Divan Edebiyatı nedir? Divan nedir

theking

Yeni Üye
Katılım
2 Şubat 2024
Mesajlar
231.543
Tepkime puanı
2
Puan
38
Yaş
36
divan edebiyatında divan nedir - divançe - divan edebiyatının özellikleri - divânda manzumeler - divan edebiyatının kaynakları - divan edebiyatı nazım şekilleri

Divan;opluluk, meclis, kurul. Ortak İslam kültürüyle iç içe olan doğu dillerinde çeşitli anlamlarda kullanılır.

Muhtelif kelimelerle deyimler, tamlamalar ve terimler kurarak eski Osmanlı kültüründe sağlam bir yer edinmiş olan divân kelimesi bugün bazı anlamlarıyla kullanımdan düşmüştür.

Hukukta lüzumu hâlinde, devlet teşkilatındaki yargılama kurullarının üstünde hak ve yetkillerle kurulan özel mahkeme (msl. Adalet divânı). Bazan normal mahkemelerle (msl. divân-ı âlî) divân denildiği olur. Mahkemedeki yargı ve adalet anlamından istifade ile divân-ı ilâhî (kıyamet gününde Allah huzurunda görülecek olan mahkeme) tamlaması da dinî bir terim olarak karşımıza çıkar. Mâliyede Pehlevî dilindeki ,"devân (hesap tutma fiili ve hesap defteri"ın aynı anlamıyla Arapçadaki ve oradan naklen Türkçedeki kullanım şeklidir. Kuyudat defteri olarak bilinir.

Tarihte devlet işlerini idare etmekle yükümlü kişilerin oluşturduğu topluluk, "Divan-ı hümâyûn" adıyla anılırdı. Günümüzdeki millet meclisine denk bir kuru-luştur. Osmanlılar döneminde, görülen işin özelliğine göre çeşitli adlar alan (msl divânu'l-âm, divânu'l-adl, divân-ı hâs vs.) divânın, önce hangi millet tarafından teşekkül ettirildiği hususu şüphelidir. Topkapı sarayının Kubbealtı dairesinde toplanan divân, Osmanlılarda, siyasi, idarî, askerî ve kazaî teşkilatların esası olmak üzere ilk defa Fatih devrinde icraata başlamıştır. Önceleri yalnızca vezirler, kazaskerler, defterdarlar ve nişancıların bulunduğu divâna daha sonra İstanbul kadısı, yeniçeri ağası kaptanpaşa ve reisülküttâb efendiler de ilâve olunmuştur. Divân başkanlığını sadrazam yapar ve divân üyeleri de silsile-i merâtibe tabi olurlardı. Divân üyelerinini divândaki yerleri belliydi. Divânın toplanması teşrifatla icra edilirdi. Divanın çalışması ise haftada dört gün sabah namazlarından sonra devam ederdir. Divân esnasında üyeller kendileriyle ilgili muamelelerdeki fikirlerini söler ve gerekli talimatları alırlardı. Burada alınan kararlara "hüküm" denirdi ve hükümler padişahın tasdikinden sonra divân defterine kaydolunurdu. Divân-ı hümâyûn adı yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra kullanılmaz olmuş ve yerine meclis-i vükelâ adı yerleştirilmiştir.

