AdBlock kullandığınızı tespit ettik.

Bu sitenin devam edebilmesi için lütfen devre dışı bırakın.

Cenabı Hak Mekandan Münezzehtir'i Nasıl Anlarız

SoruCevap

Yeni Üye
Katılım
17 Ocak 2024
Mesajlar
350.999
Çözümler
1
Tepkime puanı
17
Puan
308
Yaş
36
Cenabı Hak Mekandan Münezzehtir'i Nasıl Anlarız

1.Soru:Cenab-ı Hakkın hacmi ve kütlesi var mıdır?
2.Soru:Cenab-ı Hakkın şekli veya sureti var mıdır?
3.Soru:Cenab-ı Hak mekandan münezzeh midir? Yani mekanı yok mudur?


Cenab-ı Hak bütün yaratılmış şeylerden münezzeh ve müberradır. Onun zatı hakkında ne düşünülürse düşünülsün ondan müberradır. çünkü insan aklı onu anlayamayacaktır.

İnsan bedeninde bulunan ruhun mahiyetini insan aklı kavramaya güç yetirememektedir. Allahın yarattığı bir mahluku anlayamayan insanın onu yaratanı anlaması elbette mümkün değildir.

öncelikle, şurası iyi anlaşılmalıdır ki bir şeyin varlığını bilmek ayrıdır, mahiyetini bilmek ayrıdır. Kainatta bir çok şey vardır ki; akıl onların varlıklarını apaçık bildiği halde mahiyetlerini kavrayamamaktadır.

Mesela insan, bir fizik kanuna olan yerçekimini bildiği ve hatta o kanuna tabi olduğu halde, onun mahiyeti hakkında hiçbir fikir sahibi değildir. Annenin, evladına sarılmasıyla varlığını anladığımız şefkat hissinin nasıl bir his olduğu konusunda yine hiç kimse bir fikir sahibi değildir. Ruh, elektrik, hayal gibi hususların varlığı nasıl apaçık bir hakikat ise onların mahiyetlerinin bilinmemesi de aynı derecede açık bir hakikattir.

Akıl ile anlaşılamayacak konuları anlamaya, izaha zorlanmak; demagojidir, cehalettir. Bu davranışıyla insan, doğru düşünce kulvarından sapar ve altından kalkamayacağı ve sonuçta kendisinin helakine sebep olacak ağır bir yükün altına girer.

Eser ustasının idrak edip anlayamayacağı gibi, akıl da kendisini yaratanın mahiyetini anlamaktan acizdir. çünkü akıl, yaratılmıştır ve sanat eseridir ve sınırlıdır. Görmenin, işitmenin kısaca beş duyunun sınırlı bir algılama sahası olduğu gibi, aklında belirli bir anlama sahası, sınırlı bir algılama gücü vardır. Cenabıhakk'ın kudsi mahiyetini anlamak, idrak etmek, aklın idrak ve intikal sahasının dışındadır.

Şurası bilinen bir gerçektir ki; insan değil Allah'ın zatını, kendi ruhunun, hayalinin, vicdanının dahi mahiyetini kavrayamaz. çünkü saydığımız bu özellikler cismani olmadığından dolayı, akıl onlara bir suret giydiremez, bir şekil veremez. Mesela, hayal için; uzunluk-kısalık, büyüklük-küçüklük, söz konusu olmadığından, akıl onlara bir şekil veremez ve bir sınır çizemez. Bununla birlikte hiçbir insan, mahiyeti bilinmemen bu duyguyu inkar da edemez.

Kendi mahiyetini bilmekten aciz olan insanın, bütün akılların, hayallerin, ruhların, hislerin, vicdanların, hafızaların ve meleklerin yaratıcısı olan Allah'ın kutsi mahiyetini anlamaya zorlanması, en büyük bir cehalet ve demagojidir.

Allah'ın bütün sıfatları, sonsuzdur, sınırsızdır ezeli ve ebedidir. Akıl, ise sınırlıdır ve sonradan yaratılmıştır. Sınırlı olan sınırsız olanı, başlangıcı ve sonu olan, ezeli ve ebedi olanı elbette kavrayamaz. İşte gerçek anlamda idrak ve doğru algılama, insanın Allah'ın mahiyetini algılamaktan aciz olduğunu anlaması, idrak etmesidir.

İnsan aklı, bilinmeyene bilinenden, soyuta somuttan, zora kolaydan, genele özelden gitme eğilimindedir. Yüce Allah'ın, eşi, benzeri, ortağı, dengi yoktur ki; insan, kıyas ve temsil yoluyla; deney ve tecrübe vasıtasıyla, düşünce ve hayal aracılığıyla onun kutsi hakikatini anlamaya yol bulabilsin.

Aklın, Allah'ın mahiyetini idraki, mantıksal olarak da çelişkiyi gerektirir. çünkü o halde sınırlı, sınırsızı; sonradan olanın başlangıcı olmayanı kapsaması gerekir. Bu ise imkansızdır. Akıl, Allah'ı varlığı zorunlu, kudreti sınırsız, iradesi sonsuz, ilmi her şeyi kuşatan olarak bilmekle sorumludur. Zaten yaratılış amacı da budur. Şu halde Allah'ın kutsal mahiyeti ne idrak ne hayal ne hissedilebilir. Akılla anlaşılan ve duygularla algılanan her şey mahluktur. Allah'ın varlığı bu dünyada, ancak aklın nuruyla görülür, kalbin sezgisiyle sezilir.

