini amorti edip kara geçecektir. Özel sektör bunun hesabını yapmak zorundadır. Ancak anayasasında “sosyal devlet” yazan bir devlet bunun kar zarar hesabını yapamaz. O hizmet vatandaşa götürülmelidir. Bu sosyal devlet ilkesinin, bu devletçiliğin, bu inkılapçılık ilkesinin bu halkçılık ilkesinin, bu atatürkçü düşünce sisteminin görevidir. İnkılapçılık ilkesi doğrultusunda devletçilik ölmemiştir ve asla öldürülemez, uygulanan ileri devletçilik anlayışıdır.

İnkılapçılık ilkesine bir diğer örnek olarak “tam bağımsızlık” anlayışını verebiliriz. 1920 ve 1930’lu yıllarda emperyalist yaklaşımlar karşısında tam bağımsızlık anlayışı benimsenmiştir. Ancak özellikle ıı.dünya savaşı sonrası değişen dünya koşulları türkiye’yi zaten ana hedefi olan çağdaş, modern ve demokratik avrupa ülkeleriyle birlikte hareket etmeye itmiştir. Bu çerçevede türkiye cumhuriyeti sovyet tehdidi karşısında demokratik ülkelerin oluşturduğu nato ittifakına dahil olmuştur. Ayrıca avrupa ile siyasi ve ekonomik entegrasyonun hazırlıklarına başlamıştır. Günümüzde türkiye cumhuriyeti avrupa birliğine aday statüsü ile dahil olmuştur. Gelecekte ise tam üye olacaktır. Bu çerçevede akla şu soru gelmektedir. "acaba tam bağımsızlık anlayışına ihanet mi edilmektedir?" bu soruya verilecek olan cevap kesinlikle "hayır" dır. Günümüzde tam bağımsız olmaya çalışmak çok değişik entegrasyonlar arasında yanlızlığa itilmek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla günümüzün koşullarında "tam bağımsızlık" yerine “karşılıklı bağımlılık" anlayışı türk devletinin ve milletinin günümüze ve geleceğe yönelik çıkarları açısından bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Karşılıklı bağımlılık; ülkelerin kendi egemenlik haklarından taviz vermeden, eşit koşullarda ortak menfaatler için güç birliği yapılması yaklaşımıdır. Bu anlayışın ülkenin egemenlik hakkını zedelemediğine en güzel örnek geçtiğimiz yıl nato bakanlar konseyinde yaşanan gelişmelerdir. Avrupa birliğine üye devletlerin kendi aralarında, nato dışında oluşturmaya çalıştıkları “avrupa güvenlik kimliği” oluşumuna nato’ nun askeri destek vermesi konusunda karar alınması gündeme geldiğinde türkiye; karar mekanizmasında yer almadığı böyle bir oluşuma koşulsuz destek vermeyi kabul etmemiş ve karar tasarısının oya konulması söz konusu olursa, nato tarihinde ilk defa veto edeceğini bildirmiştir. Türkiye’nin bu tehdidi karşısında avrupa birliğine ve aynı zamanda nato’ya üye devletlerle diğer nato üyeleri başta amerika birleşik devletleri olmak üzere geri adım atmak zorunda kalmışlardır. Bu günlerde bu konuda türkiye’yi tatmin edecek ve veto etme kararından vazgeçirecek bir çözüm arayışı içindedirler.

Bu da göstermektedirki tam bağımsızlık, eşit koşullarda bağımlılığa dönüşmüştür. Yukarıdaki örnek bunun türk milletinin ve devletinin zararına değil tam tersine yararına olduğunun, delilidir. İnkılapçılık ilkesinin gereği en güzel şekilde yerine getirilmiştir.

Sözün özü :
* inkılapçılık : akıllı olmaktır.
* inkılapçılık : çağdaş olmaktır.
* inkılapçılık : modern olmaktır
* inkılapçılık : dinamizmdir.
* inkılapçılık : sürekli gelişme ve yenilenmedir.
* inkılapçılık : atatürk’e sahip çıkmaktır.
* inkılapçılık : atatürk’ün mirasçısı olmaktır.
* inkılapçılık : atatürk ilkelerine sahip çıkmaktır.
* inkılapçılık : atatürkçü düşünce sistemine sahip çıkmak ve geliştirmektir.
* inkılapçılık : atatürk inkılaplarına sahip çıkmak ve geliştirmektir.
* inkılapçılık : değişen dünya koşullarına ayak uydurmak, ayakta kalmaktır.
* inkılapçılık : aklın ve bilimin rehberliğini kabul etmektir.

alıntı
 
Geri
Üst