SoruCevap
Yeni Üye
- Katılım
- 17 Ocak 2024
- Mesajlar
- 350.999
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 17
- Puan
- 308
- Yaş
- 36
- Konu Yazar
- #1
A'dan Z'ye Psikiyatrik Ansiklopedi
A
Abortus
Hekim kararıyla gebeliğin sona erdirilmesi için genellikle iki şart gereklidir,
(a) gebeliğin devam etmesi gebe kadının hayatını tehlikeye atacak veya kendisinin ya da ailesinde bulunan çocukların ruhsal veya bedensel sağlıklarını olumsuz bir yönde etkileyecek nitelikte ise, yahut
(b) doğacak çocuğun ciddi ruhsal veya bedensel anormalliklere sahip olabilmesi tehlikesinin bulunması halinde. Bu karan alacak hekim veya hekimlerin konuya bir psikiyatrist gözü ile de bakmaları gerekir. Abortusun psikiyatrik temellere dayanan endikasyonları, söz konusu psikiyatristin ön yargıları oranında geniş veya sınırlı olabilir. Şizofreni, paranoid psikozlar, duygusal psikozlar, şiddetli psikopati teşhisleri veya immatürite, gebeliğin sona erdirilmesini geçerli kılan sebeplerdir. Bu durumda ortaya çıkan başlıca sorun, çoğu zaman bekâr veya çok çocuklu olan annede gebeliğe karşı bir tepki olarak beliren üzüntüdür. Gebe bekârsa, ailesinin yardımı olsun veya olmasın psikiyatrist, annenin gebeliğe alışma yeteneğini ve gebelik süresinin ilerde ruhsal sağlığı üzerinde yaratabileceği etkileri değerlendirmelidir. Çok çocuklu evli anne durumunda ortaya çıkan sorun ise, gebeliğe alışmaktan çok, diğer bir çocuğun yüküne katlanabilme yeteneğidir. Aile çoğaldıkça şiddeti artan ve süresi uzayan gerginlik ve depresyon semptomları, zıt sosyal ve evlilik şartları gebeliğin sona erdirilmesini ve kısırlaştırmayı haklı gösterecek faktörlerdir. Abortus yöntemleri son yıllarda önemli değişmelere uğramıştır :
(a) 12 haftalık gebeliğe kadar vakum kullanılarak yapılan kürtaj optimal yöntemdir;
(b) 12-16 hafta arasındaki alternatifler histeretomi veya histerektomi denilen ameliyatlardır
(c) 16 haftadan sonra, gene histerektomi uygulanmakta veya amniyotik sıvı karın duvarından dışa akıtılarak yerine yüzde 20 oranında tuzlu su şırınga edilmektedir. Sonuncu yöntem olumlu sonuçlar vermekle birlikte, annenin kan dolaşımına hipertonik tuzlu su verilmesinin doğurabileceği tehlike riskini taşımaktadır. Daha sonra yapılan incelemeler, kadın çocuğu aldırmayı gerçekten istediği takdirde, düşüğün yalnızca geçici birtakım psikiyatrik semptomlar yarattığını ortaya koymuştur. Öte yandan, düşüğün reddi hastahane bakımını gerektiren uzun süreli ruhsal bozukluklar ortaya çıkarabilmektedir. Sağlıklı bir gebelik sürdüren ve tıbben iyi durumda olan annelerin büyük çoğunluğu doğan bebeği istememekte ve aldırmadıkları için hâlâ pişmanlık duymaktadırlar. İskandinav ülkelerinde yapılan bazı incelemelere göre, sona erdirilmesi istenilen gebeliklerin ürünü olan çocuklarda, kontrol yapılmayanlara oranla daha yüksek suçluluk eğilimleri ve diğer psişik rahatsızlıklara rastlanmaktadır.
Öjenik nedenlere dayanarak düşük yapma aşağıda belirtilen şartlar altında geçerlidir : annenin (a) daha önce mongol veya fenilketonürik tipli çocuk doğurması (b) gebeliğin ilk üç ayında kızamıkçık mikrobu alması veya (c) huntington koresi gibi belirgin patojenik özellikler taşıması. Habitüel çocuk düşürmeler, kadının, gebelik rolünü ve henüz doğmamış olan fetüsü bilinçdışı reddine bağlı görülmüştür. Bu tip dinamik formülasyonları ispat veya aksini ispat zordur. Ancak, çocuk düşürmeyi alışkanlık haline getiren kadınların, hekimlerinden büyük ölçüde destek ve anlayışa ihtiyaçları olduğu muhakkaktır.
Abreaksiyon (katarsis)
Çok kere zihinsel baskı mekanizmaları (bkz. represyon) dolayısıyla bilinç dışına itilen olayların bilinç yüzeyine çıkarılması işlemidir. Abreaksiyon, unutulan anı ve yaşantıların hatırlanmasını sağlayan zihinsel yönünün yanı sıra, bilinç dışına itilmiş olayların uygun bir emosyonel ifade ve boşalma ile yeni baştan yaşanması anlamına gelir. Abreaksiyonun sonucuna varmak için kullanılan yöntem ise katarsistir. Abreaksiyon, formel ve analitik oryantasyonlu psikoterapi sırasında oluşabilir ve hasta önceden bastırılan emosyonları ile mevcut semptomlar arasındaki ilişkiyi bu sayede kavrayabilir. Çeşitli katartik teknikler kullanılabilir, ancak iki nokta özel pratik önem taşır.
Bunlardan ilki, anıların canlandırılmasının uygun biçimde bir ifade veya boşalmadan yoksun olmasının terapötik bakımdan faydalı olmayacağıdır. İkincisi ise, travmatik olayın yakın bir tarihte ve şiddetli olması halinde, abreaksiyonun başarı derecesinin genellikle artmasıdır. Katarsis, savaş yıllarında «bomba korkusu» olaylarında başarıyla uygulanmıştır. Hipnoz (bkz.), hastanın travmatik olayı tekrar yaşaması için telkin yapılarak uygulanabilir. Bu tekniğin başarılı olması, terapistin tecrübesi kadar hastanın göstereceği işbirliğine de bağlıdır. Subhipnotik dozda uygulanan kısa tesirli entravenöz barbitüratların metedrin ile bileşimlerinin kullanılması daha güvenilir bir yoldur. Subanastetik dozlardaki, eter. inhalasyonu, uyarıcı nitelikte bir abreaksiyon meydana gelmesinde bugün birçokları tarafından en etkili yöntem olarak kabul edilmektedir, LSD gibi hallüsinojenik ilaçlarla yapılan abreaksiyon son zamanlarda daha az kullanılmaktadır.
