Anlatım Çeşitleri ve Özellikleri

theking

Yeni Üye
Katılım
2 Şubat 2024
Mesajlar
231.543
Tepkime puanı
2
Puan
38
Yaş
36
Anlatım Çeşitleri ve Özellikleri Nelerdir?
Anlatım Çeşitleri ve Özellikleri Hakkında
Anlatım Çeşitleri ve Özellikleri


İyi ve başarılı bir yazı, iyi anlatılmış bir yazı demektir. Bir yazının ya da yapıtın konusu ne denli ilginç olursa olsun, eğer anlatımı iyi değilse o yazı okurun ilgisini çekmez, beğenilmez. İyi anlatım da birtakım üstün nitelikler taşır. Bu niteliklerin önemli olanları şunlardır:

Açıklık
Anlatılanın kuşkuya, belirsizliğe yer vermeyecek biçimde anlaşılır olma özelliğidir. Değişik yorumlara açık, hem şu hem bu anlama gelen anlatım açık bir anlatım değildir. Düşüncelerin kolayca anlaşılabilmesi; o düşüncelerin iyi düzenlenmiş, anlatımının açık seçik olmasına bağlıdır. Açık olmayan anlatımlar için, “kapalı anlatım”, ‘bulanık anlatım” “karanlık anlatım”… gibi nitelendirmeler de kullanılır.

Anlatımda açıklık; sözcüklerin, deyimlerin uygun yerde ve anlamda, noktalama işaretlerinin eksiksiz ve yerli yerinde kullanılmasıyla sağlanır. Ayrıca değişik anlamlara gelen cümleler, belirgin olmayan bağlantılar, mantıksal yapıdaki kopukluklar, anlatımın açıklığını engeller.

Duruluk
Duruluk, düşünceyi yeterli sözcük ya da sözcük öbeği kullanarak anlatmadır. Duru bir anlatımdan tek sözcük çıkarılamayacağı gibi, tek sözcük de eklenemez. Duru anlatımda, gereksiz sözlere yer verilmediği için bu anlatım aynı zamanda özlülük niteliğini de taşır.
Özlülük
Az sözle çok şey anlatma niteliğidir. Gerekli olduğu kadar sözcük kullanarak okuyucuyu düşündüren, onun söylenenlerden yola çıkarak çağrışımlara ulaşmasına olanak veren, derinliği ve anlam yoğunluğu olan anlatım, özlü bir anlatımdır. Eşanlamlıların peş peşe sıralandığı, bağlaçların gereksiz kullanıldığı, “edebiyat yapmak” hastalığının görüldüğü anlatımlar duru değildir.
Örnek:

Her yerde öykü yazabiliyorum. Tıka basa dolu bir otobüste öylesine yalnızlaşıyorum ki o anda yakaladığım imgeden öykümün oluşabileceğini hissedip seviniyorum. İnsanlara bakıyor, yüzlerindeki ifadeleri değerlendiriyorum. Özellikle iş dönüşü insanlar içlerine kapanıyor, daha çok kendi iç dünyalarında yaşıyorlar. Her insanın öyküsü yüzüne yansıyor. Bu da benim en iyi malzemem oluyor.

Yazar, bize öykülerini nasıl yazdığını anlatırken gereksiz ya da ayrıntı diyebileceğimiz bir söz kullanmamış, anlatılmak istenenleri kısa ve özlü biçimde verilmiştir.

Yalınlık
Yalınlık, anlatımın süsten, gösterişten, özentiden, basmakalıp söyleyişlerden uzak olması niteliğidir. Güçlü, etkili bir anlatım; düşünceyi, dolambaçlı, yollara sapmadan doğrudan ortaya koyan, sözcükleri zorlamasız kullanan anlatımdır. Bu da yalınlıkla sağlanır. Yalınlığa duruluğun, durulaştırmanın sonucunda ulaşılır.

Yazıyı ya da yapıtı elden geldiğince yalınlaştırma, yani fazlalıkları atarak en az sözle en çok şeyi söyleme, onu yalnızca en güzele, en kusursuza değil, aynı zamanda en doğala da yaklaştırır.

