SoruCevap
Yeni Üye
- Katılım
- 17 Ocak 2024
- Mesajlar
- 350.999
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 17
- Puan
- 308
- Yaş
- 36
Halifelik Sistemi Nedir ? Halifelik Ne Zaman Kaldırıldı ?
Halifelik 3 Mart 1924 tarihinde kaldırılmıştır. Halifeliğin tanımı ve halifeliğin kaldırılmasını içeren bilgileri aşağıda bulabilirsiniz.
Halife, sözlük anlamı olarak ”ardından gelen “demektir. Halife genellikle İslâm ülkelerinde devlet başkanı için kullanılmıştır.
İslâm terminolojisinde ise; Hz. Muhammed’in ölümünden sonra, O’nun yerine geçen kişi, yani Müslümanların din ve devlet başkanı anlamına gelir. İslami hâkimiyet anlayışına göre halife, hem devlet ve hükümet başkanı ve ordu komutanı olarak dünyaya ait iktidarı temsil eder, hem de baş imam olarak halkın dini lideri durumundadır.
Halifeliğin tarihçesine baktığımızda, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ilk dört halifenin seçimle iş başına geldiklerini görürüz. Emeviler döneminde seçim geleneği bir tarafa bırakılarak, halifelik babadan oğla geçen bir müessese şekline dönüştürülmüştür. Abbasiler döneminde de veraset sistemi devam ettirilmiştir. Abbasilerden sonra halifelik Memlükler Devleti’ne geçmiştir.
İslâmiyet’in geniş bir coğrafyaya yayılmasıyla birlikte bazı sultanlar, değişik zamanlarda ve yerlerde, kendi topraklarında bir hükümdarlık ifadesi olarak Halife unvanını kullanmaya başlamışlardır. Bu çerçevede Osmanlılarda da, I.Murat’tan itibaren bazı padişahların zaman zaman halife unvanını kullandıkları bilinmektedir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden sonra, İslâm dünyasının lideri durumuna gelen Osmanlı padişahları, kendilerini bütün İslâm âleminin halifesi saymaya başlamışlardır. Bu tarihten sonra artık Osmanlı padişahları İslâm dünyasındaki tek halifedirler. Dolayısıyla padişahlar hem imparatorluk halkının hükümdarı, hem de bütün Müslümanların dini lideri durumundadırlar.
Bu tarihlerde Osmanlı padişahları siyasi üstünlükleri devam ettiği için halifelik makamının maddi ve manevi gücünden yararlanmayı düşünmemişlerdir. Hilâfet politikasının Osmanlı siyasetinin başlıca unsurlarından biri haline gelmesi, ilk defa Büyük Güçler tarafından Müslüman ve Müslüman olmayan tebaanın devlet aleyhine tahrik ve teşvik edilmeye başlandığı ve Osmanlı Devleti’nin bunlara karşı başka yollardan yeterli karşılık verme imkânının kalmadığı zamana rastlar. Bu dönemde devletin zayıflamasıyla birlikte, halifeliğin manevi gücünden faydalanma düşünülmüştür. 1789 Fransız İhtilalı’ndan sonra Osmanlı Devleti aleyhine gelişen milliyetçilik akımına karşı, halifeliğe daha fazla önem verilerek, Panislâmizm politikası uygulanmıştır. Ancak Araplar arasında da milliyetçilik fikirleri yayılmış olduğu için Panislâmizm politikası başarıya ulaşamamıştır. Nitekim I. Dünya Savaşı sırasında cihad çağrısının gerekli etkiyi yapmaması, Panislâmizm politikasının başarısızlığının göstergesidir. Bu olay halifeliğin gücünün azaldığını, dolayısıyla Osmanlı Devletini kurtarma hususunda halifelikten fayda beklemenin boş bir hayal olduğunu da ortaya koymaktadır.
1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılmasından sonra, halkın Halifeliğin kaldırılmasına henüz hazır olmadığı düşüncesiyle, halifelik makamının bir süre daha devam ettirilmesine karar verilmiştir. Ancak Lozan’dan sonra hem mecliste hem de kamuoyunda meclis tarafından halife seçilen ve yetkileri sınırlandırılan Abdülmecit Efendinin yetki sınırlarını aştığı, bir hükümdar gibi davranmaya başladığı şeklinde bir tartışma başlamıştır. Bu sırada Halk Fırkası milletvekilleri de Halifenin durumunun yeniden gözden geçirilmesi, hatta Halifeliğin kaldırılması doğrultusunda bir tutum içerisine girmişlerdir. Buna karşılık bir başka grup da Halifeliğin korunması görüşünü benimsemişlerdir.