Nitelik ve nicelik bakımından birçok değişikliklere uğramış olan divâna bugün millet meclisi diyoruz. Edebiyatta bir şairin şiirlerini belli bir düzene göre toplayan mecmuaya da divan denir. Eskiden herhangibir konu ile ilgili olarak yazılmış eserlere bu ad verilirdi (msl. Dîvânu Lugâti't-Türk). Kelimenin bu anlamı zamanla daralmış ve içinde seçme şiirler olan kitaplar divân adım almıştır. Bu kitaplar günümüz şiir antolojilerini andırırdı Daha sonraları belli bir yazarın şiirlerinden oluşan kitaplara da divân denilmistir (msl. Dîvânı Hikmet) Divân keli? mesi en özel ve en yaygın kullanımını İslâm edebiyatlarında, bir şâirin klasik edebiyat çerçevesine uygun olarak yazdığı şiirlerin belli bir düzen içinde derlendiği dergi-kitaplarda bulmuştur. Bu kitaplara nisbetle klasik edebiyatımıza daha yaygın bir kullanımla Divân edebiyatı denilmiştir. Dolayısıyla şâirlerin bu tür eserlerine de sözgelimi Divân-ı Hafız (Hafız'ın divânı), Divân-ı Fuzulî (Fuzulî Divânı)... gibi adlar verilmiştir. Şiirlerin bir düzen içinde sıralanmasına divân tertibi denilirdi. Böyle divanlara da Mürettep dîvân adı verilir. Bir divan, şâirin kendisi tarafından tertip edildiği gibi, özellikle şâirin ölümünden sonra başkası tarafından da düzenlenebilirdi.

Mürettep bir divânda manzumeler, bölümlere göre şöyle sıralanır:
1. Bölüm: Kasideler (Tevhîd , münacaât, na't ve pâdişâhlar ile devlet büyüklerine yazılan övgüler vs.).
2. Bölüm: Tarihler (Ebced hesabı esas alınarak söylenmiş doğum, ölüm vs. önemli zaman dilimlerini bildiren şiirler).
3. Bölüm: Musammatlar (Terkîb-i bend. murabba, tahmis, vs. şiirler).
4. Bölüm: Gazeller (Her beytin son harfi esas alınarak Arap alfabesine göre alfabetik dizilmiş gazeller).
5. Bölüm: Kıtalar (Kıta, matla, muamma, lugaz, müfret, azade vs. küçük şiirler).

Bazan bir şairin bu bölümlerin herbirinden ayrı ayrı eser vermediği görülür. O zaman kitabı, divânçe adıyla anılır.

Halk edebiyatında saz şairlerinin peşrevden sonra okudukları usulsüz fasılalara da divân denilir. Yine saz şâirleri tarafından aruzun "Fâilatün Fâilatün Fâilatün Failün" kalıbıyla yazılan şiirlere de divân adı verilir. Bu tür eserler, XVII. yy dan sonra Divân şiirinin halk şiirine etkisi sonucu ortaya çıkmıştır. Bunlar bestelendikleri makamlara (hüseynî, karcığar, rast, uşşak) göre birbirlerinden ayrılırlar.

Küçük divân, küçük şiir mecmuası. Divân şâirleri bazan divân'ı oluşturan şiir türleri ve nazım şekillerinden herbirine ayrı örnekler vermezlerdi. Daha çok sevdikleri türde şiir söyleyenler yanında mürettep divân oluşturamadan ölen şâirler de vardır. Bu şâirlerin az sayıdaki şiirleri tam bir divan oluşturamadığı için "Divânçe" adını alır. Ancak şâirlerin bazan kendi istekleriyle de divânçe oluşturduktan görülür, özellikle genç şairlerin eserleri bu tür örneklerdendir. Edebiyatımızda ölüm nedeniyle divan oluşturamayan Figani' nin (ölm. 1532) ve az şiir yazdığı için divan oluşturamayan Kara Fazlı' nin (ölm. 1563) divançeleri meşhurdur. Divânçelerin tertibi de genellikle bir divânda olduğu gibi kaside, tarih, musammat, gazel ve kıta sırasını izlerdi.

Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra islam medeniyetinin bilim, inanç ve kuralları etkisinde ortaya koydukları edebiyat türü, "İslamî Edebiyat, Yüksek Zümre Edebiyatı, Havas Edebiyatı, Saray Edebiyatı, Enderun Edebiyatı, Klasik Edebiyat, Eski Edebiyat" gibi adlarla da anılan bu edebiyat en yaygın ama eksik bir kullanımla Dîvân edebiyatı adıyla anılmış ve yaygınlaşmıştır. Bunun nedeni şairlerin manzumelerini topladıkları eserlere Divan denilmesidir.