Örnek:

Değer, nesnelerin ve olayların insana göre önemini belirleyen niteliğidir. Başka bir deyişle bir şeye insan tarafından uygun görülen karşılıktır. Belirli koşulların oluşturduğu bir duruma bağlı olduğu için değişken; bireyin yetişimiyle ilgili olduğu için de durağandır. Bunlara bakarak değerleri ruh bilimsel, törebilimsel, sanatsal değerler diye sınıflandırabiliriz.

Doğallık
Gerçeklik duygusunu zedeleyici ve yadırgatıcı olmayan, yapaylıktan uzak anlatım; doğal bir anlatımdır. Doğallık bir duygu ya da düşünceyi içten geldiği ya da olduğu gibi anlatmadır. Ancak doğallık, sanat yapmama, basitlik ve sıradanlık da demek değildir. Anlatımın düşünceye uygunluğu demektir.

Akıcılık
Anlatımda; dilin takılacağı pürüzlerin, ilgiyi azaltacak ve dağıtacak duraksamaların bulunmaması demektir. Kısaca kolayca ve istekle okunan bir yazıda akıcılık niteliği vardır.

Akıcılığı sağlamak için: okurken kulağa hoş gelmeyen, akışı engelleyen aynı ya da yakın seslerden oluşmuş sözcüklerin kullanılmaması; sözcük, cümle ve düşüncelerin birbirine kaynaşması; düşüncelerin, duyguların iyi sıralanması, tutarlı bir düzen içinde verilmesi gerekir. Ayrıca, anlatımda çeşitlilik de, akıcılığı sağlar.
Örnek:

Bugün çocuklarla saatlerce ders çalıştım. Çarşıya gittim. Yazdığım onca mektubu tek tek temize çektim. Bu kadar çok işi bir günde nasıl bitirebildiğime ben de şaşıyorum. Bu becerimi, böyle mekanik uğraşlardan çok, daha coşkulu, daha değerli şeyler için kullansaydım… Öyküler yazıp resimler yapsaydım ne iyi olurdu!
Çeşitlilik
Anlatımda tek düzeliğin aşılmış olmasıdır. Bu da kısa ve uzun cümlelerin, devrik ve kurallı cümlelerin yerinde kullanılmasıyla; değişik yapılı, değişik yüklemli, değişik kipli cümlelere yer verilmesiyle sağlanır.

Özgünlük
Duygunun, düşüncenin, kavramın ya da bir gerçeğin anlatımının, anlatana özgü nitelikler taşımasına özgünlük denir. Özgün yazılarda sanatçı, başkasının yazılarından farklı ürünlerortaya koyar. Kendini kanıtlamış, kendine bir yol çizebilmiş sanatçıların anlatımı özgündür.
Örnek:

Şiir kapımı çaldı mı elimde ne varsa bırakırım. Başköşededir onun yeri. Geldi mi sağanak halinde gelir. Gitti mi de hiç zorlamam. Sabırla dönüşünü beklerim. Artık o, bir süre öyküler, oyunlar yazmak için özgür bırakmıştır beni. Yokluğunu değerlendiririm.

Etkileyicilik
Etki; bir kimsenin ya da nesnenin başka bir kişi ya da nesne üzerindeki gücüdür. Etkileyicilik, bu gücü kullanarak kişiyi ya da nesneyi zor kullanmadan değiştirmeye çalışmaktır. Sanat yapıtlarının tümünde kişiyi az çok etkileyen bir yan vardır. Bu yapıtların yaygın bir üne kavuşmaları, etkileyicilikleriyle orantılıdır.
Örnek:

Ve serin serviler altında kalan kabrinde Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.

İlk dizede geçen “serin” evvelce “siyah”tı. “Siyah”! güzel bulmuyordum. Günlerce bekledim. Bir gün Erenköy’den dönüyordum. Hem yürüyor, hem de şiirdeki “siyah” sözcüğünü düşünüyordum. Derken birdenbire “serin” geliverdi aklıma, şiir tamamlanmıştı.
Anlatım Çeşitleri Nelerdir
Bir duyguyu, bir düşünceyi, bir konuyu söz veya yazıyla bildirme, ifade etme işine anlatım diyoruz.
Duygu ve düşüncelerimizi gelişigüzel anlatamayız. Söze veya yazıya başlarken belli bir amacımız vardır. Anlatıma yön veren amaçları şu şekilde sıralayabiliriz:

1) Amacımız, bir şeyi açıklama, bir fikri aydınlatma, herhangi bir durumu inceleme, bir kavramı veya terimi tanımlama, bir konu hakkında bilgi verme vb. olabilir.
2) Amacımız, okuyucumuz ya da dinleyicimizin bir konu hakkındaki duygu, düşünce veya kanaatlerini değiştirmek olabilir.
3) Amacımız, okuyucumuz ya da dinleyicimizin, bizim gördüklerimizi, duyduklarımızı bizimle birlikte yaşamasını sağlamak olabilir.
4) Amacımız, okuyucumuz ya da dinleyicimizi bir olayın, durunun içerisine çekme; bunları oluş, gelişme ve sonuç gibi zaman sırasına göre anlatmak olabilir.