Aslında milliyetçilik ve milli egemenlik ilkesi üzerine kurulmuş olan yeni cumhuriyet ile ümmetçilik düşüncesi üzerine kurulu olan Halifeliğin birbiriyle bağdaşması mümkün değildir. Nitekim son halife Abdülmecit Efendi’nin, yeni devlet statüsüne uyum sağlamakta güçlük çektiği ve eski statüye dönmek istediği yaptığı hazırlıklardan belli olmaktadır. Abdülmecit Efendi’nin bir devlet başkanı gibi kabullerde bulunması ve bazı devlet ileri gelenlerinin Halife ile olan ilişkilerini kesmemeleri durumu karmaşık bir hale sokmuştur. Bu sırada Hindistan Halifelik Komitesi adına, Hint Müslümanlarının lideri Ağa Han ve Emir Ali, Başbakan İsmet Paşa’ya Halifeliğin korunması ve manevi gücünün arttırılması gerektiği konusunda bir mektup göndermişlerdir. Özellikle Emir Ali’nin, İngiltere Kralı’nın özel danışmanı olması, M. Kemal Paşa’yı, Halifeliğin yabancı güçlerce zararlı bir biçimde kullanılabileceği endişesine sevk etmiştir.
Bu gelişmelerden sonra M. Kemal 1 Mart 1924’de meclisi açış konuşmasında, halifeliğin kaldırılması düşüncesinde olduğunu açıklamıştır. Meclis genel kurulu 3 Mart 1924 günü Halifelik meselesini görüşmek üzere toplanmıştır. Bu sırada verilen “Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının yurt dışına çıkartılması “ile ilgili kanun teklifi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmiş ve halifelik resmen kaldırılmıştır.
Halifeliğin kaldırılmasıyla, devlet düzeninin lâikleştirilmesi konusunda büyük bir engel ortadan kaldırılırken, saltanat ve hilâfet yanlılarının güç aldığı önemli bir makama da son verilmiştir.
Halifeliğin kaldırılmasının yurt içinde ve dışında çeşitli yansımaları olmuştur. İçeride saltanat ve hilafet yanlıları bu karardan dolayı rahatsızlık duymuşlardır. Batı dünyası bu karardan dolayı şaşkınlık ve hayranlığını gizleyemez iken, İslâm âlemi rahatsızlık duymuş ve olumsuz tepkiler ortaya koymuştur.
Halifelik 3 Mart 1924 tarihinde kaldırılmıştır. Halifeliğin tanımı ve halifeliğin kaldırılmasını içeren bilgileri aşağıda bulabilirsiniz.
Halife, sözlük anlamı olarak ”ardından gelen “demektir. Halife genellikle İslâm ülkelerinde devlet başkanı için kullanılmıştır.
İslâm terminolojisinde ise; Hz. Muhammed’in ölümünden sonra, O’nun yerine geçen kişi, yani Müslümanların din ve devlet başkanı anlamına gelir. İslami hâkimiyet anlayışına göre halife, hem devlet ve hükümet başkanı ve ordu komutanı olarak dünyaya ait iktidarı temsil eder, hem de baş imam olarak halkın dini lideri durumundadır.
Halifeliğin tarihçesine baktığımızda, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ilk dört halifenin seçimle iş başına geldiklerini görürüz. Emeviler döneminde seçim geleneği bir tarafa bırakılarak, halifelik babadan oğla geçen bir müessese şekline dönüştürülmüştür. Abbasiler döneminde de veraset sistemi devam ettirilmiştir. Abbasilerden sonra halifelik Memlükler Devleti’ne geçmiştir.
İslâmiyet’in geniş bir coğrafyaya yayılmasıyla birlikte bazı sultanlar, değişik zamanlarda ve yerlerde, kendi topraklarında bir hükümdarlık ifadesi olarak Halife unvanını kullanmaya başlamışlardır. Bu çerçevede Osmanlılarda da, I.Murat’tan itibaren bazı padişahların zaman zaman halife unvanını kullandıkları bilinmektedir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden sonra, İslâm dünyasının lideri durumuna gelen Osmanlı padişahları, kendilerini bütün İslâm âleminin halifesi saymaya başlamışlardır. Bu tarihten sonra artık Osmanlı padişahları İslâm dünyasındaki tek halifedirler. Dolayısıyla padişahlar hem imparatorluk halkının hükümdarı, hem de bütün Müslümanların dini lideri durumundadırlar.