Türklerin İslâm dinim kabul etmeleriyle, divan edebiyatı ürünleri vermeleri rasında uzun zaman geçmiştir. Goktürkçe'den Oğuzca'ya ve nihayet Türkiye Türkçesi'ne geçiş XIII. yy. a dek sürmüştür. Uygurca ise XI. yy. a kadar Hakâniye lehçesi adı altında birer Divân edebiyatı ürünü sayabileceğimiz Kutadgu Bilig ve Atabetül-Hakâyık'ı ortaya koymuştur. Aynı dil XV. yy ve sonrasında Çağatayca diye adlandırılmış ve Ali Şir Nevai'yi yetiştirmiştir. Bu bakımdan Divân edebiyatının coğrafyası Osmanlılar ile sınırlı kalamayacağı gibi, dili de Osmanlıca ile sınırlandırılamaz. Harezm, Hakani, Çağatay ve Azerî Türkçesi de Osmanlı Türkçesi kadar bu edebiyatta önemli rol oynar.

Türklerin İslâm dinini kabul etmeleriyle toplum yapılarında köklü değişmeler olmuştu. XIII.yy a gelindiğinde ise sadece konak, medrese ve halk arasında değişik sanat ve edebiyat anlayışları kendini gösterdi. Çağın genel çerçevesi içinde arapça, bilim dili; Farsça, kültür ve sanat dili olarak benimsenmişti. Böylece Osmanlıca denilen bir karma dil ortaya çıktı ve arı Türkçeyi kullanan halk şâirleri yanında bir de Osmanlıca ile eserler veren avamlar sınıfı oluştu. Bu sınıfın ortaya koyduğu edebiyat iki kola ayrılır.Dindışı (Profane) ve Dinî-Tasavvufi Divân edebiyatı. Dinî-Tasavvufi Divân edebiyatı her ne kadar Divân edebiyatının genel kurallarıma uygunluk gösteriyorsa da adından da anlaşılacağı gibi tasavvuf konularıyla ilgilidir.

Divân edebiyatı bu aydınlar sınıfı tarafından XIII. yy. da Arap ve daha çok Fars edebiyatlarının estetik yapısı üzerine kurulmuştur. Arapça ve Farsçanın medreselerde okutulması o devrin aydınlan diyebileceğimiz okuma-yazma bilen iran edebiyatı ve sanatını Türk dili ile yavaş yavaş bağdaştırmalarına yol açtı. Oysa dilde bir bozulma başlamıştı. Bunun başlıca nedenlerinden biri, hecelerin açık (kıta) veya kapalı (uzun) oluşunu esas alan aruz ölçüsüdür. Türkçe'de uzun ünlü bulunmayışı aruz nedeniyle dilin yozlaşmasına ve Osmanlıcaya kaymasına neden oldu.

Divân edebiyatı beyit bütünlüğüne dayanan bir edebiyattır. Her ne kadar murabba, muhammes, vs. bend bütünlüğü esasına dayalı bir çok nazım şekilleri kullanılmışsa da ev (beyt)e, kapı (mısra)dan girilir ve içindeki insan (mânâ)a ulaşılır. Bu şiirde mânâ herşeydir. Bir beyit çeşitli anlamlarla yüklü olabilir. "Mânâsız bir şiir, içi olmayan badem gibidir (Nabi)." Bu edebiyatta mânânın daha önce söylenmemiş olmasına özen gösterilirdi. Bu amaca erişmenin yolu kıvrak bir zekâya sahip olmak, dilin inceliklerini bilmek ve birçok şâiri okumuş olmaktan geçerdi. Bir şâirin bütün birikimlerini edebî sanat denen süslerle de donatması şarttır. Mânâ bir dilber ise, edebî sanatlar onun ziynet eşyasıdır. Gerek dilber, gerekse süs malzemesi her şâir için aynıdır. Mânâ denen dilberi alımlı ve değişik şekilde süslemek, bir yetenek ister. Gerçek yenilik ise kimsenin aklına gelmeyen şeyi söylemek, gidilmemiş yolda gitmektir.