İşte bu amaçlar bizim anlatım şeklimizi belirler. Herhangi bir konuyu yazı veya sözle anlatmaya başlamadan önce, okuyucu ya da dinleyici üzerinde nasıl bir etki bırakmak istediğimizi tespit etmemiz gerekir. Kısacası, yukarda saydığımız amaçlar doğrulusunda şuanlatım çeşitlerinden bir ya da birkaçını seçebiliriz:

a) Açıklayıcı anlatım
b) Tartışmacı anlatım
c)Tasvirî anlatım
ç) Hikaye edici anlatım
Şimdi bu anlatım çeşitlerini tek tek inceleyelim:
a) Açıklayıcı Anlatım

Herhangi bir konu hakkında bilgi vermek ya da bir şey öğretmek amacıyla yazılan yazıların, yapılan konuşmaların anlatım biçimine açıklayıcı anlatım denir.
Açıklama yoluyla ifade; hemen her tür konuya kolayca uygulanabilir. Bir kelimenin tanımı, bir sorunun cevabı, bir deyimin açıklanması, herhangi bir olgunun anlamı gibi konularda bu anlatım biçimini kullanırız.
Açıklama; tanımlama, örnekleme, benzetme , karşılaştırma gibi yollarla yapılır. Bu anlatım biçiminde önce ne olduğu ortaya konur, sonra tanımlamalara, örneklere, karşılaştırmalara vb. gidilir. Dolayısıyla açıklama, bir bakıma, üzerinde durduğumuz konuyla ilgili soruların cevabı sayılabilir.

Açıklamalı anlatımda şu hususlara dikkat etmek gerekir:
•Konuyu iyi kavramak .
• Bilgileri doğru ve düzenli olarak vermek.
• Gerektiğinde göze hitapeden malzemeler kullanmak .
• Konunun ayrıntılarına inmek.
• Örneklerden, ispatlardan, karşılaştırmalardan faydalanmak.
• Açık, sade, akıcı bir dil kullanmak.

Kısaca, açıklama şeklinde anlatım, bilgi vermeye yöneliktir. Makale, fıkra, inceleme, deneme gibi yazı türlerinde kullanılır.

Örnek:
Şiir, kelimelerle güzel şekiller kurmak sanatıdır, başka bir şey değildir. Ama kelime nedir? Annedir, dosttur, kadehtir, hasrettir, hayaldir, yani bir manası, bir tedaisi, bir bölgesi, hatta bir rengi ve tadı olan nesnedir. Kelime, ınsanoğlundan haber verir, insanoğlunu işlemek her sanatkârın boynunun borcudur, insanoğlu dünyanın en zengin madenidir. Kelime dedik ama, kelime boş bir kalıp değil ki… Şairin hisleri, fikirleri, hayalleri, dünya görüşü, felsefesi, şahsiyeti, her şeyi şiirde belli olur. Şu var ki kelimeleri tanımak, sevmek okşa*masını bilmek lâzım. Hangi kelime hangi kelimeyle yan yana geldiğinde nasıl bir ışık peyda olur? Bunu bilmek lâzım. Şiir bu surette hüner ve marifet işi oluyor. Öyledir de, ata binmek, ok atmak,elbise dikmek, kundura yapmak, hatta boyamak ne ise şiir de odur, yani ustalık ve ihtisas işi. En zengin bir malzeme kötü şairin elinde berbat olup gider, tıpkı harikulade bir ingiliz kumaşının kötü bir terzi elinde heba olup gitmesi gibi. Sanat, terzilikte olduğu gibi, makas mese*lesidir.