Bu tarihlerde Osmanlı padişahları siyasi üstünlükleri devam ettiği için halifelik makamının maddi ve manevi gücünden yararlanmayı düşünmemişlerdir. Hilâfet politikasının Osmanlı siyasetinin başlıca unsurlarından biri haline gelmesi, ilk defa Büyük Güçler tarafından Müslüman ve Müslüman olmayan tebaanın devlet aleyhine tahrik ve teşvik edilmeye başlandığı ve Osmanlı Devleti’nin bunlara karşı başka yollardan yeterli karşılık verme imkânının kalmadığı zamana rastlar. Bu dönemde devletin zayıflamasıyla birlikte, halifeliğin manevi gücünden faydalanma düşünülmüştür. 1789 Fransız İhtilalı’ndan sonra Osmanlı Devleti aleyhine gelişen milliyetçilik akımına karşı, halifeliğe daha fazla önem verilerek, Panislâmizm politikası uygulanmıştır. Ancak Araplar arasında da milliyetçilik fikirleri yayılmış olduğu için Panislâmizm politikası başarıya ulaşamamıştır. Nitekim I. Dünya Savaşı sırasında cihad çağrısının gerekli etkiyi yapmaması, Panislâmizm politikasının başarısızlığının göstergesidir. Bu olay halifeliğin gücünün azaldığını, dolayısıyla Osmanlı Devletini kurtarma hususunda halifelikten fayda beklemenin boş bir hayal olduğunu da ortaya koymaktadır.
1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılmasından sonra, halkın Halifeliğin kaldırılmasına henüz hazır olmadığı düşüncesiyle, halifelik makamının bir süre daha devam ettirilmesine karar verilmiştir. Ancak Lozan’dan sonra hem mecliste hem de kamuoyunda meclis tarafından halife seçilen ve yetkileri sınırlandırılan Abdülmecit Efendinin yetki sınırlarını aştığı, bir hükümdar gibi davranmaya başladığı şeklinde bir tartışma başlamıştır. Bu sırada Halk Fırkası milletvekilleri de Halifenin durumunun yeniden gözden geçirilmesi, hatta Halifeliğin kaldırılması doğrultusunda bir tutum içerisine girmişlerdir. Buna karşılık bir başka grup da Halifeliğin korunması görüşünü benimsemişlerdir.
Aslında milliyetçilik ve milli egemenlik ilkesi üzerine kurulmuş olan yeni cumhuriyet ile ümmetçilik düşüncesi üzerine kurulu olan Halifeliğin birbiriyle bağdaşması mümkün değildir. Nitekim son halife Abdülmecit Efendi’nin, yeni devlet statüsüne uyum sağlamakta güçlük çektiği ve eski statüye dönmek istediği yaptığı hazırlıklardan belli olmaktadır. Abdülmecit Efendi’nin bir devlet başkanı gibi kabullerde bulunması ve bazı devlet ileri gelenlerinin Halife ile olan ilişkilerini kesmemeleri durumu karmaşık bir hale sokmuştur. Bu sırada Hindistan Halifelik Komitesi adına, Hint Müslümanlarının lideri Ağa Han ve Emir Ali, Başbakan İsmet Paşa’ya Halifeliğin korunması ve manevi gücünün arttırılması gerektiği konusunda bir mektup göndermişlerdir. Özellikle Emir Ali’nin, İngiltere Kralı’nın özel danışmanı olması, M. Kemal Paşa’yı, Halifeliğin yabancı güçlerce zararlı bir biçimde kullanılabileceği endişesine sevk etmiştir.
Bu gelişmelerden sonra M. Kemal 1 Mart 1924’de meclisi açış konuşmasında, halifeliğin kaldırılması düşüncesinde olduğunu açıklamıştır. Meclis genel kurulu 3 Mart 1924 günü Halifelik meselesini görüşmek üzere toplanmıştır. Bu sırada verilen “Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının yurt dışına çıkartılması “ile ilgili kanun teklifi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmiş ve halifelik resmen kaldırılmıştır.
Halifeliğin kaldırılmasıyla, devlet düzeninin lâikleştirilmesi konusunda büyük bir engel ortadan kaldırılırken, saltanat ve hilâfet yanlılarının güç aldığı önemli bir makama da son verilmiştir.
Halifeliğin kaldırılmasının yurt içinde ve dışında çeşitli yansımaları olmuştur. İçeride saltanat ve hilafet yanlıları bu karardan dolayı rahatsızlık duymuşlardır. Batı dünyası bu karardan dolayı şaşkınlık ve hayranlığını gizleyemez iken, İslâm âlemi rahatsızlık duymuş ve olumsuz tepkiler ortaya koymuştur.