Abstinans Semptomları
(uyuşturucu maddenin bırakılması halinde ortaya çıkan semptomlar) bu terim, uyuşturucu madde alışkanlığı olanlarda maddenin kesilmesi ile birlikte ortaya çıkan sendrom için kullanılır. Bu sendrom, afyonlu madde alışkanlığı, barbitürat (bkz.) Ve alkol (bkz.) Alışkanlığı gibi durumlarda beliren fizik alışkanlıklarla ilgili spesifik klinik özellikler taşır. Fizik alışkanlık ile ilgili olan psişik semptomlar bütün uyuşturucu madde alışkanlıklarında kendilerini gösterirler ve karakteristikleri genellikle sübjektif üzüntü ve bir şeye özlemdir. Tedavi, ya uyuşturucu maddenin devamı veya yerine hasta tarafından benimsenebilecek başka bir maddenin uygulanması, ya da trankilizan kullanımı ile olur.
(bkz. İptilâ ve abstinans semptomları)
Abulia
Abulia, iradesizlik anlamına gelir. Özellikle hipobuli gibi daha az tanınan bir biçimde kendini gösteren bir ruh hastalığıdır. Kişi karar verme ve kararlı davranma yeteneklerini kaybeder. Birçok nevrozlarda rastlanan ortak bir şikâyettir.
Acil Durumlar, Psikiyatrik
Psikiyatrik âcil durumların yalnızca hastadaki davranış bozulduğuyla değil, aynı zamanda bu davranışın başka kimselerde yarattığı anksiete ile de ilgili olduğunu kabul etmek gerekir.
Panik nöbetleri ve fazla şiddetli olmayan akut anksiete, özellikle hastalık fobisi ya da belli bir somatik anksiete belirtisi gösteren hastalarda (örneğin, çarpıntı veya psişik dispne), âcil durumlar yaratabilir. Hekim, hastayı yakından tanıyorsa, telefonla telkin yoluyla onu yatıştırması yeterli olabilir. Bu arada, panik nöbetinin geçeceği (ki her zaman geçer) ve hekimin bu durumun niteliğini anladığı da belirtilmelidir. Eğer evde uygun bir sedatif varsa, hastaya stat dozda tavsiye edilmelidir; bu amaç için, 200 veya 300 mg sodium amilobarbiton özellikle etkindir. Hekimin hastayı hiç tanımaması durumunda, genellikle evine giderek ciddi bir organik hastalığın mevcut olup olmadığını kontrol etmesi gerekir. Hastanın bir psikiyatri kliniğine yatırılması ender vakalarda doğru bir yoldur. Ancak hastanın yakınlarının baskıları nedeniyle yahut hastayı «bir şeyler yapıldığı» konusunda ikna etmek amacıyla gerekebilir. Aile hekiminin çağrılmasını gerektirecek derecede şiddetli davranış bozukluğu yaratan neden akut entoksikasyon (alkol, amfetaminler veya LSD) ise, o zaman genellikle hastanın bir cankurtaranla hastahaneye sevk edilmesi gerekir. Bu gibi sorunları ev ortamında tedavi çabaları çok kere yalnızca sabahın erken saatlerinde hekimin yeniden çağrılmasıyla sonuçlanır.
İster hipomanik, ister şizofrenik olsun, akut psikotik eksitasyon durumları, hastaya parenteral fenotiazin (örneğin klorpromazin 50-100 mg intramüsküler) uygulanmasını ve cankurtaranla psikiyatri kliniğine sevkini gerektirir. Psikiyatri kliniğindeki nöbetçi doktorla telefon görüşmesi yapılarak gerekli kararlar alınabilir; yani hasta kliniğe gitmeyi reddederse, ertesi sabah hastahane görevlilerinin yardımıyla hastanın götürülmesi kararlaştırılabilir. Akrabalara da, bu süre içinde hastaya ağız yoluyla fenotiazin vermeleri tavsiye edilebilir.
İntihar tehditleri, yalnızca açıkça tehdit niteliği bile taşısa, ciddiye alınmalıdır. Hastaya sedatif uygulanır (örneğin nitrazepam 5-10 mg) ve kırk sekiz saat içinde psikiyatri polikliniğinden bir randevu alınır. İntihar girişiminde ise, hastanın derhal bir cankurtaranla hastahaneye sevki doğru olur. Çağdaş psikiyatrik yaklaşımda, intihar girişiminde bulunan bütün hastaların tıbbi ve psikiyatrik değerlendirmeden geçmeleri gerekmektedir; bu da ancak hastahane koşulları altında etkin bir biçimde sağlanabilir.
Adolesans dönemindeki psikiyatrik âcil durumlar genellikle «kötü davranışlarla» (yani geceleri eve gelmemek, uyuşturucu ilaçlar kullanmak, v. s.) Ve «kimlik bunalımı» denilen durumla ilgilidir (semptomlar, depersonalizasyon kişilikten uzaklaşma ve bazen de kişinin kendisini bir dış güç yahut mekanizma tarafından kontrol ediliyor gibi hissettiği pasiflik duyguları semptomlarıdır). Adolesantlarda görülen bütün problemler, hekimin hem hastayı, hem de hastanın ebeveynini dinlemeye çok zaman ayırmasını gerektirir. Uyuşturucu madde sorunlarında, hastanın bir kliniğe şevki gerekir. «kimlik bunalımında» ise, hemen her zaman bir uzmana başvurulması şarttır, çünkü bu sendromla şizofrenik bir hastalığı ayırt etmek güçtür.
Yaşlılardaki psikiyatrik âcil durumlardan kitaplarda genellikle söz edilmez, oysa hekim bu gibi sorunlarla her zaman karşılaşabilir. Bu durumların tipik örnekleri geceleri sokaklarda dolaşan yaşlı kadınlar, havagazı musluğunu açan ama ocağı yakmayan yahut evdeki çöpleri oturma odasının ortasında tutuşturmaya kalkışan yaşlı adamlardır. Alınacak en etkin tedbir, eve bir psikiyatrist çağırarak hastanın davranışının yol açtığı sorunları doğrudan doğruya ona göstermektedir.
Acting Out (Çocuksu Davranış)
Tedavi sırasında, gelişmenin ilk safhalarına ait davranışların tekrarlanması. Meselâ, çocukluğa ait bazı komplekslerin yeniden harekete geçirilmesi sonucunda tahripkâr davranış, saldırganlık, kaçma, vs. gibi tepkiler. Bazı kişiler diğerlerine oranla çocuksu davranışa daha yatkın olurlar ve psikolojik bir gerginliği gidermek için meselâ anksieteyi gidermek gibi günlük hayatta belirli bazı davranış biçimlerine sığınırlar. Psikiyatristlerin birçoğu bu terimi; endişe ve rahatsızlık verici davranışlar gösteren hastalarını tanımlamak için kullanırlar.