Cahit Sıtkı TARANCI*
(*) Emin Özdemir, Anlatım Sanatı, Remzi Kitabem, İstanbul, 1992, s.173

b)Tartışmacı Anlatım
Okuyucu ya da dinleyicinin bir konu üzerinde duygu, düşünce ve davranışını etkileyip değiştirmek, istenilen şekle yöneltmek amacıyla kulla*nılan anlatım biçimine tartışmacı anlatım denir.
Oldukça yaygın bir anlatım biçimi olan tartışma; açık oturum, panel, konferans, sohbet, eleştiri, hikâye, roman, deneme, makale, fıkra, röportaj gibi sözlü ve yazılı anlatım türlerinde kullanılır.
Tartışma, bir düşünüş ve anlayış çatışmasının sonucu meydana gelir. Açıklamanın amacı bilgi vermek, tartışmanın ise, bir fikir çatışmasını ve düşünüş ayrılığını ortadan kaldırmaktır. Tartışmada önce bir öneri ortaya atılır. Sonra onu açıklayacak, örneklendirecek, destekleyecek deliller seçilir.

Tartışmacı anlatım biçiminde başarılı olmak için şu hususlara dikkat edilmelidir:
• Konuyu ve konu üzerinde ileri sürülecek öneriyi iyice kavramak.
• Delilleri iyi seçmek.
• Konu dışına çıkmamak.
• Karşı olduğumuz fikirlerin doğru olmayan yönlerini bulmak.
• Örneklere, istatistiklere başvurmak.
Örnek
“Ortaoyunu tiyatro değildir” – “Ortaoyunu, Meddah, Karagöz uygar bir ulusa yakıştırılamaz” – “Ortaoyunu en budalaca davranışları, en edepsiz*ce sözleri yansıtır” – “Ortaoyunu yalnız güldürür. Oysa tiyatro kimi zaman ağlatır, kimi zaman güldürür. Ağlatıp güldürmeden de eğlendirdiği olur.”
Bu savların altından 1874 tarihini, Ayvazyan, Haşmet, Namık Kemal adlarını kaldırıp bugünün tiyatrocu geçinen yarı aydınlarını rahatlıkla koyabiliyorsak bu yalnız doksan iki yılın bizi bir arpa boyu ileri götürmediğini gösterir, ne yazık. Tiyatronun kaç kapılı bir konak olduğunu bilmeyişten gelen bir dar ahnlüıkla, yarı aydınlara özgü ayrıntıdan kaçan bir bu budurculuk’la, bir kesin atıcılık’la söylenen bu sözler 1874′te bir derece bağışla*nırdı, ama günümüzde böylesine sivri bilgisizlere sadece acınıp geçilir.
Arada ne sular akmış. Zavallı Kasap, zavallı Kunoş, “Türk tiyatrosu kendi kaynaklarına dönmedikçe, Batı’nın ikinci elden silik ve soluk bir kopyası olmaktan kurtulamaz.” diye az mı çırpınmışlar. Hepsi kös dinlenil*miş. Daha sonra Ahmet Rasim’in, ismail Hakkı Baltacıoğlu’nun, Ahmet Kutsi Tecer’in, Sabri Esat Siyavuşgü’in uyarıları da hep kösdinlenmiş.

Sanatı, mutlu bir azınlığın tekelinde sanma saplantısından kurtulamamış bir yarı aydınlar takımı, giderek, halk lâfından, halk şiiri, halk edebiyatı, halk tiyatrosu lâfından, huylanır olmuş. Öykünün meddahtan, romanın Dede Korkut’tan, şiirin Karacaoğlan’dan, musikinin halk şarkılarından, koreografınin halk danslarından, tiyatronun da halk gösteri biçimlerinden yararlana*rak çağdaş bir öze ve tekniğe ulaşması gereğinden her söz ettiğimizde bunların cinleri başlarına üşüşüyor.