Bu edebiyatın bir diğer özelliği kâfiye* üzerinde titizlikle durulmasıydı. Tam ve zengin kâfiyenin dışına pek taşmayan şâirler redif*in geniş imkanlarından da azamî ölçüde faydalandılar. Şâir, kelimeleri akıcı bir söyleyişe uygun gelecek şekilde seçmeli, onları bir kuyumcu titizliğiyle işlemelidir. Üslûp ve edayı sağlamalı, ancak bu konuda kendinden önce yaşamış şairlerin yolundan ayrılmamalı, Divân edebiyatının çerçevesi dışına taşmamalıdır. Anlamı zenginleştitrecek hikaye, latife, atasözü vs. ile sanatlar yapmalı, akıcı vezinler ile estetik güzellikler ortaya koymalıdır.

Divan edebiyatı her ne kadar İran edebiyatını örnek almışsa da kaynakları yalnızca İran şiiri ile sınırlandırılamaz. Bu edebiyatın kültür birikimini oluşturan kaynakların başlıcaları şunlardır:

1. Şâirin inanç esaslarını oluşturan Kur'ân âyetleri ve hadîsler.
2. Dinî ilimler. Bunlar tefsîr (Kur'ân'ın yorumu), kelâm (Allah'ın birliğinden bahseden ilim), fıkıh (Dinin usul ve hükümlerini inceleyen ilim) gibi dinî bilgilerin yoğun olduğu dallardır.
3. İslâm tarihi. Meşhur olaylar anlatılır.
4. Tasavvuf. Şâirlerin şarap, mahbûb gibi kelimeleri tasavvufi manâlarını çağrıştıracak şekilde kullanmaları, söylediklerinden dolayı başlarının ağrımamasını sağlıyordu. Dinî Tasavvufi Divân edebiyatı ise zaten tasavvufu konu edinmiştir.
5. İran mitolojisi. Firdevsî'nin Şehname adlı eseri.
6. Peygamber ve evliya hikâyeleri. Mucizeler ve kerametler,
7. Tarih, efsanevî olaylar ve kişiler. Bunlar esatir denilen hayal gerçek karışımı olaylar ve kişilerdir.
8. Çağın ilimleri (Kimya, simya, hikmet, hey'et. felsefe, tıp, astronomi, musikî, beşeri ilimler vs.)
9. Türk millî kültürü ve yerli malzeme (Günlük olaylar, gelenek ve görenekler vs.)
10. Dil. Terimler, deyimler atasözleri vs. ile zenginleşen dil bu edebiyatın ana malzemesini oluşturur.

Bütün bu araçlar kullanılarak bir sanat görünümü kazanan Divân edebiyatının bazı ortak kalıplan vardır. Bu kalıpların dışına çıkılmaz. Bunlann başında âşık maşuk aşk üçgeni gelir. Bunlara bazan rakîp de eklenebilir. Bu şiirde aşk esastır. Gerek İlahî gerekse beşerî aşkı andıran platonik aşk. hemen birçok beytin esasını oluşturur. Yani Divân şairi daima âşıktır. Sevilen ise her zaman vefasız ve cefakardır. Üstelik âşığın rakipleri vardır. Sevilen tek, seven yûzlercedir. Sözkonusu olan aşk asla ilacı bulunmayan bir derttir. Gerçi buna dert de denmez. Çünkü Divân şâiri bu durumdan mutlu olur. Bu derdin çaresi yine derdin kendisidir. Dolayısıyla tabibin yapacağı birşey yoktur.

Sevilen ay parçasıdır, zaman zaman güneştir. Boyu Tûbâ ağacı, yahut servi, saçlan sünbül veya misktir. Yanakları gül ya da lâleyi andırır. Gözleri nergis gibi baygın bakar. Kaşları yay, kirpikleri oktur. Gamzesi kılıç veya hançer olup aşığın bağrına saplanır. Dudakları hokka yahut mücevher kutusudur. Dişler ise bu kutu içindeki incilerdir. Yine dudak bir nokta kadar küçük, bazan hiç yoktur. Bu dudak âb-ı hayât bağışlar. Ondan bir kere içen bir daha ölmez; ama içebilen olmamıştır. Çünkü o daima nazlanır. Vâdeder, ama sözünde durmaz vs.