Addison
Hastalığı
Addison hastalığında, koma öncesi veya sonrasında delirium semptomları belirebilir. Bunun dışında, tedavi görmemiş Addison hastalarının birçoğunda belirgin ruhsal bozukluklara rastlanır. Karakteristikleri depresyon (bkz.) veya apatidir (bkz.). Oysa, bazan da hasta kendisini iyi hisseder (bkz. öfori). Yakın geçmişle ilgili hafıza bozukluklarına ise sık rastlanır. Uygun bir yer değiştirme (replacement) tedavisiyle, bütün psikiyatrik semptomlar iyileşme göstermektedir.
Adenerjik
Uçlarından sinaptik iletici madde olarak noradrenalin (bkz.) salgılayan sinir lifleri için kullanılan bir terimdir. Bunlar çoğunlukla sempatik sinir sistemine ait liflerdir. Bununla birlikte, santral sinir sistemindeki birtakım sinapsların da adrenerjik olduğuna dair deliller vardır. Bu, özellikle, bazı orta beyin merkezleri için doğrudur. Genellikle, adrenerjik lifler, vücudun ergotrofik reaksiyonlarıyla, yani aktivite ve stress'le ilgili liflerdir. (bkz. Adrenalin)
Adet
Adet siklusuyla psikolojik fonksiyon arasında karmaşık bir ilişki vardır. Adet öncesi gerilimin (bkz.) karakteristiği, ruhsal durumda yarattığı bozukluktur. Nevrozlarda, âdet öncesinde anksiete veya depresyon şiddetlenir. Birçok kadın âdet öncesinde ve süresince düşük bir performans ve kaza yapma eğilimi gösterir. Bu dönemde, kadınların intihar etmeleri veya cinayet işlemeleri ihtimali yükselir. Bazı epileptiklerde, âdet öncesi dönemde, nöbet frekansları artmaktadır.
Birçok psikiyatrik bozuklukta âdet siklusu da bozulur; amenore (bkz.) oligomenore yahut menoraji görülebilir. Âdet düzensizliği çok kere psikolojik bozukluğa sekonderdir, ama anksieteye yol açması da muhtemeldir.
Adet Öncesi Gerilim
Bu terim, âdetten hemen önceki günlerde baş gösteren bir grup semptomu kapsar. Bu bozukluğun şiddeti hafif bir rahatsızlıktan kadının hayatını aksatıcı bir şikâyete kadar, süresi de bir günden bir hafta veya daha uzun bir döneme kadar değişkenlik gösterir. Genellikle, şiddetli semptomlar daha uzun bir zaman sürer. Başlıca özellikleri :
(a) Ruhsal durumda değişim: gerilim ve sinirlilik, bazen depresyon da görülür. Ruhsal durum değişken olup âdet yaklaştıkça kötüleşme eğilimi gösterir.
(b) Fizik semptomlar : Genel fizik rahatsızlık, şişkinlik duygusu, memelerde acıma ve şişme, bazen kilo artışı. Bu bozukluğa, hafif biçiminde, çok sık rastlanır. Nörotik kişilikli kadınlarda daha şiddetli semptomlar görülmesi muhtemeldir. Hormonal faktörler de önemlidir. Progesteron ve östrojen salgılarındaki bir dengesizlik sonucu gelişen progesteron yetersizliğinin bu duruma yol açtığı ileri sürülmüştür. Psikolojik semptomların oral kontraseptiflerle veya noretisteron gibi bir progestojen ile düzeldiği bugün ispatlanmıştır. Fizik semptomlar ise diüretik tedavisine daha iyi cevap vermektedir. Bu da, en az iki fizik mekanizmanın söz konusu olduğuna işaret etmektedir.
Ağlama
Çeşitli kayıplara, hayal kırıklıklarına ve früstrasyonlara karşı sık görülen ve aslında normal olan bir tepkidir. Kökeni, çocukluk dönemine ait, spesifik olmayan, rahatsızlığa karşı gösterilen tepkidir ve çocuk büyüdükçe seyrekleşir. Erkeklerden çok kadınlarda görülmesinin nedeni hiç değilse güçsüzlük, çocuksu ve kadınsı davranışla kültürel bakımdan bazı çağrışımlar yarattığı içindir. Bazan beklenmeyen iyi bir haber üzerine gerilimin birdenbire geçmesine bir tepki olarak paradoksal bir biçimde baş gösterir.
Bazı durumlarda ağlama psikiyatrik bir anlam taşır. Nörotik depressif kadınlarda sık görülür. Oysa psikotik depresyon daha şiddetli bir bozukluk olduğu halde, bu tip kadınlar ender olarak ağlarlar. Nitekim, bu hastalar artık ağlayamadıklarını ya da «ağlama dönemini geçirdiklerini» söyleyebilirler. Ani hıçkırıklarla başlayan ağlama, serebral arteriosklerozdaki «emosyonel enkontinans» in karakteristik bir özelliğidir. Depresyon belirtisi ve daha önce ağlama eğilimi göstermeyen bir kişide birden gelişen ağlama nöbetleri, her zaman organik serebral hastalık şüphesi uyandırmalıdır.
Adler, Alfred (1870-1937)
Bireysel psikolojinin kurucusu olan Adler, cinsiyet ve libido teorisine verilen fazla önemi kabul etmeyen Neo-Freudiyen analistlerden biridir. Adler zihinsel bozuklukların doğuşunda ve ilerleyişinde, günlük ortamsal etkilerin daha büyük bir önem taşıdığına inanmaktaydı. Genetik, organik ve sitüasyonel faktörlerin yarattığı aşağılık duygularının çok önemli olduğunu ve nevrozların yahut davranış bozukluklarının bilinçli veya bilinçsiz aşağılık duygusu ile aşırı kompansasyon arasındaki çatışma sonucu ortaya çıktığını ileri sürdü. Çocuk dört yaşındayken kendine bir «hayat tarzı» belirler ve çocuğun yaşadığı ortamdaki otorite kişilerle arasındaki ilişkiler, onun gelecekteki davranış biçimlerini etkiler. Başka bir Adler kavramı ise, «erkek protestosudur»: yani, erkekle kadın arasında hiçbir temel farklılık olmayıp, görülen bütün farklılıkları sosyal ve kültürel faktörler yaratmaktadır. Böylece, bir erkek toplumunda kadın kendisini ispat etmeye çabalar. Kadının bu protestosu birçok biçimlerde olabilir ve eğer bir çatışma meydana gelirse, sonucunda emosyonel bozukluk ortaya çıkar. Psikiyatri tarihinde Adler'in önemi yeterinden çok az değerlendirilmiştir. (bkz. Aşağılık duyguları)
Adolesans
Buluğ çağının başlangıcından tam cinsel olgunluğa erişinceye kadar geçen dönem, psikolojik bakımdan büyük bir önem taşımaktadır. Oysa hayatın bu dönemiyle ilgili olarak, psikiyatrik açıdan yeterince araştırma yapılmamış olması şaşırtıcı bir husustur. Sonucunda da, adolesans dönemindeki psikiyatrik bozuklukların insidansı ve yaygınlıklarıyla ilgili güvenilir rakamlar, bunların tarihçesi ve tedavileriyle ilgili bilgi eksiktir.