istiyorlar ki, değer ölçümüzü onlar gibi Avrupa oyun yazarlığı ölçüle*rine uygulayalım. İstiyorlar ki, onlar gibi biz de Avrupalı eleştirmenlerin kireçlenmiş yargılarını papağan gibi burada en iyi geveleyene bilgili eleştir*men, Avrupalı yazarların konusuna ve oyun çatısına en çok yaklaşana usta yazar, Batı yönetmenlerinin sahne düzenini ezberleyip burada tıpkısını teklif edene, güçlü yönetmen, diyelim. Kısacası, eseri ile, sahneye kotarılışı ile, oynanışı ile bize özgü bir tiyatro üslûbuna giden her çabaya karşılar.
Tersini yapanlara bundan kızıyorlar. Genç Oyuncular’ın ortaoyunlarımızı alıp, tozunu silkip pırıl pırıl taze bir sunuşla halka getirilişine tutulu*yorlar. Halk Seyirlilikleri Derneği kuruluyor diye homurdanıyorlar. Keşanlı Ali Destanı Avrupa’nın bilinçli tiyatro çevrelerinde ilgi görüyor diye içerli*yorlar. Ortaoyunu, Karagöz ve Meddah’tan kalkan yeni bir anlatımcı Türk halk tiyatrosu üslûbunu güzel oyunları ile halka sevdirip tutundukları için oyunlarımızı oynayan topluluklara, onlara alkış tutan seyircilere ateş püskürüyorlar.

Haldun Taner*
(*) Haldun Taner, Düz Yazıları , Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986.

c) Tasvirî anlatım
Bir olayı, bir varlığı, bir kişiyi; bunların durumlarını, özelliklerini okuyucusunun gözü önünde canlandıracak ve ondan istenen izlenimleri uyandıracak biçimde anlatmaya tasvir denir.
En kısa tanımıyla tasvir, kelimelerle resim yapma işidir.
Tasvir, bir yazı türü değildir. Hikâye etme, açıklama gibi bir anlatım şeklidir.
Başarılı bir tasvir; tasvir edilen varlıkların benzerlerinden farklı olan niteliklerini ve bu niteliklerin uyandırdığı izlenimleri belirtmekle yapılabilir. Bu bakımdan tasvirin, gözlemle çok sıkı bir ilişkisi vardır. Tasvir edeceğimiz varlıkları iyice gözlemlemek, tanımak, ayrıntılarını,özelliklerini çıkarabilmek gerekir. Eşyanın karakteristiğini yani ayırıcı niteliğini göstermek, ona teklik kazandırmak, benzerlerinden ayırmak tasvirle sağlanabilir. Tasvirler, okuyu*cunun da aynı izlenimleri paylaşmasını sağlamak için duyu organlarına yönelmeli, duyuları etkilemelidir. Örneğin, bir kediyi tasvir ederken, “Dört ayaklı, uzun kuyruklu, yumuşak tüylü, evcil, sessiz, güzel bir hayvandır.” dersek, bu sıradan bir söyleyiş olur. Anlatmak istediğimiz kediyi okuyucu*muzun zihninde canlandıranlayız. Bu cümlede kedi ile ilgili söylediklerimiz, bütün kediler için ortak ve genel özelliklerdir. Dolayısıyla bu kedi bizim tanıtmak istediğimiz kedi değildir. Gerçi bu cümleyi okuyan bir insan, bir kedi düşünür, ama bu herhangi bir kedidir. Oysa hiçbir kedi tam olarak bir diğerine benzemez. Öyleyse anlatacağımız kedinin diğerlerinden ayrılan yanlarını bulup çıkarmalı, ortaya koymalıyız. Bunun için de çok dikkatli bir gözleme ve zengin bir kelime hazinesine ihtiyaç vardır.
Tasvir, hikâye, roman gibi anlatım türlerini destekleyen, anlatılanlara belirginlik ve canlılık katan bir ifade şeklidir. Tasvir, hiçbir zaman tek başına kullanılmaz. Ayrıca bir metinde tasvirlerin gerektiğinden fazla yer alması okuyucuyu sıkar.
Tasvirde edebî sanatlardan faydalanılır; benzetmeler, istiareler, mecaz anlamlı kelimeler çokça kullanılır. Herkesin kolaylıkla kullandığı yıpranmış, beylik ve basit benzetmelerden kaçınılır.
Tasvirin metin içerisinde etkili olabilmesi, tasvir edilen varlığın doğru*luğuna ters düşülmemesine ve canlı olmasına bağlıdır.
Bir varlığı, bir kişiyi ya da herhangi bir şeyi okuyucunun zihninde canlandırmak, bir fikir vermek amacıyla daha çok edebî eserlerde yapılan tasvirlere sanatlı tasvir denir. Diğer eserlerdeki, bilgilendirmek amacıyla yapılan tasvirlere ise öğretici tasvir diyoruz. Ayrıca eşya, çevre, insan tasviri gibi çeşitli tasvirler vardır. Kompozisyon derslerinden de hatırlanaca*ğı gibi insan tasvirine portre adı verilir. İnsanın dış (fizikî) niteliklerini tanı*tan tasvirler fizikî portre; ruhuna ait niteliklerini tanıtan tasvirler ise ruhî portredir. Hikâye ve romanlar portre yazımına en uygun türlerdir.
Tasvire, hemen her tür yazıda rastlamak mümkündür.