Divân edebiyatında kelime çok önemlidir. Her kelime tam anlamında ve yerli yerinde kullanılmalıdır. Bazan kelimelerin ikinci üçüncü anlamları beyte uygun düşer. Bu, tıpkı geometrik bir kompozisyondur. Her şeyde aşırı sınırları zorlar. Onun için bu edebiyatta büyük, en büyük; küçük ise en küçüktür. Bunların ortası olamaz. Bu bakımdan Divân şiiri, kahramanları daima birinci sınıf, zaman ve mekânı en uygun olan bir roman gibidir. Bu edebiyatın iç güzelliğini de kelime oyunları ve edebî sanatlar oluşturur. Manâyı beyitte yoğunlaştıran şair, bütün güzelliği yerine parça güzelliğine önem vermiştir. Başka edebiyatların uzun uzun anlattıkları bir konuyu Divân şâiri bir beyte sığdırmayı gaye edinmiştir.

Divân edebiyatı şiir ağırlıklı bir edebiyattır. Ancak bu, düzyazı alanında eser verilmediğini göstermez. Bu edebiyatta düz yazı, süslü ve yalın biçimlerde kendini gösterir. Yüksek düzeydeki birkaç ilmî, felsefi, dinî, edebî eser ile mektup ve yazışmalarda süslü nesir hâkim ise de pek az yazar dışında bu tür yazılara fazla önem veren olmamıştır. Çoğu tercüme ya da adapte olan düzyazı eserlerin büyük çoğunluğu öğretici, aydınlatıcı ve yol gösterici özelliklere sahiptir. Din, ahlak, tasavvuf, terbiye, kültür, menkıbe, tıp, tabiat vs. konulanndaki bu eserlerde dil, şiirde kullanılandan daha yalındır. Arı bir üslupla kaleme alınanlarda cümleler kısa ve tabiîdir. Noktalama işaretlerinin olmadığı bu nesirlerin birkaçı, fazla süslü ve sanatkârane ise de genelde halkın okuyup anlayabileceği bir dil yapısına sahiptirler. Arapça ve Farsça ile de eserler kaleme alan sanatçı veya ilim adamları çok zaman.orta nesir diyebileceğimiz bir dil ile didaktik eserler ve tarih kitaptan da yazmışlardır. Divân edebiyatında şiir gibi düzyazı alanında hiçbir zaman kesin ve katı kurallara bağlı kalınmamıştır. Ancak bu edebiyatta düzyazı asla şiir kadar da edebî sayılmamıştır.

Divân edebiyatında düzyazı ile meydana geterilen ürünler aşağı yukan şunlardır: Tefsir, hadîs, kelâm, dinî konular, sürnâme, münşeat, pendnâme, nasihatnâme, tasavvuf, tarih, vekâyinâme, gazavatnâme, kısas-ı enbiyâ, maktel, menâkıpnâme, tezkire, seyahatname, sefâretnâme, ilmî eserler, ansiklopedik eserler, hikâyeler, tercüme vs. yolla ortaya konulmuş çeşitli eserler. Ancak bunlardan bir kısmı şiir şeklinde yazılmış olabilir.



Divân edebiyatındaki tür ve nazım şekillerinde büyük bir genişlik göze çarpar. Bu edebiyatın türlerini şöyle sıralayabiliriz:

1.Divân. Değişik nazım şekilleriyle kaleme alınan şiirler.
2. Hamse. Beş adet mesnevi.
3. Münşeat. Mektuplar ve örnek düzyazı metinleri.
4. Tezkire. Çeşitli sınıftan meşhur insanların biyografileri.
5. Hilye. Hz. Peygamberin iç ve dış özellikleri.
6. Mevlîd. Hz. Peygamberin doğumundan itibaren hayatının belli kesitleri.
7. Siyer. Hz. Peygamberin hayatı ve savaşları.
8. Sûrnâme. Büyük düğün törenleri.
9. Gazavatnâme. Çeşitli kahramanların savaşları.
10. Nasihatnâme. Öğüt verici kitaplar.
11. Şehrengîz. Bir şehrin ve kişilerinin birçok yönden tanıtımı.
12. Kırk Hadîs. Kırk adet hadîsin anlam ve açıklanması.
13. Tarih. Tarih olayları.
14. Seyahatname. Gezi yazıları..