Başka bölümlerde daha ayrıntılı olarak incelenen, iyice belirlenen birtakım sendromlar (şizofreni, depressif hastalık, anoreksia nervosa, ilaç iptilâsı, vs.), önce adolesansta görülür. Bununla birlikte, yalnızca adolesans dönemine özgü hiçbir psikiyatrik bozukluk yoktur. Bu dönemin psikiyatrisiyle ilgili tartışmalar, kaçınılmaz olarak, spesifik hayat stress’leri ve mevcut aile örnekleri, bunların yanı sıra da adolesanların bu durumlara hangi davranış yollarıyla tepki gösterdikleri gibi hususlar üzerinde toplanır.
Amerikalı psikanalist ve antropolog Erik Erikson, çocukluğun her bir çağını, çocuğun karşısına çıkan ve öbür çağa geçmeden önce yerine getirmeyi başarması gereken bir görev açısından ele almıştır. Erikson'a göre adolesans, dengeli bir kendim-tanıma (self-identity) kavramının gerçekleştirilmesi gereken bir dönemdir. Genç kişi yüz ve vücut görünümü, cinsel yeterliliği, entellektüel yeteneği, bir işe girme ve sürdürme kapasitesi, karşı cinste yarattığı çekicilikle ilgilenir. Şimdiye kadar kendisiyle ilgili görüşleri çoğunlukla ebeveyninden öğrenmiştir, ama artık gittikçe artan bağımsızlığı dolayısıyla kendinin ve yaşıtlarının yargılarına daha çok güvenmek zorundadır. Bu alanlardan herhangi birinde duyulan aşırı anksiete, ilginin yalnızca belli bir fonksiyonda kümelenmesine (meselâ hipokondria semptomlarının ortaya çıkması) veya «ispat» davranışına yol açabilir. Bu durumda genç kişinin anksieteye gösterdiği tepki aşırı kompansasyon olur; kendi muhtemel yeteneksizlikleriyle ilgili korkularını yatıştırmak amacıyla fiziksel cesaret veya «gösteriş» hareketlerine girişir.
Birçok adolesanlar hayatlarının bu bölümündeki krizleri geçirirken, bunları göğüsleyebilecek yetenektedirler ve hiçbir uzun süreli kişilik bozukluğu ortaya çıkmaksızın bu krizlerin üstesinden gelebilirler. Oysa bazı adolesan grupları krizlerden etkilenmeye daha yatkındır. Bu durumlarda, ortaya çıkan emosyonel karışıklığın derecesi tıbba müracaat etmeyi gerektirebilir. Meselâ kronik fiziksel hastalık, yaşça daha küçük olanlar tarafından daha kolay karşılanabilirken, adolesans dönemindeki bir hasta, ilk defa olarak, kendisinin başkalarından farklı olduğunu ve hayatın ödüllerle dolu olmadığını anlayabilir. Diabetes mellitus, epilepsi, astım, vs. gibi hastalıklara yakalanmış çocuklarda, buluğ çağında veya buluğ çağından hemen sonra, davranış bozukluklarının ilk belirtileri görülebilir. Sosyal bakımdan yoksunluk içinde olan genç kişi de bu çağda davranış bozukluğu gösterebilir. Yıkılmış bir yuva, yoksulluk, ebeveynin işsiz kalması, ebeveynin çocuğu reddetmesi, vs. gibi çok rastlanan kötü sosyal faktörlerle suçluluk arasında ilişki vardır. Çocuğun üzerine düşmenin kötü etkileri sonucunda ortaya çıkan isyankâr davranış da önce adolesansda görülür. Buluğ çağına kadar annesiyle arasında aşırı yakınlık olan bir çocuk, özellikle anne eğer çocuğun bağımlılığını sürdürme çabası gösterirse, açık bir emosyonel bozukluk tepkisi gösterir. Her ne kadar aile hayatının adolesanın davranışı üzerindeki etkisine çoğu zaman daha çok ilgi gösterilirse de, bunun tersi de unutulmamalıdır. Hekime başvuran orta yaşlı bir kadında görülen depresyon semptomlarının doğrudan doğruya, kadının adolesans dönemindeki çocuklarıyla uğraşmakta ve onları kontrol altına almakta çektiği zorluklarla ilgili olması çok ender rastlanan bir durum değildir. Anoreksia nervosa, şizofreni, vs. gibi spesifik psikiyatrik sendromların tedavileri, bu bağlıklar altında anlatıldığı gibidir. Genç adolesanda rastlanan tam tanımlanamayan sendromların ayrıca üzerinde durmak gerekir. Genellikle, spesifik bir bedensel fonksiyon şikayetiyle hekime başvuran hipokondriak ve çekingen bir genç kişiye yardımcı olabilmek için en iyi yol, ona endişelerini tartışma fırsatını vermektir. Medazepam gibi hafif bir trankilizanla kısa bir tedavi süresi, özellikle güç bir dönemin atlatılmasına yardım edebilir. Saldırgan ve topluma karşı olan bir adolesanın kendi kendine hekime başvurmasına ender rastlanır; çoğu zaman böyle bir adolesan kızgın ebeveyni tarafından hekime getirilir veya ebeveyn onun yokluğunda hekimin tavsiyelerini öğrenmek ister.