Örnek:
Birden, kuzeyden buz gibi ince bir yel esti, terli bedenleri serinletti. Kartalın donmuş gövdesinde bir kımıldama oldu, sarsıldı, yalpaladı, sonra gene yele karşı süzülmeğe başladı, olduğu yerde. Yel sağdan, soldan batıdan, doğu*dan, güneyden esmeğe başladı.- Karıştıkça karışıyor, hızlandıkça hızlanıyor, bir soğuk, buz gibi bir dalgayla geliyor ovayı üşütüyor, bir yalım gibi bir dalgayla geliyor ortalığı kavuruyordu. Az sonra gözgözü görmez oldu tozdan.. Havada süzülen koca kartal olduğu yerde süzülüyor, bir toz bulutuna batıyor, bir çıkı*yordu.

Yel azıttıkça azıttı. Kadınların başörtülerini kimi alacıkları, çadırları aldı götürdü. Ağaçların dallarını kırdı. Bir göl gibi durgun Ceyhan ırmağı dalgalan*dı, köpürdü. Dalgalar kıyıya yüklendiler. Esen yel bir su direğini aldı, yardan yukarı fışkırttı. Çukurova delirdi, uçtu. Harmanlar, saplar, pamuk öbekleri karmakarış… Her şey karman çorman. Tozdan bir karanlık, hiç kimse yanında-kini göremiyor. Irgatlar oldukları yerde kalakaldılar. Hiç kimseden çıt çıkmadı. Herkes olduğu yere çöküverdi.

Uzaktan, kuzeyden, Toros üstünden, kapkara zifirî bir gece gibi kesilmiş bir bulut geldi. Bulut bütün göğü örtmüş, dolu dizgin Akdeniz üstüne doğru sağı*lıyordu. Göğü baştan başa kesen birkaç şimşek çaktı, yeri sarsarcasına gök gürledi ve ilk damlalar iri, sıcak, tap tap diye Çukurova toprağına düştü ve her damla düştüğü yeri oydu. Sonra yalım gibi bir sıcakyel geldi… Onun arkasın*dan soğuk, buz gibi bir yel. Yağmur başladı. Gökten bir anda seller boşandı. Gökten su duvarları iniyordu.

Koca kartal olduğu yerde ıslak, kocaman kanatlarıyla süzülüp duruyor*du. Sel gibi yağan yağmura aldırmıyordu bile.
Az bir sürede yağmur yere göttendi. Her pamuk fidanının altı bir küçük gölek oldu.
ikindiye doğruydu ki hendekler, çukurlar, göl yerleri, su yatakları ağızla*rına kadar suyla doldular. Koskoca ovayı seller kapladı. Seller küçük büyükle*rin, ağaçların yarısına kadar yükseldi. Tepelerin, anavarza, Hemite kayalığının üstlerinden bile seller akıyordu, ikindi üstü azıcık bir kara parçasını göremez*din artık. Yağmur da gittikçe hızlanıyor, göz açtırmıyordu. Uzun bacaklı güz yağmurların tıpkısıydı.
Yaşar Kemal
(Ölmez Otundan*)

(*) Yaşar Kemal, Ölmez Otu, Cem Yayınevi, İstanbul, 1976, s. 235 – 236.
ç) Hikâye Edici Anlatım
Görülen, bilinen, yaşanmış yahut hayal edilmiş olayları, başkalarına anlatma şekline hikâye etme diyoruz.
Bu anlatım şekline “tahkiye” ve bu anlatım şekliyle verilen eserlere “tahkiyeli eser” de denmektedir.
İfade şeklimizi belirleyen en önemli faktör “neyi, niçin” söyleyeceği-mizdir. Okuyucumuza ya da dinleyicimize bir olayı anlatmak, onu bu olay içine çekerek farklı dünyalara taşımak istiyorsak, “hikâye etme” ifade şeklini seçeriz.
Roman, hikâye, tiyatro, senaryo, masal, biyografi, otobiyografi, hatı*ra, gezi gibi türler, hikâye etme yoluyla ifadelendirilir.