Evet, aklın görevi, Allah'ın kainatta yansıyan büyüklük ve yüceliğini, kudret ve hakimiyetini ve yarattıklarında ortaya koyduğu sınırsız estetik dizaynı ve kulları için yaptığı lütuf ve yardımları gözlemlemek derinden derine düşünmektir.
(Mehmet Kırkıncı)
..........ce

Cenab-ı Hakk mekandan münezzehtir. Buna misal Güneş ışığı, ısısı ve yedi rengi vasıtası ile, dünyada ki bütün parlak şeylerde bulunur, her yerde sıfatları hükmünde olan ışık, ısı ve yedi renk ile görülür ve vardır fakat güneş kütlesi ve zatı itibariyle parladığı ve ışıklandırdığı hiç bir parlak şeyde bulunmaz. Demek güneş sıfatları ile dünyadaki tüm parlak şeylerde var fakat kütlesi ve zatı itibarı ile, dünyadaki hiç bir şeyin içerisinde değildir. İşte güneşe bu özelliği veren Allahımızın sıfatları ve mahiyeti elbette aklımızın anlayamadığı kadar mükemmeldir. Allah sıfatları ile, yani kudreti ilmi ve iradesi ile her yeri kuşatmıştır. Fakat zatı itibariyle hiç bir şeyin içerisinde değildir. Demek heryerde hazır olması, sıfatları itibariyledir. Fakat hiç bir mekanda olmaması ise, zatı itibariyledir. çünkü, mekanı yaratan O'dur ve mekana muhtaç değildir.

Allah bize şah damarımızdan daha yakın olduğuna göre Ona yaklaşmayı nasıl anlamamız gerekiyor?

Cevap:
Soruda geçen “yakın” ve “yaklaşma” ifadelerinin mesafe ve mekanla bir ilgisi yoktur. Allah'ın kuluna yakın olması, onun her türlü ihtiyaçlarını bizzat görmesi, bütün hücrelerinde her türlü icraatı kudret ve ilmiyle yapması, ona kendi nefsinden daha merhametli olması gibi manalar taşır. Kulun Allah'a yaklaşması ise onun razı olduğu bir kul olma vadisinde attığı adımlarla ilgidir. İmanındaki inkişaf, ilmindeki terakki, amelindeki ihlas onu Allah'a yakınlaştıran vasıtalardır.

Uzak, yakın, geçmiş, gelecek gibi ifadeler zaman ve mekanla ilgilidir. Maddi olan ve bir mekanda yer tutan varlıklar birbirlerine göre yakında veya uzakta bulunurlar. Maddeden ve mekandan münezzeh olan Allah, mekanın her yerindeki mahlukatına onların nefislerinden daha yakındır. Keza, zamandan münezzeh olan Allah, zaman nehrinde akıttığı her bir varlığa onun nefsinden daha yakındır.

Allah'ın, mahlukatına yakınlığı ve mahlukatın ondan uzaklığı zaman ve mekan ölçüleriyle izah edilemez.

Bir misal: Siz okuduğunuz kitaba ondan daha yakınsınızdır; o kendisinde nelerin yazıldığını bilmez, siz bilirsiniz... Ve kitap sizden çok uzaktır, yani sizi anlamanın, tanımanın, seyretmenin çok gerilerindedir.

Kitabın ilk sayfasındaki bir kelime ikinci sayfadakine yakındır, onuncu sayfadakine ise uzaktır. Ama onları yazan ve bilen müellif, bunların hepsine aynı derecede, aynı seviyede ve aynı ölçüde yakındır. Hepsi, onun ilminde birlikte bulunurlar.

Yakınlık ve uzaklığın bir başka cihetini bize ders veren bir hadis-i kutsi: “Kulum bana nafilelerle yaklaşır...” Yakınlaşmanın manevi olduğunu, kalbi ve ruhi olduğunu bu kutsi hadis ders veriyor bize... Nafile; farz ve vacipleri işledikten sonra kulun rabbine daha fazla yakınlaşmak, kalbini ulvi feyizlere daha ziyade açmak ve ömrünü rıza yolunda daha verimli harcamak niyetiyle yaptığı ibadetler, tefekkürler, ilticalar, şükürlerdir.

Böyle bir kul, Rabbine yaklaşma konusunda her gün biraz daha mesafe kat eder... Kat ettiği bu mesafeler de manevidir, rabbine yaklaşması da...

Büyük bir alim düşünelim. Bu zatın öğrencilerinin hepsi aynı mekanda bulunsunlar ve sıra ile ondan ders alsınlar. İlme henüz başlamış bir talebe, onun huzurunda oturup dersini aldığı zaman, o yakınlık içinde bir uzaklık vardır. çünkü o genç adam, o büyük imamı, o dahi alimi anlamanın çok ötelerindedir. İlmi ilerledikçe hocasına daha çok yaklaşacak ve ona olan hürmeti, takdiri, hayreti gittikçe artacaktır...

Tahsilinin her safhasında, hocası o talebeye yakındır, onu yetiştirmekte, ilerletmektedir... Burada uzaklık hoca için değil, talebe için söz konusudur. Kamil bir veliye mürit olmuş noksan bir insan da öyledir... Manen terakki ettikçe onun ruh dünyasından, gönül aleminden daha fazla istifade edecektir. O büyük veli ise, o müridini manevi terakkisinin her basamağında takip etmekle ona daima yakındır. Uzaklık mürşit için değil, mürit içindir.

Misallerden hakikate geçelim: Allah, kulunun madde ve mana alemini daima terbiye etmekle, o kuluna onun nefsinden daha yakındır. Kul ise ancak belli sınırlar arasında iş görebilen noksan sıfatlarıyla, bütün sıfatları sonsuz olan Allah'ı hakkıyla anlamaktan çok uzak.
 
Geri
Üst