Bu durumda hekim tarafsız kalarak ebeveynin suçluluk, depresyon ve öfke duygularına anlayış göstererek, çok güç olsa bile ebeveyn çocuk ilişkisinin olumlu yanlarının önemi üzerinde durarak ve iyi bir sonuca ulaşma olanaklarını göstererek çok yardımcı olabilir. Çocuk suçlular arasında yalnızca ufak bir azınlık ilerde suç işler. Gene de, genç bir suçlunun ilerde başka sosyal ve psikolojik problemler edinmesi ihtimali pek küçümsenemez. (bkz. Buluğ çağı)
A
Abortus
Hekim kararıyla gebeliğin sona erdirilmesi için genellikle iki şart gereklidir,
(a) gebeliğin devam etmesi gebe kadının hayatını tehlikeye atacak veya kendisinin ya da ailesinde bulunan çocukların ruhsal veya bedensel sağlıklarını olumsuz bir yönde etkileyecek nitelikte ise, yahut
(b) doğacak çocuğun ciddi ruhsal veya bedensel anormalliklere sahip olabilmesi tehlikesinin bulunması halinde. Bu karan alacak hekim veya hekimlerin konuya bir psikiyatrist gözü ile de bakmaları gerekir. Abortusun psikiyatrik temellere dayanan endikasyonları, söz konusu psikiyatristin ön yargıları oranında geniş veya sınırlı olabilir. Şizofreni, paranoid psikozlar, duygusal psikozlar, şiddetli psikopati teşhisleri veya immatürite, gebeliğin sona erdirilmesini geçerli kılan sebeplerdir. Bu durumda ortaya çıkan başlıca sorun, çoğu zaman bekâr veya çok çocuklu olan annede gebeliğe karşı bir tepki olarak beliren üzüntüdür. Gebe bekârsa, ailesinin yardımı olsun veya olmasın psikiyatrist, annenin gebeliğe alışma yeteneğini ve gebelik süresinin ilerde ruhsal sağlığı üzerinde yaratabileceği etkileri değerlendirmelidir. Çok çocuklu evli anne durumunda ortaya çıkan sorun ise, gebeliğe alışmaktan çok, diğer bir çocuğun yüküne katlanabilme yeteneğidir. Aile çoğaldıkça şiddeti artan ve süresi uzayan gerginlik ve depresyon semptomları, zıt sosyal ve evlilik şartları gebeliğin sona erdirilmesini ve kısırlaştırmayı haklı gösterecek faktörlerdir. Abortus yöntemleri son yıllarda önemli değişmelere uğramıştır :
(a) 12 haftalık gebeliğe kadar vakum kullanılarak yapılan kürtaj optimal yöntemdir;
(b) 12-16 hafta arasındaki alternatifler histeretomi veya histerektomi denilen ameliyatlardır
(c) 16 haftadan sonra, gene histerektomi uygulanmakta veya amniyotik sıvı karın duvarından dışa akıtılarak yerine yüzde 20 oranında tuzlu su şırınga edilmektedir. Sonuncu yöntem olumlu sonuçlar vermekle birlikte, annenin kan dolaşımına hipertonik tuzlu su verilmesinin doğurabileceği tehlike riskini taşımaktadır. Daha sonra yapılan incelemeler, kadın çocuğu aldırmayı gerçekten istediği takdirde, düşüğün yalnızca geçici birtakım psikiyatrik semptomlar yarattığını ortaya koymuştur. Öte yandan, düşüğün reddi hastahane bakımını gerektiren uzun süreli ruhsal bozukluklar ortaya çıkarabilmektedir. Sağlıklı bir gebelik sürdüren ve tıbben iyi durumda olan annelerin büyük çoğunluğu doğan bebeği istememekte ve aldırmadıkları için hâlâ pişmanlık duymaktadırlar. İskandinav ülkelerinde yapılan bazı incelemelere göre, sona erdirilmesi istenilen gebeliklerin ürünü olan çocuklarda, kontrol yapılmayanlara oranla daha yüksek suçluluk eğilimleri ve diğer psişik rahatsızlıklara rastlanmaktadır.
Öjenik nedenlere dayanarak düşük yapma aşağıda belirtilen şartlar altında geçerlidir : annenin (a) daha önce mongol veya fenilketonürik tipli çocuk doğurması (b) gebeliğin ilk üç ayında kızamıkçık mikrobu alması veya (c) huntington koresi gibi belirgin patojenik özellikler taşıması. Habitüel çocuk düşürmeler, kadının, gebelik rolünü ve henüz doğmamış olan fetüsü bilinçdışı reddine bağlı görülmüştür. Bu tip dinamik formülasyonları ispat veya aksini ispat zordur. Ancak, çocuk düşürmeyi alışkanlık haline getiren kadınların, hekimlerinden büyük ölçüde destek ve anlayışa ihtiyaçları olduğu muhakkaktır.
Abreaksiyon (katarsis)
Çok kere zihinsel baskı mekanizmaları (bkz. represyon) dolayısıyla bilinç dışına itilen olayların bilinç yüzeyine çıkarılması işlemidir. Abreaksiyon, unutulan anı ve yaşantıların hatırlanmasını sağlayan zihinsel yönünün yanı sıra, bilinç dışına itilmiş olayların uygun bir emosyonel ifade ve boşalma ile yeni baştan yaşanması anlamına gelir. Abreaksiyonun sonucuna varmak için kullanılan yöntem ise katarsistir. Abreaksiyon, formel ve analitik oryantasyonlu psikoterapi sırasında oluşabilir ve hasta önceden bastırılan emosyonları ile mevcut semptomlar arasındaki ilişkiyi bu sayede kavrayabilir. Çeşitli katartik teknikler kullanılabilir, ancak iki nokta özel pratik önem taşır.
Bunlardan ilki, anıların canlandırılmasının uygun biçimde bir ifade veya boşalmadan yoksun olmasının terapötik bakımdan faydalı olmayacağıdır. İkincisi ise, travmatik olayın yakın bir tarihte ve şiddetli olması halinde, abreaksiyonun başarı derecesinin genellikle artmasıdır. Katarsis, savaş yıllarında «bomba korkusu» olaylarında başarıyla uygulanmıştır. Hipnoz (bkz.), hastanın travmatik olayı tekrar yaşaması için telkin yapılarak uygulanabilir. Bu tekniğin başarılı olması, terapistin tecrübesi kadar hastanın göstereceği işbirliğine de bağlıdır. Subhipnotik dozda uygulanan kısa tesirli entravenöz barbitüratların metedrin ile bileşimlerinin kullanılması daha güvenilir bir yoldur. Subanastetik dozlardaki, eter. inhalasyonu, uyarıcı nitelikte bir abreaksiyon meydana gelmesinde bugün birçokları tarafından en etkili yöntem olarak kabul edilmektedir, LSD gibi hallüsinojenik ilaçlarla yapılan abreaksiyon son zamanlarda daha az kullanılmaktadır.