Bu ifade tarzıyla oluşturulan türlerin önemli ortak unsurlarını şu şekilde sıralayabiliriz:
a) Olay (hareket)
b) Zaman
c) Kişiler ç)Mekân
d) Dil ve ifade


a) Olay (hareket): Hikâye etme yoluyla ifade için bir hareketin, bir akışın, bir değişimin bulunması gerekir. Bu. bakımdan, hikâye etme, hareket hâlindeki olguların anlatılması demektir. Bu ifade şeklinde olay (hareket) ön plândadır.
Hikâye etmede varlıklar, nesneler, kısaca her şey bir akış, bir gelişme halindedir. İşlenen fikirler, olayların, durumların içindedir. Zincirleme olarak gelişen olaylar, durumlar hareket unsurlarıyla birbirine bağlanır. Tahkiyeli eserlerde bir sahneden diğerine geçiş hareketle sağlandığı gibi, ilgi, dikkat ve gerilim de hareketle sağlanır.

b) Zaman: Hikâye etmede,., belli bir zamanda başlayan olaylar,
zaman içinde gelişir ve bir bütünlük gösterir. Yani anlatılan olay, olgu ya da
durum belli bir zaman içerisinde geçmektedir. Anlatılan olaylar başlangıcın-
dan sonuca doğru düz bir çizgi takip edebileceği gibi, sonuç bölümü, çıkış
noktası olarak da seçilebilir. Bu durumda kişilerin başından geçen olaylar
geriye dönüşlerle anlatılır. Aynı şekilde bir kişinin içinde bulunduğu durum
başlangıç noktası olarak ele alınıp, hem o andan sonraki yaşantısı hem de
geriye dönüşlerle geçmişte kalan hayatı anlatılabilir. Her ne şekilde anlatılırsa anlatılsın, hikâye etmede olaylar belli bir zaman dilimine dayandırılır. Az da olsa, zamandan soyutlanmış anlatımlara rastlanmasına rağmen, zaman unsuru hikâye etme tarzı ifadelerde çok önemli bir yere sahiptir.

c) Kişiler: Hikâye etmede herhangi bir olay, olgu veya durum anla-
tıldığına göre, bunları yaşayan kişiler var demektir. Öyleyse bu kişilerin tanı-
tılması, duygu ve düşüncelerinin anlatılması gerekmektedir. Bazı eserlerde
kişilerin karakterleri, ruh ve düşünce dünyaları, fizikî portreleri ayrıntılarıyla
anlatılırken, bazılarında bu özellikler okuyucuya bırakılır ve okuyucunun,
kişilerin özelliklerini olayların akışı içerisindeki konuşma, davranış, duygu ve
düşüncelerinden çıkarmaları beklenir.
ç) Mekân: Hikâye edilen olay belli bir mekânda geçer. Anlatılan her olayın geçtiği bir yer vardır. Mekân ya da mekânlar ne kadar canlı tasvir edilirse, kişilerin ve olayların inandırıcılığı da o derece artar. Hikâye etme tarzıyla yazılan eserlerin pek çoğunda olaylar, kişiler, zaman ve mekân iç içedir. Bu durum yazarların dil ve üslûp özelliklerine göre değişiklik göste*rir.

d) Dil ve ifade: Hikâye etmede en önemli unsur dil ve ifade özellik-
leridir. Her yazarın kendine has bir üslûbu vardır ve olmalıdır. Açık, anlaşı-
lır, akıcı ve güzel bir dil, başarılı bir yazının ilk şartıdır. Bir olayı hikâye
ederken farklı ifade özellikleri kullanılabilir. Hikâye ya birinci tekil şahıs
ağzından ya da üçüncü tekil şahıs ağzından anlatılır. Birinci tekil şahıs olayı
yaşayan anlatıcı; üçüncü tekil şahıs ise olayın dışında kalıp, gözlemleyen
anlatıcıdır. Üçüncü tekil şahsa “üst anlatıcı” da denir.
Anlatıcı dışında, bir metinde yer alan kurallı, devrik, uzun, kısa cümle; tasvir ve tahlil gibi anlatım özellikleri diğer dil ve ifade unsurlarıdır.
 
Geri
Üst