Divân edebiyatındaki türler bu kadarla bitmez. Müstakil kitap olmamakla birlikte divânlan dolduran şiirler de tür bakımından farklılık gösterirler. Tevhîd (Allah'ın varlığı ve birliğini anlatır), münacaât (Tanrı'ya yakarış), na't (Peygambere övgü), medhiye (bir büyüğün övgüsü), fahriye (şairin övülmesi), hicviye (birini veya bir şeyi yerme), mersiye (ağıt), lugaz (şiir bilmece); muamma (kişi adlan bilmeceleri), tarih (ebced hesabıyla yıl belirtme) bunlardandır.

Divan edebiyatında nazım şekilleri de oldukça çeşitlidir. Nazım biriminin beyit oluşu, beyit sayısı ve kâfiyelenişine göre yeni nazım şekilleri ortaya koymuştur. Bu şekiller ya beyit esasına (msl. kasîde) veya bend esasına (msl. musammatlar) dayalı olurlar.

Bu edebiyatın başlıca nazım şekillerini şöylece sıralayabiliriz:
1. Kasîde (3399 beyit).
2. Gazel (aşk, kadın, şarap konusunda 512 beyit).
3. Müstezâd (bir uzun bir kısa dizeli gazel)
4. Mesnevi (her beyit kendi arasında kafiyeli olmak üzere değişik uzunluktaki şiir).
5. Terkîb-i bend ve Tercî-i bend (7-10 beyitlik bendler)
6. Rubaî ve tuyuğ (4 dizeli kıta). Şarkı (bestelenmiş murabba)
8. Musammat (bendlerden oluşan, dize sayısı 3-10 arasında değişen ve ayrı adlar altında gösterilen şiirler). Bunlardan başka az kullanılan müfred (tek beyit) ile azade (tek dize) yi de burada söyleyebiliriz.



XIII. yy. dan XIX .yy.a gelesiye dek geçen altı asır içinde Divân edebiyatını yaklaşık tarihler vererek devrelere ayırabiliriz:
1. Kuruluş devri: Türkçe kelimelerin daha çok kullanıldığı ve İran edebiyatı etkisinin yavaş yavaş kendini hissettirdiği dönem. Fatih zamanına dek (1451) sürer.
2. Geçiş devri: Dilin Osmanlıca özellikleri gösterdiği ve şâirlerin edebiyatta köklü değişiklikler yaptıkları dönem. Yavuz zamanına dek (1512) sürer.
3. Klasik devir: Divân edebiyatının yaklaşık bir asırlık ihtişam dönemi. Ahmed I. zamanına dek (1603) sürer.
4. Sebk-i Hindî devri: Bir yandan klasik şiir devam ederken bir yandan da şiirimizde Sebk-i Hindî (Hind üslûbu) denilen bir akım kendini gösterir. Hindistan'da Babürlü Türk-Hind hükümdarlarının saraylarında gelişerek ortaya çıkmış bir tür olan Sebk-i Hindî'de aşırı süs ve sanata, fikri gizlemeye, uzayıp giden tamlamalara ve ince hayallere önem verilmiştir. Şeyh Galib'i dışta bırakırsak bu dönem Mehmed IV. zamanına dek (1748) sürer.

Divan şiiri başlangıcından sonuna dek yüzlerce şâir yetiştirmiştir. Bu şâir ve yazarların en önemlilerinin adlannı yüzyıllar içerisinde şöyle sıralayabiliriz:


alıntı
 
Geri
Üst