Abstinans Semptomları
(uyuşturucu maddenin bırakılması halinde ortaya çıkan semptomlar) bu terim, uyuşturucu madde alışkanlığı olanlarda maddenin kesilmesi ile birlikte ortaya çıkan sendrom için kullanılır. Bu sendrom, afyonlu madde alışkanlığı, barbitürat (bkz.) Ve alkol (bkz.) Alışkanlığı gibi durumlarda beliren fizik alışkanlıklarla ilgili spesifik klinik özellikler taşır. Fizik alışkanlık ile ilgili olan psişik semptomlar bütün uyuşturucu madde alışkanlıklarında kendilerini gösterirler ve karakteristikleri genellikle sübjektif üzüntü ve bir şeye özlemdir. Tedavi, ya uyuşturucu maddenin devamı veya yerine hasta tarafından benimsenebilecek başka bir maddenin uygulanması, ya da trankilizan kullanımı ile olur.
(bkz. İptilâ ve abstinans semptomları)
Abulia
Abulia, iradesizlik anlamına gelir. Özellikle hipobuli gibi daha az tanınan bir biçimde kendini gösteren bir ruh hastalığıdır. Kişi karar verme ve kararlı davranma yeteneklerini kaybeder. Birçok nevrozlarda rastlanan ortak bir şikâyettir.
Acil Durumlar, Psikiyatrik
Psikiyatrik âcil durumların yalnızca hastadaki davranış bozulduğuyla değil, aynı zamanda bu davranışın başka kimselerde yarattığı anksiete ile de ilgili olduğunu kabul etmek gerekir.
Panik nöbetleri ve fazla şiddetli olmayan akut anksiete, özellikle hastalık fobisi ya da belli bir somatik anksiete belirtisi gösteren hastalarda (örneğin, çarpıntı veya psişik dispne), âcil durumlar yaratabilir. Hekim, hastayı yakından tanıyorsa, telefonla telkin yoluyla onu yatıştırması yeterli olabilir. Bu arada, panik nöbetinin geçeceği (ki her zaman geçer) ve hekimin bu durumun niteliğini anladığı da belirtilmelidir. Eğer evde uygun bir sedatif varsa, hastaya stat dozda tavsiye edilmelidir; bu amaç için, 200 veya 300 mg sodium amilobarbiton özellikle etkindir. Hekimin hastayı hiç tanımaması durumunda, genellikle evine giderek ciddi bir organik hastalığın mevcut olup olmadığını kontrol etmesi gerekir. Hastanın bir psikiyatri kliniğine yatırılması ender vakalarda doğru bir yoldur. Ancak hastanın yakınlarının baskıları nedeniyle yahut hastayı «bir şeyler yapıldığı» konusunda ikna etmek amacıyla gerekebilir. Aile hekiminin çağrılmasını gerektirecek derecede şiddetli davranış bozukluğu yaratan neden akut entoksikasyon (alkol, amfetaminler veya LSD) ise, o zaman genellikle hastanın bir cankurtaranla hastahaneye sevk edilmesi gerekir. Bu gibi sorunları ev ortamında tedavi çabaları çok kere yalnızca sabahın erken saatlerinde hekimin yeniden çağrılmasıyla sonuçlanır.
İster hipomanik, ister şizofrenik olsun, akut psikotik eksitasyon durumları, hastaya parenteral fenotiazin (örneğin klorpromazin 50-100 mg intramüsküler) uygulanmasını ve cankurtaranla psikiyatri kliniğine sevkini gerektirir. Psikiyatri kliniğindeki nöbetçi doktorla telefon görüşmesi yapılarak gerekli kararlar alınabilir; yani hasta kliniğe gitmeyi reddederse, ertesi sabah hastahane görevlilerinin yardımıyla hastanın götürülmesi kararlaştırılabilir. Akrabalara da, bu süre içinde hastaya ağız yoluyla fenotiazin vermeleri tavsiye edilebilir.
İntihar tehditleri, yalnızca açıkça tehdit niteliği bile taşısa, ciddiye alınmalıdır. Hastaya sedatif uygulanır (örneğin nitrazepam 5-10 mg) ve kırk sekiz saat içinde psikiyatri polikliniğinden bir randevu alınır. İntihar girişiminde ise, hastanın derhal bir cankurtaranla hastahaneye sevki doğru olur. Çağdaş psikiyatrik yaklaşımda, intihar girişiminde bulunan bütün hastaların tıbbi ve psikiyatrik değerlendirmeden geçmeleri gerekmektedir; bu da ancak hastahane koşulları altında etkin bir biçimde sağlanabilir.
Adolesans dönemindeki psikiyatrik âcil durumlar genellikle «kötü davranışlarla» (yani geceleri eve gelmemek, uyuşturucu ilaçlar kullanmak, v. s.) Ve «kimlik bunalımı» denilen durumla ilgilidir (semptomlar, depersonalizasyon kişilikten uzaklaşma ve bazen de kişinin kendisini bir dış güç yahut mekanizma tarafından kontrol ediliyor gibi hissettiği pasiflik duyguları semptomlarıdır). Adolesantlarda görülen bütün problemler, hekimin hem hastayı, hem de hastanın ebeveynini dinlemeye çok zaman ayırmasını gerektirir. Uyuşturucu madde sorunlarında, hastanın bir kliniğe şevki gerekir. «kimlik bunalımında» ise, hemen her zaman bir uzmana başvurulması şarttır, çünkü bu sendromla şizofrenik bir hastalığı ayırt etmek güçtür.
Yaşlılardaki psikiyatrik âcil durumlardan kitaplarda genellikle söz edilmez, oysa hekim bu gibi sorunlarla her zaman karşılaşabilir. Bu durumların tipik örnekleri geceleri sokaklarda dolaşan yaşlı kadınlar, havagazı musluğunu açan ama ocağı yakmayan yahut evdeki çöpleri oturma odasının ortasında tutuşturmaya kalkışan yaşlı adamlardır. Alınacak en etkin tedbir, eve bir psikiyatrist çağırarak hastanın davranışının yol açtığı sorunları doğrudan doğruya ona göstermektedir.
Acting Out (Çocuksu Davranış)
Tedavi sırasında, gelişmenin ilk safhalarına ait davranışların tekrarlanması. Meselâ, çocukluğa ait bazı komplekslerin yeniden harekete geçirilmesi sonucunda tahripkâr davranış, saldırganlık, kaçma, vs. gibi tepkiler. Bazı kişiler diğerlerine oranla çocuksu davranışa daha yatkın olurlar ve psikolojik bir gerginliği gidermek için meselâ anksieteyi gidermek gibi günlük hayatta belirli bazı davranış biçimlerine sığınırlar. Psikiyatristlerin birçoğu bu terimi; endişe ve rahatsızlık verici davranışlar gösteren hastalarını tanımlamak için kullanırlar.
Addison
Hastalığı
Addison hastalığında, koma öncesi veya sonrasında delirium semptomları belirebilir. Bunun dışında, tedavi görmemiş Addison hastalarının birçoğunda belirgin ruhsal bozukluklara rastlanır. Karakteristikleri depresyon (bkz.) veya apatidir (bkz.). Oysa, bazan da hasta kendisini iyi hisseder (bkz. öfori). Yakın geçmişle ilgili hafıza bozukluklarına ise sık rastlanır. Uygun bir yer değiştirme (replacement) tedavisiyle, bütün psikiyatrik semptomlar iyileşme göstermektedir.
Adenerjik
Uçlarından sinaptik iletici madde olarak noradrenalin (bkz.) salgılayan sinir lifleri için kullanılan bir terimdir. Bunlar çoğunlukla sempatik sinir sistemine ait liflerdir. Bununla birlikte, santral sinir sistemindeki birtakım sinapsların da adrenerjik olduğuna dair deliller vardır. Bu, özellikle, bazı orta beyin merkezleri için doğrudur. Genellikle, adrenerjik lifler, vücudun ergotrofik reaksiyonlarıyla, yani aktivite ve stress'le ilgili liflerdir. (bkz. Adrenalin)
Adet
Adet siklusuyla psikolojik fonksiyon arasında karmaşık bir ilişki vardır. Adet öncesi gerilimin (bkz.) karakteristiği, ruhsal durumda yarattığı bozukluktur. Nevrozlarda, âdet öncesinde anksiete veya depresyon şiddetlenir. Birçok kadın âdet öncesinde ve süresince düşük bir performans ve kaza yapma eğilimi gösterir. Bu dönemde, kadınların intihar etmeleri veya cinayet işlemeleri ihtimali yükselir. Bazı epileptiklerde, âdet öncesi dönemde, nöbet frekansları artmaktadır.
Birçok psikiyatrik bozuklukta âdet siklusu da bozulur; amenore (bkz.) oligomenore yahut menoraji görülebilir. Âdet düzensizliği çok kere psikolojik bozukluğa sekonderdir, ama anksieteye yol açması da muhtemeldir.
Adet Öncesi Gerilim
Bu terim, âdetten hemen önceki günlerde baş gösteren bir grup semptomu kapsar. Bu bozukluğun şiddeti hafif bir rahatsızlıktan kadının hayatını aksatıcı bir şikâyete kadar, süresi de bir günden bir hafta veya daha uzun bir döneme kadar değişkenlik gösterir. Genellikle, şiddetli semptomlar daha uzun bir zaman sürer. Başlıca özellikleri :
(a) Ruhsal durumda değişim: gerilim ve sinirlilik, bazen depresyon da görülür. Ruhsal durum değişken olup âdet yaklaştıkça kötüleşme eğilimi gösterir.
(b) Fizik semptomlar : Genel fizik rahatsızlık, şişkinlik duygusu, memelerde acıma ve şişme, bazen kilo artışı. Bu bozukluğa, hafif biçiminde, çok sık rastlanır. Nörotik kişilikli kadınlarda daha şiddetli semptomlar görülmesi muhtemeldir. Hormonal faktörler de önemlidir. Progesteron ve östrojen salgılarındaki bir dengesizlik sonucu gelişen progesteron yetersizliğinin bu duruma yol açtığı ileri sürülmüştür. Psikolojik semptomların oral kontraseptiflerle veya noretisteron gibi bir progestojen ile düzeldiği bugün ispatlanmıştır. Fizik semptomlar ise diüretik tedavisine daha iyi cevap vermektedir. Bu da, en az iki fizik mekanizmanın söz konusu olduğuna işaret etmektedir.
Ağlama
Çeşitli kayıplara, hayal kırıklıklarına ve früstrasyonlara karşı sık görülen ve aslında normal olan bir tepkidir. Kökeni, çocukluk dönemine ait, spesifik olmayan, rahatsızlığa karşı gösterilen tepkidir ve çocuk büyüdükçe seyrekleşir. Erkeklerden çok kadınlarda görülmesinin nedeni hiç değilse güçsüzlük, çocuksu ve kadınsı davranışla kültürel bakımdan bazı çağrışımlar yarattığı içindir. Bazan beklenmeyen iyi bir haber üzerine gerilimin birdenbire geçmesine bir tepki olarak paradoksal bir biçimde baş gösterir.
Bazı durumlarda ağlama psikiyatrik bir anlam taşır. Nörotik depressif kadınlarda sık görülür. Oysa psikotik depresyon daha şiddetli bir bozukluk olduğu halde, bu tip kadınlar ender olarak ağlarlar. Nitekim, bu hastalar artık ağlayamadıklarını ya da «ağlama dönemini geçirdiklerini» söyleyebilirler. Ani hıçkırıklarla başlayan ağlama, serebral arteriosklerozdaki «emosyonel enkontinans» in karakteristik bir özelliğidir. Depresyon belirtisi ve daha önce ağlama eğilimi göstermeyen bir kişide birden gelişen ağlama nöbetleri, her zaman organik serebral hastalık şüphesi uyandırmalıdır.
Adler, Alfred (1870-1937)
Bireysel psikolojinin kurucusu olan Adler, cinsiyet ve libido teorisine verilen fazla önemi kabul etmeyen Neo-Freudiyen analistlerden biridir. Adler zihinsel bozuklukların doğuşunda ve ilerleyişinde, günlük ortamsal etkilerin daha büyük bir önem taşıdığına inanmaktaydı. Genetik, organik ve sitüasyonel faktörlerin yarattığı aşağılık duygularının çok önemli olduğunu ve nevrozların yahut davranış bozukluklarının bilinçli veya bilinçsiz aşağılık duygusu ile aşırı kompansasyon arasındaki çatışma sonucu ortaya çıktığını ileri sürdü. Çocuk dört yaşındayken kendine bir «hayat tarzı» belirler ve çocuğun yaşadığı ortamdaki otorite kişilerle arasındaki ilişkiler, onun gelecekteki davranış biçimlerini etkiler. Başka bir Adler kavramı ise, «erkek protestosudur»: yani, erkekle kadın arasında hiçbir temel farklılık olmayıp, görülen bütün farklılıkları sosyal ve kültürel faktörler yaratmaktadır. Böylece, bir erkek toplumunda kadın kendisini ispat etmeye çabalar. Kadının bu protestosu birçok biçimlerde olabilir ve eğer bir çatışma meydana gelirse, sonucunda emosyonel bozukluk ortaya çıkar. Psikiyatri tarihinde Adler'in önemi yeterinden çok az değerlendirilmiştir. (bkz. Aşağılık duyguları)
Adolesans
Buluğ çağının başlangıcından tam cinsel olgunluğa erişinceye kadar geçen dönem, psikolojik bakımdan büyük bir önem taşımaktadır. Oysa hayatın bu dönemiyle ilgili olarak, psikiyatrik açıdan yeterince araştırma yapılmamış olması şaşırtıcı bir husustur. Sonucunda da, adolesans dönemindeki psikiyatrik bozuklukların insidansı ve yaygınlıklarıyla ilgili güvenilir rakamlar, bunların tarihçesi ve tedavileriyle ilgili bilgi eksiktir.
Başka bölümlerde daha ayrıntılı olarak incelenen, iyice belirlenen birtakım sendromlar (şizofreni, depressif hastalık, anoreksia nervosa, ilaç iptilâsı, vs.), önce adolesansta görülür. Bununla birlikte, yalnızca adolesans dönemine özgü hiçbir psikiyatrik bozukluk yoktur. Bu dönemin psikiyatrisiyle ilgili tartışmalar, kaçınılmaz olarak, spesifik hayat stress’leri ve mevcut aile örnekleri, bunların yanı sıra da adolesanların bu durumlara hangi davranış yollarıyla tepki gösterdikleri gibi hususlar üzerinde toplanır.
Amerikalı psikanalist ve antropolog Erik Erikson, çocukluğun her bir çağını, çocuğun karşısına çıkan ve öbür çağa geçmeden önce yerine getirmeyi başarması gereken bir görev açısından ele almıştır. Erikson'a göre adolesans, dengeli bir kendim-tanıma (self-identity) kavramının gerçekleştirilmesi gereken bir dönemdir. Genç kişi yüz ve vücut görünümü, cinsel yeterliliği, entellektüel yeteneği, bir işe girme ve sürdürme kapasitesi, karşı cinste yarattığı çekicilikle ilgilenir. Şimdiye kadar kendisiyle ilgili görüşleri çoğunlukla ebeveyninden öğrenmiştir, ama artık gittikçe artan bağımsızlığı dolayısıyla kendinin ve yaşıtlarının yargılarına daha çok güvenmek zorundadır. Bu alanlardan herhangi birinde duyulan aşırı anksiete, ilginin yalnızca belli bir fonksiyonda kümelenmesine (meselâ hipokondria semptomlarının ortaya çıkması) veya «ispat» davranışına yol açabilir. Bu durumda genç kişinin anksieteye gösterdiği tepki aşırı kompansasyon olur; kendi muhtemel yeteneksizlikleriyle ilgili korkularını yatıştırmak amacıyla fiziksel cesaret veya «gösteriş» hareketlerine girişir.
Birçok adolesanlar hayatlarının bu bölümündeki krizleri geçirirken, bunları göğüsleyebilecek yetenektedirler ve hiçbir uzun süreli kişilik bozukluğu ortaya çıkmaksızın bu krizlerin üstesinden gelebilirler. Oysa bazı adolesan grupları krizlerden etkilenmeye daha yatkındır. Bu durumlarda, ortaya çıkan emosyonel karışıklığın derecesi tıbba müracaat etmeyi gerektirebilir. Meselâ kronik fiziksel hastalık, yaşça daha küçük olanlar tarafından daha kolay karşılanabilirken, adolesans dönemindeki bir hasta, ilk defa olarak, kendisinin başkalarından farklı olduğunu ve hayatın ödüllerle dolu olmadığını anlayabilir. Diabetes mellitus, epilepsi, astım, vs. gibi hastalıklara yakalanmış çocuklarda, buluğ çağında veya buluğ çağından hemen sonra, davranış bozukluklarının ilk belirtileri görülebilir. Sosyal bakımdan yoksunluk içinde olan genç kişi de bu çağda davranış bozukluğu gösterebilir. Yıkılmış bir yuva, yoksulluk, ebeveynin işsiz kalması, ebeveynin çocuğu reddetmesi, vs. gibi çok rastlanan kötü sosyal faktörlerle suçluluk arasında ilişki vardır. Çocuğun üzerine düşmenin kötü etkileri sonucunda ortaya çıkan isyankâr davranış da önce adolesansda görülür. Buluğ çağına kadar annesiyle arasında aşırı yakınlık olan bir çocuk, özellikle anne eğer çocuğun bağımlılığını sürdürme çabası gösterirse, açık bir emosyonel bozukluk tepkisi gösterir. Her ne kadar aile hayatının adolesanın davranışı üzerindeki etkisine çoğu zaman daha çok ilgi gösterilirse de, bunun tersi de unutulmamalıdır. Hekime başvuran orta yaşlı bir kadında görülen depresyon semptomlarının doğrudan doğruya, kadının adolesans dönemindeki çocuklarıyla uğraşmakta ve onları kontrol altına almakta çektiği zorluklarla ilgili olması çok ender rastlanan bir durum değildir. Anoreksia nervosa, şizofreni, vs. gibi spesifik psikiyatrik sendromların tedavileri, bu bağlıklar altında anlatıldığı gibidir. Genç adolesanda rastlanan tam tanımlanamayan sendromların ayrıca üzerinde durmak gerekir. Genellikle, spesifik bir bedensel fonksiyon şikayetiyle hekime başvuran hipokondriak ve çekingen bir genç kişiye yardımcı olabilmek için en iyi yol, ona endişelerini tartışma fırsatını vermektir. Medazepam gibi hafif bir trankilizanla kısa bir tedavi süresi, özellikle güç bir dönemin atlatılmasına yardım edebilir. Saldırgan ve topluma karşı olan bir adolesanın kendi kendine hekime başvurmasına ender rastlanır; çoğu zaman böyle bir adolesan kızgın ebeveyni tarafından hekime getirilir veya ebeveyn onun yokluğunda hekimin tavsiyelerini öğrenmek ister.
Bu durumda hekim tarafsız kalarak ebeveynin suçluluk, depresyon ve öfke duygularına anlayış göstererek, çok güç olsa bile ebeveyn çocuk ilişkisinin olumlu yanlarının önemi üzerinde durarak ve iyi bir sonuca ulaşma olanaklarını göstererek çok yardımcı olabilir. Çocuk suçlular arasında yalnızca ufak bir azınlık ilerde suç işler. Gene de, genç bir suçlunun ilerde başka sosyal ve psikolojik problemler edinmesi ihtimali pek küçümsenemez. (bkz. Buluğ çağı)